Ne Güzel Bir Gündü!
Öğlene doğru, İstanbul Erkek Lisesi`nde fikir dünyamızın kıymetli ismi Nurettin Topçu`nun anılacağını öğrendim. Kimler var konuşmacı olarak diye merak edip baktım, Prof. Dr. İsmail Kara ve Prof. Dr. Mustafa Kara gibi iki kıymetli hocamızın ismini görünce yerimde duramadım, "abi kardeş bir arada, daha önce hiç tesadüf etmemiştim, bu söyleşi kaçmaz" dedim içimden ve ani bir kararla Üsküdar`dan vapura binip Cağaloğlu`na doğru yol tuttum. Cuma namazının ardından okula geçtim.
Kapıda Türkiye Yazarlar Birliği Başkanı Mahmut Bıyıklı`yı ve Şair Hüseyin Akın Ağabeylerle karşılaştım, birlikte müdür odasına geçtik. İstanbul Erkek Lisesi ne okuldu ama, mimarisiyle, atmosferiyle büyüleyiciydi gerçekten...
İsmail Kara Hocamız çok güzel bilgiler paylaştı, içinde Nurettin Topçu`nun olduğu çeşitli fotoğraflarla bizleri adeta maziye götürdü ve şu önemli tespitlerde bulundu: "Benim yorumuma göre, Türk olduğu için Avrupa`da; İslam`ı ve hususen tasavvufu öne çıkardığı için Türkiye`de, Nurettin Topçu`nun yeri sürekli olarak kalın şallarla örtülmüştür. Bu hâlâ devam ediyor. Tüm güzel gelişmelere rağmen Nurettin Bey`in fikriyatını örten bu şal henüz kaldırılmış sayılmaz." Genç arkadaşlarımıza Nurettin Topçu okumaya "Var Olmak" isimli kitaptan başlamalarını söyledi. Taşralı kitabında yer alan "Yıldırım`ın Huzurunda" metnini hususen tavsiye etti. Çok katmanlı ve müthiş bir metin olduğunu belirtti.
Mustafa Kara Hocamız ise bugünün Nurettin Topçuları nasıl yetişir sorusunu sordu ve kendi cevap verdi: "Şu üç putu kırmadan olmaz: Sekülerizm, materyalizm, kapitalizm. Üç donanım gerekiyor: Kişi maddeye tapmayacak, paraya tapmayacak ve dünyaya tapmayacak. Topçu`da bu üçü açıkça görülür. Bu olmadan olmaz, mümkün değil! Paraya pula, makama ve mansıba bağışıklık kazanmadan büyük işler yapmak mümkün değil. Büyüklerin hayatlarının detaylarına bakın, bunları görürsünüz. Seküler, materyalist, kapitalist kültür aynı zamanda bu zamanın tsunamileridir. Ayaklarımızı yerden kesiyor. Bu üç büyük putla hesaplaşamıyoruz. Topçu kalitesine erişme yolu açık, ama bu şartla. Bunun için de cehd ve gayret gerekiyor."
Konferansların sonunda iki kardeş, iki ilim ve irfan adamı, Türk Edebiyatı`nın unutulmayacak ismi Mustafa Kutlu`nun yanına gideceklerdi, ben de gözlerimin önünde cereyan eden bu güzelliğe ilgisiz kalamadım ve "müsade ederseniz ve bir mahzuru yoksa birlikte gidelim" dedim, İsmail Hoca "bir mahzuru yok, buyur" dedi.
Üçümüz yola koyulduk, yürüyerek Dergah Yayınları`na geçtik. Mustafa Kutlu`yu da çok seviyordum zaten, üç güzel insanı bir arada ve daha hususi bir ortamda göreceğim için içimde büyük bir mutluluk vardı.
Mustafa Kutlu ve Kara Hocaların selamlaşmaları, muhabbetleri, birbirlerini gördükleri andaki tebessümleri, birbirlerinin ellerini öpme çabaları eşsizdi doğrusu. Kutlu`yu görünce gözlerimin de içi epey gülümsedi. Neler yaptığımı, eğitimimi sordu, "doktora devam ediyor" deyince şaşırdı ve "daha liseli gibi görünüyorsun" dedi gülerek. Sonra bölümümü öğrenince kişilerarası iletişimin kültürlerarası iletişim boyutlarına da eğilmem gerektiğini salık verdi.
Sonra Nurettin Topçu ile uzun uzun yürüdüğü bir günden bahsetti Mustafa Kutlu, o yürüyüşlerinde bütün hayat hikayesini detaylı bir şekilde anlatmış kendisine. "O duyduklarımı hemen kayda geçseydim zamanında, hepsi gitti hafızamdan, sen olsan yapardın muhakkak" diye üzülerek seslendi İsmail Kara Hoca`ya...
Birlikteliğimiz boyunca hayatları gayretle, fikirle, kültürel anlamda üretimle geçmiş bu üç güzel insanı derinden süzdüm, hâllerine gıpta ettim. İsmail Hoca`nın "hem abim hem hocam" dediği Mustafa Hoca`ya duyduğu hürmet, heybetli duruşunun yanında gül çehre taşıyan Mustafa Kutlu`nun derinlik ve ciddiyet timsali İsmail Kara Hoca`ya "üstadım, efendi hazretleri" şeklinde yürekten gelen hitapları ne hoştu.
Mustafa Kutlu`nun rahatsızlıkları artmış olacak ki zaman zaman elleri titriyordu, doğrusu onu öyle görünce mükedder oldum, içim burkuldu. Kalbi adeta güzel kelimeler menşei olan, gözlerinden varlık sevgisi taşan, romanları ve hikayeleriyle "insanlığı yaşatan" Kutlu`ya dua ettim içimden, Rabbim sağlık, afiyet versin dedim.
Çıkarken Mustafa Kutlu`ya "fotoğrafınızı çekebilir miyim" diye sordum, "birlikte olsun" dedi, gönlümdeki murad da yerine gelmiş oldu.
Sonra İsmail Hoca ve Mustafa Hoca ile Üsküdar`a doğru yola revan olduk. Yemek ikram etmek istedim kendilerine, Mustafa Hoca "yemek ile aram yok" dedi. "Hocam uzun yol gideceksiniz, Bursa birkaç saat sürer, yesek güzel olur" dediğimde ise "daha iyi ya" dedi. "Gönül Mektupları" isimli kitabı vesilesiyle gıyaben tanıdığım ve içimden "muhakkak ki söylediklerini yaşıyor, çünkü sözleri gönle hitap ediyor" dediğim Mustafa Hoca`nın bu cevabına şaşmadım, "peki" dedim...
İşte böyle...
Plan yapsam, olsun diye uğraşsam, tüm bu anlar nasip olur muydu bilemem. İkram sahibi olan Mevla, ikram etti, hamdolsun...
Süleyman Ragıp Yazıcılar'ın Yazısı.