Şeytan Damarlarımıza Kişisel Gelişim Kitapları İle Giriyor!
Murat Küçükçiftçi
Bülent Akyürek “Ve Tanrı Ağladı, Cinnetim Cennetimdir, İtin Biri, Yağmur Getiren Fırtına, Zamanın Efendisi” adlı yeraltı kitaplarıyla tanınmış bir romancıydı. Son beş yıldır “Kadınlar Üstüne, Boş Laflar Antolojisi, Seviyordum Söyleyemedim, Yılgın Türkler” gibi çok satan kavga kitapları kaleme alan Akyürek’in son çalışması “İçinizdeki Öküze Oha Deyin” isimli kişisel gelişim kitaplarının zararları hakkında faydalı bir kitap. Kendisiyle Vadi Kitabevi’nden çıkıp Sakarya’ya oturuyoruz. Çaylarımız geliyor. Ve başlıyor Bülent abi. Buyurun o sıcak sohbete:
“İçinizdeki Devi Uyandırın, Her Şey Sensin, Eğer İstersen, Başarının Zenginliğin Yolları, İkinci Olmayın, Zirveye Koşanlar....” gibi binlerce “Kişisel Gelişim” kitabı var. Dikkat edin bu kitaplar Kur’an’ın tersinden yazılmış şeytani metinlerdir. Kibri kazanmayı, başarıyı öğütleyen bu kitaplar nefisimizi kışkırtıyor, bizi özel kılıyor, bize gaz veriyor, faniliğimizi-kulluğumuzu unutturuyor. Şeytan, damarlarımıza bu kitaplar aracılığıyla girdi, kanımızda kişisel gelişim canavarlarının şeytani ayetleri geziyor.
– Bülent Abi, yüz binlerce insanın okuduğu “Kişisel Gelişim” kitaplarına karşı savaş açmayı ne uğruna göze aldın?
– Modern insan kul olmayı unuttu. Eğer sizden güçlü bir şeyin varlığına inanmazsanız kendi gövdesine tapınan bir yaratık olursunuz. Beden “Biricik” olunca psikopatlığın belirtileri ard arda çıkmaya başlar. Çünkü “Biricik” olan bir bedeni pahalı arabalar gibi çizdirmemeye gayret ettikçe paranoyak huzursuzluklar geçit töreni yapar. Kişiliğinize doğrultulan en küçük bir eleştiriyi kaldıramaz hale gelirsiniz. Dakikalar geçmez, her ilişki, her bakış tehdit halini alır. Dünyadaki bütün ibadet tarzları dik başlar ama secdede biter. Yaratıcının karşısında boynu bükük, bakışları korkak, alnı yerde olan bir insan “Gurur”un pençesinden kurtulur. Gurur şeytanidir. Gururda kibir vardır. Kibir de şeytanın karakteridir. Hz. Adem”i kıskanan şeytan “Ben ateştenim o topraktan…” diyerek kendi malzemesine daha yüksek bir değer biçmiştir. Oysa bir avuç toprak ateşi söndürebilir. Bugünkü modern insan da nesnelerden, malzemelerden yola çıkarak değer kıyaslarına girişiyor. “Üstünlük takvadadır,” diyen Kuran-ı Kerim’le günden güne çelişiyoruz. Güce, mevkiye, diplomaya, karizmaya, yeteneğe inanmayan çok az insan kaldı. Psikopat, putperest, başarıya odaklanmış, kazanmanın her yolunu mubah sayan, kibirli bir nesil ile burun buruna geldik. “İnsanları pis bir avcıya dönüştüren felsefe nedir?” diye düşünürken “Kişisel Gelişim kitapları”yla karşılaştım. Meğer insanlığın, tevazunun, yetinmenin, şükredebilme erdeminin katili bu kitaplarmış, inanın çok şaşırdım…
– Kişisel Gelişim kitaplarıyla beslenmiş bir insanın karakter yapısı çok mu sinirlerinizi bozuyor?
