Mehdî`nin İşi Çok Zor!
Neden okudum şu lüzumsuz fakülteyi? Lüzumsuz diyorum, çünkü okumaya gerek yokmuş... Senin iki cihan saadetimize vesile olması için gönderdiğin din-i mübinin hakkında konuşmak için yıllarını verip liseler bitirip fakülteler okumaya gerek yokmuş...
Allah’ım Neydi Günahım? Günahım Neydi Allah’ım?
Bu cümleler sana isyan değil ya Rabbi, eğer kusurluysam da affet… Bu cümleler kullarına isyan… Öyle kulların var ki, insanı dininden ediyor… Önce bir İmam-Hatipli’nin sonra da yine bir ilahiyatçının gözyaşlarıdır bu yazılanlar… Sana serzenişidir.
Ergenekoncuları, dinsizleri, koministleri, başörtülü kız hunter’lerini (avcı) veya İmam Hatipli terminatörlerini kast etmiyorum Allahım… Benimle birlikte aynı safta namaz kılıp yerine göre bazen birlikte oruç açtığım, selam verip selamını aldığım kullarını diyorum…
Şimdi geldiğim noktada, onlar yüzünden şu acı soruyu soruyorum kendime: Neden okudum şu lüzumsuz fakülteyi? Lüzumsuz diyorum, çünkü okumaya gerek yokmuş… Senin iki cihan saadetimize vesile olması için gönderdiğin Dîn-i Mübînin hakkında konuşmak için yıllarını verip liseler bitirip fakülteler okumaya gerek yokmuş…
Ooof off.. Niye bunu bana daha önceden demedi ki bir Allah’ın kulu?
Mesela bir imam efendiye ahkâm kesip onunla münakaşa edebilmek için Mızraklı İlmihâli okumak yetiyormuş… Saâdet-i Ebediye okuyan halk içre müftü bile oluyormuş. Karşılaştığım bir arkadaş, okuduğu birkaç sahife ilmihal bilgisine istinaden, ilmihal sâhibi bir diğer İslâm âlimi Ömer Nasûhi Bilmen’in görüşlerini tenkit edebiliyor meselâ Yâ Rabbi!
Öyle Müslüman kulların var ki… Bildiği bir âyet meâliyle, tam anlamadığı diğer bir âyete karşı çıkıyor, işine gelen iki hadisi, kafasına yatmayan öbür hadise tercih ediyor…
Sen benden de iyi biliyorsun ya Allah’ım, ben yine de okur kardeşlerime bir anlatayım.
Bendeniz askerde tabur mescidinin sorumlusuydum. (Tbr. İmm. Çvş. Harun Kırkıl) Ramazan Bayramı arefesinde aynıyla yaşandı bu anlatılanlar…
Tabur Nöbetçi Subayı eydür: “Ey İmam! Bayram namazını hangi vakitte kılarsuz?”
İmam eydür: “Kumandanım 07:28 de kılınacakdur!”
- Höööst! Olmaz öyle şey! O vakitte kılunduktan gayrı Tugay Muâyede (bayramlaşma) Merasimine yetişilebilemez! Erken kılıverin biraz, olmaz mı?
- Olabilemez kumandanım efendim! Çünkü namaz erken…
- Neden olabilemezmiş Çavuşş! Allah’ın emri mi bu ya hu!
- ….!?
Hay Allah’ım Yâ Rabbim! Hadi o subayın dini bilgisi yeterli değil! Peki ben ona namazın vaktinden erken kılınamayacağını anlatmak için, deveye hendek atlatma antrenmanları yaptırırken, o esnada bizi dinleyen arkamdaki yedek subaya ne dersiniz? Memleketimizin herhangi bir mühendislik fakültesinden mezun Asteğmen eydür:
- Güneş doğarken namaz kılınmazmış hah! Ameller niyetlere göredir koçum! Yaaa!
- …!
Ya Rabbi ben bu kullarınla ilahiyatçılık, hocacılık oynamayacağım bundan sonra… Hep mızıkçılık, oyunbozancılık yapıyorlar.
Üç kuruşa beş köfte satılmayacağı dillere destan olmuşken… Kimse elindeki üç, dört bin lirayla son model bir Mercedes veya BMW satın almaya kalkmazken… Kafasındaki üç kuruşluk bilgiyle, ne ahkâmlar satan, fetvalar veren kulların var, Yâ Rabbi bir görsen…
Beş para etmez bir amatör lig oyuncusu olmak için bile, bilmem kaç yıl, üç kuruşluk meşin yuvarlağın peşi sıra deli dana gibi koşturmak gerekirken, ulemânın bolluğuna pes yani! Tezgâhındaki üç-beş çeşit mala bakıp kendini süpermarket zinciri zanneden kullarından illallah dedim…
Buna dair yaşanmış sayısı zatınca mâlum binlerce misâlden bir diğerini de arkadaşım anlattı. O da bir ilâhiyatçı; ama normallerinden farklı… Meselâ, biraz daha serbesttir kıyafet seçiminde. Kumaş pantolon yerine kot tercih eder, gömlek yerine tişört veya eşofmanımsı bir şeyler, ceket yerine aycı yeleği veya rengârenk montlar giyer… Penguenin zebra çizgilisi gibi bir şey yani… Hâsılı onu tanımayan ilâhiyatçı olduğunu anlamaz… Bazı bazı faullerini uzattığı bile olur. Bir zamanlar ulemâ-yı kirâmın uğruna sehpâlara gittiği şapkayı bile taktığı vâkidir, hafazanallah...
