Huzeyfe Erdemir

İnsan varlığını üç temel kavramın üzerine oturtmuştur. Bunlar iman, amel ve ahlaktır. İman insanın teslimiyetini; amel bu teslimiyetini hayatına yansıtışını; ahlak ise bu iki hali kapsayıcı değerler sistemini oluşturur. İnsan tarih boyunca bu üç temelin ahengiyle hem kendini inşa etmiş hem de tarihe iz bırakmış toplumlar, devletler kurmuştur. Çünkü bu üç kavram birbiriyle mündemiç bir yapıya sahiptir. Mesela inanmış fakat inandığını amele dökememiş bir anlayış ne kadar hüsrana uğramaya mahkûmsa ahlaksız bir inanmayı amel edinmiş bir toplum da o kadar hüsrana uğramaya mahkûmdur. Tabi bunların yanında bu kavramlardan müteşekkil anlayışın referans aldığı öz kaynak da bir o kadar ehemmiyetlidir. Çünkü insan fıtratı gereği kendi anlayışını oluşturur ve bu anlayışa meşru bir öz istinatgâh bulur ve bu anlayışın üstüne anladığı iman, amel ve ahlakı kondurur. Oluşturduğu bu yapı kendisi için bir meşruiyet zemini bir dünya görüşü oluverir. Fakat zamanla diğer insanların anlayışlarına, yaşayışlarına zıt bu telakki benzerini deneyen ve daha farklı ve yeni bir anlayışla ortaya çıkan başka bir yapının kurbanı oluverir. Mesela geçmişte rakibini yenmeye inanmış bu inancını çalışarak amele dökmüş bunların yanında da yaptığı işin ahlakına riayet etmiş bir gladyatör masum insanları öldürme işinde o günün hâkim anlayışına göre ‘kahramanlık apoletlerine’ layık olmuştur. Fakat aynı zaman diliminde mazlumun masumluğuna inanmış onu korumak için saklamış bu durumu da tamamen toplumda kabul görmeyen fakat kendi inandığı ahlak anlayışına göre yapmış bir insan, döneminin hâkim anlayışınca ‘suçlu’ olarak hatasından dönmeye zorlanmıştır.

Aynı şekilde İslam öncesi Arap toplumunda kızların diri diri toprağa gömülmesi dönemin iman, amel ve ahlak anlayışı açısından sorun teşkil etmezken; İslam’ın yaygınlaşmasıyla birlikte yasaklanmış ve insanların bu husustaki anlayışları yenilenmiştir. Şimdi bu son örneğimizi diğer örneğimizle birlikte düşündüğümüzde şunu görürüz; iman, amel ve ahlak kavramları eşsiz ve ebedi bir öz kaynağa dayandırılmazsa her devir ve çağda kısa sürede yerini farklı anlayışlara bırakabilmektedir. Yani öz kaynağımızın geçmiş ve gelecek her devirde insan fıtratıyla örtüşecek, bunun yanında eskimez yeni hüviyetine sahip olacak bir yapısının olmasını istiyorsak bu öz kaynağı ilahi temelli atmalıyız. Yoksa oluşturduğumuz her amel, iman ve ahlak anlayışı evvela öz kaynağını insanın sınırlı aklından aldığı için eksik, ahengi sağlayamayışıyla da yok olup gitmeye mahkûmdur.

Bu çıkarımın temelinde yatan saik insanın öz kaynağını fıtratının oluşturması bu fıtratı da bir yaratanın bulunmasıdır. İşte bu sebepledir ki ilk insandan beri İslam bu ahenge öz kaynaklık teşkil etmiş, yeniden tanımladığı iman, amel ve ahlak anlayışıyla tarihte birçok toplumun bu kavramları fıtratlarına göre anlamalarını sağlamıştır. Şimdi dünyanın onca akan Müslüman kanına, Akdeniz kıyısına vuran bebeklere neden sessiz kaldığını anladınız mı? 


GENÇ'ın Yazısı.