– Kur yapan güvercin gibiler. Kendilerini pazarlama gayretiyle vücut dillerini kullanıyorlar. Kadere değil çalışmaya inanıyorlar. Şükür yok rekabet var. İkinci olmaktan ödleri patlıyor. Dünyaya mutluluk için geldiklerine iman etmişler. Pavyon mu burası? Pavyona eğlenmeye değil, dünya sınavını atlatarak cenneti hak etmeye geldik. İşlerimiz iki gün kötü gidince ya da bir gün nezle olup aksırınca isyan ediyoruz. Şımarık hayvanlara döndük. Kul değiliz. Hakkımıza düşene razı olmuyoruz. Konforumuzdan olacağız diye uykularımız kaçıyor. Aklın, beynin, düşüncenin stoklandığı beyin, vücudun en üst bölgesinde duruyor, biz o kafayı ayaklarımızın altında çiğnemeden Sırat’ı geçebileceğimizi sanıyorsak çok yanılıyoruz. Bir dakika soluk alamayınca ya da ne bileyim hamsi balığının kılçığı boğazına takılınca ölebilen, bir damla nutfeden yaratılmış insanoğlunun dimdik yürüyüp, kendi yeteneklerine, kendi bileklerine güvenmesi benim bile sinirlerimi bozuyor. Bir de dik yürüyenlerin yukarıdan nasıl göründüklerini düşünürsek, sanırım oturup hallerine ağlarız. “İçinizdeki Devi Uyandırın, Her şey Sensin, Eğer İstersen, Başarının Zenginliğin Yolları, İkinci Olmayın, Zirveye Koşanlar….” gibi binlerce “Kişisel Gelişim” kitabı var. Dikkat edin bu kitaplar Kuran’ın tersinden yazılmış şeytani metinlerdir. Kibri, kazanmayı, başarıyı öğütleyen bu kitaplar nefsimizi kışkırtıyor, bizi özel kılıyor, bize gaz veriyor, faniliğimizi-kulluğumuzu unutturuyor. Şeytan, damarlarımıza bu kitaplar aracılığıyla girdi, kanımızda kişisel gelişim canavarlarının şeytani ayetleri geziyor. “İnsan bir şeyi çok ister ve ona odaklanırsa çekim yasalarına göre mutlaka kazanırmış!” Çekim Yasası nedir Allah aşkına? Biz ona dua diyoruz. Hayırlı olması koşuluyla, Allah’tan gelecek her şeye razı olarak ısrarla dua ederiz, gerisi takdir-i ilahi? Öyle değil mi? İnsanın bir şeyi çok istemesinin ne önemi olabilir ki? Tasavvuf bize “İstememeyi istemek” ten bahseder. İbadet yok, kulluk yok, hak hukuk yok ama hepimiz bir şeyler istiyoruz. “İnsan bu kadar yüzsüz bir mahlûkata dönüştüyse bize batıdan gelen Kişisel Gelişim kitaplarının bu işte büyük rolü vardır.” diyorum…
– Bülent Abi, sen “Ve Tanrı Ağladı, Cinnetim Cennetimdir, İtin Biri, Yağmur Getiren Fırtına, Zamanın Efendisi” adlı yeraltı romanlarıyla üç kuşağın efsane romancısıydın fakat son beş yıldır “Kadınlar Üstüne, Boş Laflar Antolojisi, Seviyordum Söyleyemedim, Yılgın Türkler” gibi çok satan kavga kitapları yazmaya başladın. Artık roman yazmayacak mısın?
– Artık roman yazmayı kadınsı buluyorum. Kelimelerden bir büyü yapıyorsunuz ve gizli bir duygusal çapkınlığın kurbanı oluyorsunuz. Bir de roman, her şeyi anlatabilme imkânlarıma karşılık vermiyor artık. Ben yedi yıldır şaheser niteliğinde bir roman yazıyordum o sırada Amerika Irak’a girdi. O hınçla batıya saldırmak istedim ama aşk romanının içine böyle bir şey sıkıştıramazdım. 450. sayfada bıraktım ve kendimi acilen eleştiri-deneme türüne verdim. Profesyonel bir romancının düzyazılarda başarılı olması ihtimali yoktur ama çok şükür Allah yardım etti ve yüz binlerce insana ulaştım. Şimdi canım istediği an Amerika’ya, Avrupa’ya küfredebiliyorum! “Amerika; Irak’tan, Afganistan’dan çekilmeden roman yazmayacağım!” demiştim sözümü tutuyorum… Müslümanlar tüm dünyada zulüm altındayken evde oturup kadın gibi roman yazamam! Bunu benden isteyemezsiniz…
– Abi, “Kişisel Gelişim” kitaplarındaki “İlkeli İnsan” yerine “İlkel İnsan” modelini mi sunuyorsun?