İşte bu arkadaş bir gün, sıfatı herkesçe mâlum olan güzîde şehrimiz İzmir’e gitmektedir. Otobüs bir tesiste çok kısa bir mola verecektir. Cübbesi ve başındaki takkesine yaraşır uzunca sakalıyla bir hacı amca şoför beyden istirhâm eder edebiyle:
- Şoför Bey oğlum, mola süresi belki yetmez diye söylüyorum; yatsı namazını kılacağım da… Gecikirsem biraz beklersiniz mi acaba, nasıl desem bilmem ki!?
Ol vakitte otobüsten bir feryâd ü figân yükselir ki, yolcuların vaveylası semâvâtı titretir. Hacı amca ne bilsin! İstanbul’dan İzmir istikâmetine gitmekte olan ……… firmasına ait otobüste, üç imam çocuğu ile birlikte bir müftü torunu, akrabası müftülükte çalışan dört kişi, babaannesi hacca gitmiş muhtelif cinsiyette sekiz insan, dedesi her sene hacca giden beş kurnaz esnaf, en az bir, en fazla iki dînî kitap okumuş on altı tane aydın vardır…
Fetvalar ve dînî kavramlar havai fişek misali ciuuv ciiuv diye uçuşmaya başlar, sağdan soldan patır patır patlar:
- Namaz kılacağım diye bu kadar insanın kul hakkına mı gireceksin ayoool!
- Otobüste de kılsan olur! Neden kılmıyon ki!
- Namaz kıldığını herkese göstermek istiyordur belki, pis mürâyî!
- Riyâkâr adam! Sen bu namazdan sevap mı alabilirsin!?
- Seni gidi din istismarcısı seniii! Kamusal araçlarda irticayı hortlatmana asla müsaade etmeyiz! Seyâhat ayrı şeydir ibâdet ayrı şeydir. Türkiye lâiktir lâik kalacak!
- İnsanın kalbi temiz olmalı… Yoksa boşuna kılıyorsun sen namazı…
Velhasılı otobüste konuşmayan sadece, ilâhiyatçı olduğu bilinmeyen bizim arkadaş ile arkalarda oturan bir gariban kalmış sadece. İnsanlar onların da bir şeyler söylemesini beklerken daha fazla dayanamayan arkadaşım patlamış artık:
- Yeter bee! Bir de bana neden Allah’a Peygamber’e inanmadığımı sorar dururlar! Birinizin dediği diğerini tutmazken ben sizin dininize ne diye inanacağım be! Ben sizin dininize de Allah’ınıza da… Ben ateistim kardeşim var mı itirazı olan! Hee!
Biraz önce kuru sıkı fetvalarla etrafı velveleye veren insanlar, yutkunurken bile ses çıkarmama gayretine soyunmuşlardır anında… İlâhiyatçı kardeş eydür:
- Ben nasıl özgürce Allah’ınızı inkâr ediyorsam, tanrıya inandığını söyleyen bu amca da gidip namaz mı kılacak, ne yapacaksa istediğini yapabilir. Hadi bakalım hacı amca yürüüü…
Hacı amca dahil otobüsteki hiç kimse itiraz edememiş ya Rabbi! Arka koltuklardan birinde oturup da zar zor kendini zapt eden bir ehl-i dil de son darbeyi vurmuş:
- Ne oldu lan size birden böyle! Sıkıyorsa hadi konuşsanıza yine!
Eğer günaha girdiyse, sen benim o güzel kardeşimi bağışla Allah’ım! “Ben ilâhiyatçıyım” diyerek başlasaydı, vallahi o otobüsteki kullarından hiçbirine lâf anlatamazdı. Otobüsle İzmir istikâmetinde yolculuk eden kulların değil hem sade! Cami bahçesinde sırât-ı müstakîm istikâmetindeki kulların da kolayına laftan anlamıyor artık! Çünkü gazetenin diğer bütün ekleriyle birlikte Ramazan eklerinin de rahle-i tedrisinden geçen, takvim yapraklarını su gibi ezbere bilen, bir ilmihâl okuyup Seâdet-i Ebediye’ye nâil olduğunu zanneden ulemâ-yı benân kullarına, Mızraklı İlmihali’yle bir ulema ordusuna meydan okuyan cengâver Müslümanlara, televizyon ve radyolarda dini ihtisas yapmış akademik müminlere, şöyle birkaç bölümünü okuduğu Büyük İslam İlmihali ile Büyük İslam Âlimleri’ni bir kalemde silen kalem sahiplerine artık sadece söz yetmiyor. Dipnot istiyorlar, resmen kaynak soruyorlar…
Hele hele, hacıdan, hocadan ya da diyanette çalışan -velev ki çaycı bile olsa- eş-dost, akraba-yı taallükâtı varsa!
Ne dediğine değil nasıl söylediğine bakıyorlar… Anadolu lehçesiyle konuşuyorsa, a aah… Ama diksiyon satarak, TRT haber spikeri gibi konuştu mu tırsıyorlar…
Anlatılanın tesirli olabilmesi yaşayıp-yaşamadığına bakmıyorlar. Konuya uygun bir fon müziğiyle desteklemen gerekiyor. Karşısındakini dinlerken kendisini radyo programı dinler gibi hissetmesi gerekiyor herhalde…
Yâ Rabbi! Mehdî (a.s.)’nin işi çok çetin olacağa benzer…
Harun Kırkıl'ın Yazısı.