…Dünya isimli uzay yaratığımız yıldızlı semalardaki haşmetin içinde masum bir gezegen görünümünde seyretmeye devam etti. İçerisinde barındırdığı biz uzaylılar ise, arsız haşaratlar gibi bir yandan dünyanın doğal dokusunu kemirdik, diğer yandan uzay boşluğuna zehirli pis atıklarımızı sevk etmek için atmosferi delik deşik ettik…

Obama seçimleri kazandı. Çikolata renkli siyasetçinin güz dallarının nahif esintisi eşliğinde icraatlar da bulunacağı tahmin edilse de biz biliriz ki Amerika daima mazlum halkları ağlatır… Amerikanın başına “ben Müslüman oğlu Müslüman’ım” diyen biri de geçse bu değişmez, bu ülkede amaçlar ve araçlar kurumsallaşmıştır bir kere. Bu ülkeye dair ne duysam beni gıcık ediyor. Aynen ıslak ipi dişinle koparmak gibi, iki metal birbirine değince çıkan cızırtı gibi, şeftali tüyü gibi, diş gıcırdaması gibi… ıyk!

Sırf bu yüzden Amerika’nın geçtiği pek çok haberi atlama kararı aldım. Atladım da iyi mi oldu. Bu kez kendimi Patani’de buldum. Tayland’ın her gün binlerce insanı katlettiği Müslüman bir ülke Patani. Dinlerini özgürce yaşayabilmek için iki asırdır savaşan bir ülke. Güneydoğu Asya’nın en dindar halkı olan Patanili’ler İslam dünyası tarafından çoktan unutulmuş. Bu ülkede olup bitenler bir halkın kurtuluş mücadelesi olarak değil Tayland’ın iç meselesi olarak medyaya yansımış hep. Tayland hükümetinin en büyük amacı işgal ettiği bu zengin topraklara kendi Budist halkını yerleştirmek ve Patanili’leri ortadan kaldırmak. Hani o ünlü filminde Sadri Alışık’ın “bu da mı gol değil bu da mı” diye bağırışı geliyor aklıma. Ve tutamıyorum kendimi “bu da mı zulüm değil bu damı, bu da mı?”

* * *

…Deniz Feneri Derneği ile alakalı manşetler atıldı. Herkes her şeyi söyledi. Bense olayı özetleyen tek bir hikâye okudum. Yüreğime paslı bir bıçak gibi dokunan bu hikâye şöyleydi.

“Bir gün çölde atıyla ilerleyen bir ihtiyar, yerde yatan bir adam görür. Ona yardım etmek için hemen atından iner ve yanına diz çöküp adama ne olduğunu anlamaya çalışır. Tam bu sırada yerde yatan adam kalkıp koşarak boş kalan ata biner ve gülerek “herkese inanmamalısın” der. Atını çaldıran adam o an ağlamaya başlar. Hırsız şaşırır “ilahi adam atın bu kadar mı değerliydi” der. Yardımsever ihtiyar şöyle konuşur “ ben atım için ağlamıyorum. Düşündüm de bu olay halk arasında yayılınca bir daha hiç kimse atım çalınır korkusuyla yerde yatan birine yardım etmeyecek… Ben buna ağlıyorum”

* * *

…“Mustafa” filmi konuşuldu durdu. Şahsen üzerine çok fazla konuşulan çok fazla yorum yapılan, “izlemedim ama şöyle düşünüyorum” lafları ile cacığa çevrilen filmleri izlemeyi -en azından o sıralarda- sevmiyorum. Ha bir de çok fazla efekt ve gürültü olan filmlerden hoşlanmıyorum. Ayrıca ekşın film kapasitem haber bültenleriyle haşır neşir olduğum anlarda yeterince doluyor. İstiyorum ki izlediğim sinema bana bir “hikâye” anlatsın. Züğürt ağa filminde ağaya her akşam hayber kalesini ve güreşçi Ali’yi heceleyerek okuyan çocuk vardır ya. İşte o tatta o sıcaklıkta hikâyeler. Hikâye içinde hikâyemiz yazılsın diye…