– İlke, prensip insanın kutsal kitaplardan bağımsız olarak kendi kendisine koyduğu kurallardır. Günah ve haram kıstaslarının yerini prensiplerin alması, kişisel mikro dinler yarattı. İnsanlar internet sitesi kurar gibi küçük, bencil, kişisel dinler kuruyorlar artık. Prensipleri ayet, peygamberleri kendi vücutları oluyor. Gövdeleri mabetleşiyor… Müslüman yeri gelince sahih bir rüyanın peşine düşerek tüm hayatının akışını değiştirebilir. Faniyiz, yanılabiliriz, tövbeden günaha, günahtan tövbeye gelgitler yaşayabiliriz. Hakkımızdaki her şey önceden yazılmışken insani prensiplerle neyi değiştirebiliriz ki? Zaten insanın fıtratı dikey bir hidayet şimşeği yemeyince değişmiyor. Hepimiz zaman zaman başkalarını ve kendimizi bir şeylere ikna ediyoruz ama ikna olan insanın fikirlerinin de değiştiğini hiç kimse söyleyemez. İkna, maçı uzatarak zaman kazanmaktır. Maçı her zaman fıtrat kazanır. Bugün modern batının tanımını yaptığı “İlkel insan” benim anladığım şekliyle eşref-i mahlûkattır. Çünkü onun daha insani korkuları vardı. Hayvan avlayarak karnını doyuruyordu. Şimdi Avrupa da idama mahkûm köpekler, papağanlar var… İnsanlara verilen cezalar hayvanlara da uygulanıyor! Bir hayvan, niçin insanların anayasalarına göre yargılansın ki? İlkel insan doğum kontrolü yapmıyordu, tabiatla zıtlaşmıyordu, ilkel de olsa insandı? Biz şimdi kendimize ne diyeceğiz? “İlkel” sadedir. “İlkel” i değil moderni anlamaya çalışırken zorluk çekeriz. Hâşâ “İlkel” dediğimiz şey Allah’ın yarattığıdır. “İlkel”in üstüne kendimiz bir şeyler koydukça yapı karışıklaşır ve “Modern” olur. Yani “Modern” kul yapısıdır, ne kadar güvenebiliriz ki? İlkeleriyle yaşayan insan; hem devletin anayasası hem de Allah’ın kurallarının dışında adımlar atar. Bu bencilliğin, egoistliğin adı “Modern” oluyor. Bir şeye inandığınız vakit kendi güçlerinizden kurtuluyorsunuz. İnancın en büyük yararı budur. Kolay mı insanın kendinden kurtulması?
– Görsel bir çağdayız Bülent Abi, sinema her geçen gün önemini biraz daha arttırıyor. Sence sinema bu kadar önemli mi?
– Karanlık bir salonda kıpırdamadan bine yakın adamın gözlerini bir duvara dikmesi oldum olası bana komik gelmiştir. Biz küçükken sinemada gazozumuzu, sigaramızı içer filmimizi izlerdik. O zamanlar bir adam mahallede iki kötü adamla mücadele ederdi, sevdiği kızı almaya çalışırdı, dünyayı uzaylılardan kurtaran Amerikalılar yoktu. Filmler daha sıradan, ilkel ama samimiydi. Ne zaman ki seyircinin gözyaşlarını modern sinema sildi, o zamandan beri film izlemiyorum. Bir Hollywood yıldızının gerisini izlemek için niçin sigara içmeyecekmişim? Söyler misiniz bana, karşısında sigara içilmeyecek kadar saygın bir insan kaldı mı acaba? Sinema göze, kulağa, bütün duyu organlarımıza filan aynı anda hitap ettiği için tembellerin işidir. Yirminci yüzyıl göz çağıdır. Yüzyıl önce okuduğuna inanan insan şimdi gördüğüne inanıyor. Bu sıkıntılardan dolayı görüntünün önemi büyüdü. Tekrar sözün, kelamın para ettiği çağlara geri dönmeyi çok isterim. Modern dünyadaki reklâmcılar bizim iki saniyelik bakışlarımızı üstlerine çekebilmek için didiniyor. Niçin? Çünkü bizim bakışlarımızı bilboard ağlarında paraya çeviriyorlar. Gözlerimiz kör olmadan, sinemaya giden çocuklara tekrar dayak atmadan modern çağ yıkılmayacak. Bizler gözlerimizin görmediğine inandığımızda “Kul” oluruz. Gözün görmediğine inanmaya başladığımızda da kibrimizden, bencilliğimizden yani kendi kendimizden kurtulmuş oluruz. Az şey mi?
– Tezi olmayan yazarlar ve kitaplar yayınlanıyor, halen kitap okumanın öneminden bahsedebilir miyiz?
