Sinemada Güneş Gözlüğü İle Film İzlemek
Aslı Toprak
Son okuduğum kitapta şöyle bir söz geçiyordu. “aldığınız zevk korkunuzdan baskın olduğu müddetçe gaza basmaya devam edersiniz. Ama diyelim ki yolun üzerinde bir tehlike belirdi. O zaman korkunuz ön plana çıkar ve gazdan ayağınızı çekersiniz”.*
Son zamanlarda etrafımdaki sinemaseverler sanki bu sözü kanıtlar nitelikteler. Allah korkusu aldıkları zevki bastırmadığı için yahut Allah’tan hakkı ile korkmadıkları için arsızca gaza basmaya ve zevkin dozunu artırmaya devam ediyorlar.
Gidilen sinemaların kalite(!) çıtası, alınan zevk ile doğru orantılı. İşte bu yüzden herkes en çok neyi izlemiş, nereye gitmiş sorularının cevabı “kaygıları olan bir Müslüman” için pek fazla bir şey ifade etmiyor.
Misal şimdiye kadar sinemaya gidip de hüsranla eve dönmediğim gün yok gibidir. Üstelik her filme ya bir arkadaş önerisi ya da bir tavsiye yazısı üzerine gitmişimdir. Ve sinemadan eve her dönüşümde helak edilmiş kavimlerin yükü belimi bükmüştür. Onların helak edilmesine sebep olan eylemleri arka arkaya dev bir ekranda izlemek ve ruhumuzun “birazdan helak olabiliriz” diye s.o.s sinyali vermesini kulak ardı etmek belki de hepimizin genel halet-i ruhiyesi.
Bundan yıllar önce kaygıları olan Müslümanların gündemine “25. kare” denilen “bilinçaltı mesaj verme yöntemi” girmişti. Her birimiz nasıl da ürkmüştük. Bir göz, saniyede 24 kare algılayabiliyordu ve usta bir yönetmen saniyeye 25. kareyi de sığdırarak istediği subliminal mesajı insan bilinçaltına yerleştirebiliyordu. Böylece siz farkında olmadan bu psikolojik yöntemle propaganda yapılıyor, dini ritüel ve semboller ya da cinsel sapkınlıklar bilinçaltınıza yerleştiriliyordu.
Oysa şimdilerde 25. kare yi kendimiz gidip bizzat alıyoruz. Yönetmenler yahut yapımcılar izleyiciye vermek istedikleri her şeyi direkt veriyorlar. Takva filmini izleyenler bilir. Filmin ismi “takva” olunca ve pek çok kişi tavsiye edince ister istemez bir beklentiyle gitmiştim filme. Sinemaya gidip koltuğa oturduğumda zikir sahnesinden sonra pat diye cinsel içerikli bir sahnenin gireceğini elbette bilmiyordum. Yönetmen bu iki sahneyi öyle bir ivedilikle birbirine bağlamıştı ki, sağa bakarken soldan gelen yumruğu hissedememiş, gözlerim bir anda nakavt olmuştu. İlk kez o filmde yenildiğimi, hem de fena halde yenildiğimi hissettim. Kandırıldım. Yönetmen veya senarist bana gözlerimi yere indirecek kadar bile bir süre tanımamıştı.
Bu yenilgi sinema salonlarına yöneldiğim anlarda acı bir hatıra olup ara sıra ruhumu yoklasa da, ben hep “belki bu kez” dedim “ belki bu kez ruhumu kanatlandıracak bir film izleyebilirim”. Belki de filmlere çok fazla beklentilerle gidiyorum. Kim bilir? Belki de bir beklentinin olmaması, bir beklentinin kalmaması için para ödüyorsunuz gişelere.
Hiç unutmam dini hassasiyeti olan bir gazete, vizyonda olan bir film hakkında öyle övgülerde bulunmuş ve tam sayfa tanıtmıştı ki… Boş bulundum gittim. Filmin ortalarında koltuğuna sinmiş, küçülmüş, kapkaranlık ortamda güneş gözlüklerine sığınmış başörtülü biri vardı. Film arasını zor getirdi. Ve filmden çıkarken kendisini tanıyan birisi olmasın diye dua ederek ve görünmemeyi umarak ortadan kayboldu. İşte o başörtülü bendim. Ne hazin son; sinemada güneş gözlüğü ile film izlemek.
Sonra dönem filmleri sıralandı önümüze bir bir. Bazılarına gittim evet. Ama aynı dönemin aynı insanlarını, aynı parkaları ve aynı yumrukları görmek bir yerden sonra sıkmaya başlayabiliyor ve mütemadiyen soruyorsunuz “bu dönem herkes mi solcuydu” diye. Özellikle belirli gruplar akın ettiler bu filmlere. Kendi acılarını gördüler ve çoğu kendi acılarında iyileşmeyi umdu. Ama anası babası bu tür fikirlerle mücadele etmiş benim gibi biri, durmadan bu tarz hikâyeler izleyince ne hissedebilir ki? Onlar için üzülmek istesem bir filme gitmem ben. Açar tarih okurum. Google earth programını açar eski s.s.c.b üzerinde şöyle bir gezinirim olur biter:). Yahut Küba’da yeni yaptırılan bir camiye Müslümanların sığmayışını anlatan bir Hakan Albayrak yazısı okurum.
Uzatmanın anlamı yok. Ortak zevklere güvenmiyorum. Tavsiye yazılarına inanmıyorum. Ahlaki yozlaşma tavan yaptığı için arkadaş önerilerine takılmıyorum. Çünkü çıplaklık, küfür ve seviyesizlik; medya, internet veya sokak sayesinde öyle yerleşti ki beyinlerimize kimse gördüğünü algılamıyor, kimse duyduğuna aldırmıyor. Filmlerdeki bu tür ayrıntılar yokmuş gibi davranıyor herkes. “git bu filme” diyor gönül rahatlığıyla “git ve izle”. Gidiyorsunuz ve baştan aşağıya sapkınlık, küfür, argo.
Belki de sorun bendedir. Nihal Bengisu bir yazısında deniz ve tesettürlü kadın ile alakalı olarak “deniz ile benim ilişkim yürümeyen bir ilişki” demişti. Aynen onun gibi sinema ile benim ilişkim de yürümüyor. Sizinki nasıl yürüyor hayret ediyorum!
*Büyü Dükkanı, Yeşim Taş, sf: 23.
GENÇ'ın Yazısı.