En son bu tadı Majid Majidi’nin “Baran” isimli filminde aldım. Film on sekiz ödüllü bir film. Bu filmi biraz anlatmalıyım size çünkü ben “durun anlatmayayım da izleyin” diye bir tavsiye yazısına inanmam. En azından ucu azcık kanatılmalı filmin. Hikâye İran’da geçer. Amerikanın Afganistan’ı işgali ile İran a geçen mülteciler, yasak olmasına rağmen ucuz oldukları için inşaatlarda çalıştırılır. Böyle bir inşaatta çalışan yaşlı bir Afgan işçinin bir gün ayağı kırılır. Adamın beş çocuğu vardır ve en büyük kızı olan Baran onlara bakmaktadır. Paraya çok fazla ihtiyaçları olduğu için Baran erkek kılığına girer ve inşaatta babasının yerine çalışmaya başlar. İranlı bir işçi olan çaycı Latif yeni gelen bu delikanlıdan hiç hoşlanmaz. Çimento taşıyamayan bu zayıf delikanlıya Latif’in işi olan çay servisi işi de verilir. Böylece Latif ondan hepten nefret eder. Baran’ın üzerine boya döker, türlü eziyetler de bulunur. Ta ki onun bir genç kız olduğunu anlayıncaya kadar… Filmin buraya kadarı anlatılabilir kısmı. Ama gerisini hatırladıkça içime bir düğüm atılıyor… Özellikle genç erkeklerin ve genç hanımların muhakkak izlemesi gereken bir film… Aşkı iki mesaj arası seyr-ü sefer sananlara iyi bir ders olabilir. Aslında filmin repliklerini falan da yazardım ama yerim dar. Hem seyir defterini hatıra defterine çevirmeyelim değil mi?

* * *

…De javu ya da bu kaçıncı baskı… Her şey değişti globalleşti networklar dertwork oldu da şu bizim yanlı medya “türban ile başörtüsü arasındaki yedi farkı bul” oyunundan kurtulamadı. Kuzey Afrikalı hayık ile örtünür, Afgan kadını burka ile Ortadoğulu bir kadın hicab ile İranlı çadar ile örtünür. Ama Türkiye deki kadınlar türban, başörtüsü, geleneksel örtü ve siyasal simgeden harmanlanmış kaotik bir malzeme kullanır. Bir kadın başına o örtüyü aldı mı direkt kaos çıkar. Sistem için alarm verir. Potansiyel bir tehlike, radikal bir eylemci haline gelir. “Başörtülü kadın” değil transformestır mübarek.

Sonra bu medya, oluşturduğu korku ve kaos ortamına kendi de inanmaya başlar. A. Turan Alkanın anlattığı bir hikâye vardır. Vaktiyle illerimizden birinin valisi makam arabasıyla bir köyü ziyaret eder. Ziyaret sona erince köylüler kendi aralarında şöyle konuşur “bize bir vali geldi, içinden adam çıktı”.. aynen bunun gibi bir gün korku ve kaos medyası da böyle söyleyecek “bir tesettürlü kadın gördük, içinden bildiğin insan çıktı”:)

* * *

İki bin sekiz yılının sonlarında anladım ki hayat bana daima yapmam gerekenleri değil yapmamam gerekenleri söyledi. Oradan gitme tehlikeli peki nerden gideyim onu sen bulacaksın. Ona, şuna, buna inanma peki kime inanayım onu sen bileceksin. O mesleği seçme şunu da bunu da… Peki hangi mesleği seçeyim, onu sen düşüneceksin. Yapmam gerekenleri hep ben bulacaksam bu oyunu ben kendim oynuyorum demektir. İşte bu yüzden yapmayacaklarımı bir kenara koyup yapacaklarımı listeledim. Sırf bazı günahlara bulaşmadığım için kendimi melek gibi görmeye başlıyorsam ve sevap kazanmak için kılım kıpırdamıyorsa burada bir sorun var diye düşündüm. Rimbaud hani demiş ya “kendini keman sanan odunun vay haline” diye. Bir nevi öyle bir durum… Günah işlemeyince ateşe atılmıyorsun ama odunluğun baki kalıyor. Oysa keman olabilmen için yontulman, iyilik ve güzel ahlak ile şekillenmen gerekiyor.

* * *

Seyir defterine şerh: Kaptanlık kim ben kim be defter? Hz. Nuh’a özenip bir gemi yapsam, benim gemime sadece çifter çifter sorunlar biner. :) 


Ayşegül Genç'ın Yazısı.