– Size şunu diyebilirim ki: “On beş bini geçmemek gerekiyor…” şaka bir yana kitabı alkolikler gibi okudum ben. Galiba en büyük fikirlerim kötü kitapları okurken olgunlaştı. Bilirsiniz, karşımızdaki bir salağı düzeltirken zeki bir adamın anlattıklarından daha fazla öğrenmiş oluruz. Dünyanın her yerinde kötü kitaplar ve yazarlar okumakta zorlanmayız. Birçoğunun Nobel ödülü var zaten! Benzetmek gibi olmasın ama Kuran-ı Kerim-i ezberleyince bir faydası yok gibidir. Ne zaman ki aklınız her cümleyi Kuran-ı Kerim’den bir ayetle karşılaştırmaya başlar, gözleriniz Kuran, diliniz Kuran, burnunuz Kuran olur o zaman hayat konuşuyorum. Galiba şimdilik bunları diyebilirim.
– Bülent Abi, Bizlerin hallerini mizahi ve eleştirel bir dille ifade eden “Yılgın Türkler” efsane oldu. 2. cildini yazacak mısınız?
– Aslında hazırlığım bitmek üzere önümüzdeki yıl inşallah!
– A.B.D’nin yeni başkanı OBAMA’ya “OHA” demek için erken mi?
– Benim baştan beri Obama’ya kanım ısınmadı. “Yok, anası Müslüman, yok zenci ama şöyle sempatik bir adam” denildikçe şüphelendim. Ne yani Amerika’ya olan nefretimizi, Amerika’nın Müslümanlar’a yaptıklarını bir adamla unutacak mıyız? Bu oyuna gelmemeliyiz. Amerika, zenci Obama’yla pisliklerini gece gibi örteceğini mi sanıyor? Hayır, bu numarayı yemiyorum. Zaten Obama iyi bir adam olsa bile, Amerika’nın siyaseti, emelleri, planları bir adamla iptal olmaz. İleride anlayacağız, inşallah ben haklı çıkmam!
– 21. Yüzyılda bir Müslüman’ın başarılı ve mutlu olması şart mı?
– Mutlu olmayı kafasına koymuş her insan mutsuzluğu kendi elleriyle üretmiş olur. Mutluluk ve neşe beden ile ilgili şeylerdir. Mutmain olduğunuz zaman ise ruhunuzun son noktası bile huzur bulur. Kulluğun verdiği bir huzurdur bizi adam eden. “Benim hakkım, istiyorum, bana yakışır…” dedikçe mutluluğumuzun kaynakları kurur; saldırgan, bencil bir cani oluruz. Müslüman’ın başarısı bu dünyada değil öteki tarafta belli olur. Başarının ölçüleri Müslüman’a göre dünyevi değil ki? Bir istikamet vardır, yürüyebildikçe Sen Allah’tan, Allah da senden razı olur. Hepsi bu? Ayrıca inanın “İçinizdeki öküze oha deyin” kitabımda bunları ve daha neleri 320 sayfa anlattım. Gerçekten aklınızdaki birçok sorunun çözümü var orada, benim iyi bir yazar olduğumu söylerler ama galiba derdimi konuşurken çok iyi anlatamıyorum. Kitap okumayı seven arkadaşlara yeni kitabımı gönül rahatlığıyla tavsiye ediyor ve sorumluluğu üzerime alıyorum. Okuduktan sonra bana hakkını helal etmeyen birisi olursa yayınevine uğrarsa ben zararını karşılayacağım. Niye bu kadar uzatıyorum? Çünkü benim için çok önemli insanlarsınız siz. Zaten bir söyleşi yapma planımız da var. O yüzden önce kitabımın okunmuş olması beni çok sevindirecek.
– Bu kitapla din âlimliğine mi soyunacaksın abi, neler oluyor?
– Biliyorsunuz ben 36 yaşıma kadar sıkı bir ateisttim. O işi de korkusuzca yaptım. Allah affetsin gizlim saklım yoktu. Dört yıldır da başka bir anlayışa sahibim, bunu da delikanlıca yapmaya çalışıyorum ama ben her zaman düşünen ve çok okuyan bir insan oldum. İyi bir Müslüman olduğumu iddia ederek akıl vermiyorum. Müslüman olamadığım yılların tecrübelerini insanlarla paylaşmak için gayret içindeyim. Çok şükür ibret alınacak zavallı bir adamım. Bana bakıp aklınızı başınıza alın diye konuşuyorum. Yani böyle…
– Unutmadan abi, kitabınız yine aynı yayınevinden mi çıktı?
– Evet. KENTKİTAP’tan çıktı.
– Bize vakit ayırdın, teşekkür ediyorum.
– Ne önemi var. Hadi Allah’a emanet… Genç’in yolu bahtı açık olsun...
GENÇ'ın Yazısı.