Kalbi Kırıklar Kulübü
Kızgın şişler sokuyor insan kendi kalbine, başkalarının kalplerine. İnsan neden başkasının kalbine kızgın şiş sokar? Hâlbuki onun kalbinde O var! O’nun bendesi var. En çok kâl dili yara açıyor, hâliyle anlatan çok az. İnsan çok aceleci, hemen olsun istiyor, kendi hemen olmadığı halde.
Türkçe bir kelime olan gönül kelimesinin Farsça karşılığı dil, Arapça karşılığı ise kalp. Gönül denilince, insanın manevî varlığı, manevî gücü, sevginin, nefretin, inancın, iyi kötü, duyguların tümü ete, kemiğe bürünüyor. Bütün insanî değerler, duygular gönül yamaçlarında boy atıp gelişiyor. Batı kültürünün ontolojik varlığı akla bağlı iken, Doğu kültürü gönle endeksli bir görünüm arz eder. Zira Doğu’da gönül en kutsalın barındığı yer olarak bütün değerlerin üstündedir.
İnsan gönüller yapıyor; samimiyet tuğlaları ile örülü; içten, sımsıcak ve duru gönüller. Fedakârlık ziynetleriyle süslüyor onu, karşılık beklemeden alabildiğine hasbî ve sınırsız bir şekilde. İnsan gönüller yıkıyor; sözleriyle, bakışlarıyla. Yılların imarını bir darbeyle vîrâneye çeviriyor. Bir kalbi kırınca, bir gün kendisinin de kırılacağını bilemiyor. Bazen tek bir nazar binlerce sözden, bazen de tek bir söz binlerce nazardan daha zalim olabiliyor. Kırılan kalbin, gönlün parçalarını bir araya getirmek çok zor; çünkü kalp, elmas bir kristal. Her gün dünyadaki insanlar adedince gönüller yapılıyor veya yıkılıyor. Bazen bir anne şefkatinde sıcacık yuvalarda parçalanıyor kalpler, bazen okulda, sınıfta ergen şımarıklığında hoyratça, günah tadında gönüller tarumar ediliyor. Bazen, gönüller yapmaya namzet dergâhlar, cemaatler, ehl-i tarîkler en sert, en son vuruşu indiriyor kristal kalplere, gidilecek başka kapı olmadığını bile bile.
Kızgın şişler sokuyor insan kendi kalbine, başkalarının kalplerine. İnsan neden başkasının kalbine kızgın şiş sokar? Hâlbuki onun kalbinde O var! O’nun bendesi var. En çok kâl dili yara açıyor, hâliyle anlatan çok az. İnsan çok aceleci, hemen olsun istiyor, kendi hemen olmadığı halde. Gönüldeki, kalpteki akımı yükleyebilmek, iletişimindeki hâlis yakınlık nispetinde olacaktır. İnsan kalp kanunlarının kölesi, bildiğini değil, inandığını yaşıyor. O halde inandır ki yaşasın. Söz kalbî olmalı. İçten söz sînede, aklî söz ise kafada karşılık buluyor.
Toplumumuz büyük bir hastalık içinde. İnce anlayış, hassas seziş ve küllî kavrayıştan yoksun bir yığın, ruhsuz kitle ile beraber yaşıyoruz. Kalben ölüm döşeğine mahkûm edilenlerin, yürekler ve gönüller parçaladığı onlarca sahne seyrediyoruz her gün. Gözler hep başkalarının kusur ve hatalarına takılı. Çevresindeki insanların eksik ve yanlışlıklarını onların yüzüne çarpmak için fırsat kollayan kişi, nefsine ve şeytana çarpılmış olarak yaşıyor. Geride sadece dağlanmış buruk gönüller ve yürekler varsa, diller etrafa zehir akıtıyor demektir. Daha kendi diline söz anlatamayanlar, başkalarına söz geçirmeye kalkışmamalıdırlar. Etrafımızdan beklediklerimiz bizatihî bizden de beklenilenler. Böyle hastalıklı bir cemiyette “kırmamak” ulvî bir haslet, “kırılmamak” hakikî bir fazilet örneğidir. Bir ruh inlerse bütün bir âlem sarsılır; inledinse inletmeye, ağladınsa ağlatmaya, çektinse çektirmeye, kırıldınsa kırmaya hakkımız yok. İlle de birini kıracaksak enaniyet kalesi, nefs-i emmâre tepesinde tuzla buz edilmeyi bekliyor.
Tasavvuf yolunu “gönül yolu” olarak kabul eden ve insanı “gönül”den ibaret sayan bir düşünce sisteminde ihlas, ihsan, takva, tevbe, rıza, tevazu, kanaat gibi özellikler gönlün varlığını temellendirmesi ve insan-ı kâmile ulaşmak adına sahip olması gereken temel mefhumlardır. Öte yandan riya, kibir, hased, nefs, ucub, aç gözlülük gibi özellikler ise kişinin kendisinden uzaklaştırması gereken kavramlardır. İnsan, Allah’ı kalbiyle hisseder; bağlanır ve inanır. Kalbin fıtratında iyilik ve temizlik vardır; kötü duygular yoktur. İçimizden ya da dışımızdan kalbe ulaşan olumsuz etkiler ve bunlara bağlı olarak geliştirilen kötü alışkanlıklar, kalbin kirlenmesine ve işlevini yitirmesine yol açabilir. Hz. Peygamber, “Dikkat ediniz, insan vücudunda bir et parçası vardır. O iyi olursa bütün beden iyi olur, bozuk olursa bütün vücut bozulur. O, kalptir.” (Buhari, İman 39) buyurmuşlardır. Bir insanın kalbi kararmamış, tabiî saflığını, selim fıtratını koruyor ise doğruyu kolayca bulabilir. Kalbi en çok yalan, haram lokma gibi davranış ve yaşayışlar, kibir gibi huy ve tutumlar, Allah’ı anmaktan ve O’na karşı sorumlulukları yerine getirmekten uzak bir hayat tarzı karartır. Kalbin bozulması, idrak ve anlam dünyasında karmaşa ve kaosa yol açar. İyi ile kötü, doğru ile yanlış, helâl ile haramın sınırları ayırt edilemez hâle gelir. İnsan hakikate karşı kör ve sağır, duygusuz ve duyarsız olur. “Gerçekte hakikat şudur; gözler körelmez, sinelerdeki kalpler körelir.” (Hac 46) Mânevî kirlerle kararan, katılaşan bir kalp, iyilik ve hakikate ulaşma arzusunu bütünüyle yitirir. Kalbin muhafazası ve mânevî kirlerden arındırılması o derece önemlidir ki, kirli bir kalple yapılan ibadetler makbul sayılmaz. Kalbi dürüst olmadıkça kişinin imanı yerini bulmaz. Böyle bir kalp kırar, yıkar; kırılır ve yıkılır. Yunus Emre bu hali ne güzel ifade eder:
“Bir kez gönül yıktın ise
Bu kıldığın namaz değil.”
Mevlânâ da ilahî nurdan yoksun kalplerin gerçekte gönül vasfını hak etmediklerini anlatır. Bir bedende ruh yoksa nasıl o beden cesetten ibaret hale gelirse, bir kalpte de gönül nuru olmayınca o gönle, Mevlânâ’ya göre gönül denmez.
“Gönüldeki kâbeyi tavaf et sen gönülden,
Gönül mânâ kâbesi onu çamur sanma sen,
Kâbe’yi sen binlerce kez yaya tavaf etsen,
Bil ki kabul olunmaz tek gönül incitirsen.”
Ali Can'ın Yazısı.