Mücahid Sivil Öldürmez
İşgalci askerler mücahidler bölgeyi terk ettikten sonra eğitimli köpeklerle yaptıkları aramalar sonucu Numan’ın cesedine ulaşmışlar. Sonra da mücahidlere destek veren çevre köylerden birine gidip cesedi köyün meydanına atmışlar. Cesedin bu şekilde herkesin görebileceği bir yere atılmasının sebebi ise köylülere gözdağı vermekti.
Rahmetli Numan’ın şehit olmadan önce yazdığı vasiyetin okunması için kampın mescidinde toplanmaya başlamıştık. Mescid kısa zamanda doldu. Herkes oturmuş Numan’ın vasiyetinin okunmasını bekliyordu. Mücahidlerden biri öne çıktı ve elindeki zarfı açmaya başladı. Ben de mescidde toplanan kalabalığa dönüktüm. Zarf bir hayli yıpranmış, etrafı bantlarla yapıştırılmıştı. Mesciddeki herkes pür dikkat zarfın içinden çıkan vasiyete bakıyordu. Zarfı elinde tutan mücahid Numan’ın vasiyetini okurken ben bir taraftan vasiyete göz gezdiriyor diğer taraftan da okunanları dinliyordum. Numan vasiyetine besmele ile başlamış ve ardından da “siz bu vasiyeti okurken ben bir şehit olarak Rabbime kavuşmuş olacağım” diyerek cümlesine devam etmişti. Vasiyet aslında üç bölümden oluşuyordu. Numan ilk bölümde annesine ve akrabalarına, ikinci bölümde Komutan Ebu Ömer’e, son bölümde de Afganistan’daki Türk mücahidlere sesleniyordu.
Numan’ın vasiyetinden hatırladıklarım
Numan vasiyetin ilk cümlelerinde annesine onu ne kadar çok sevdiğini anlatıyordu. Annesine yönelik duyduğu özlem adeta vasiyete nakış nakış işlenmişti. Annesinin, babaları küçük yaşta vefat ettiği için kendilerine hem annelik hem de babalık yaptığını, hakkını ne yaparsa yapsın ödeyemeyeceğini ifade ediyordu. Numan’ın annesine yönelik ifadeleri mescidde birden gözlerin yaşarmaya başlamasına neden olmuştu. Kardeşleri ve akrabalarına ise namazlarına dikkat etmelerini, İslam’ın emrettiği şekilde bir yaşam sürdürmelerini nasihat ediyordu. Bir de Kuran’daki “Eğer bizim yanımızda kalsalardı onlara ölüm dokunmazdı” ayetindeki münafıkların ifadelerine vurgu yaparak asla arkasından bu tür cümleler kurmamalarını talep ediyordu.
Daha sonra cephe arkadaşlarına, Türk mücahidlere sesleniyor, onlara cihadın kendileri için büyük bir nimet olduğunu, mücahidlerden sabırla işgal güçlerine karşı verdikleri cihadı sürdürmelerini istiyordu. Onlardan bir de istekte bulunan Numan, Komutan Ebu Ömer’i üzmemelerini, onun kıymetini çok iyi bilmelerini söylüyordu. Son olarak Komutan Ebu Ömer’e seslenen Numan yapısı nedeniyle ona olan sevgisini bir türlü gerçek anlamda ifade edemediğini, cihad hayatı boyunca ondan çok istifade ettiğini belirtiyordu. Vasiyetin sonunda ise ayrı ayrı annesi, kardeşleri, akrabaları ve tüm mücahid arkadaşlarından, özellikle de Ebu Ömer’den helallik istiyordu. O gün kampın mescidinde gözyaşları içinde dinlediğim vasiyetten yıllar sonra hatırladıklarım bunlardı.
Köy meydanına atılan ceset
Vasiyetin okunması sona erdikten sonra herkes uzun uzun düşüncelere daldı. Mücahidlerin birçoğunun göz kapakları kıpkırmızı olmuştu. Hepimiz son bir kez Numan’ı dinlediğimizi hissetmiştik. Mescidde uzun bir süre sessizlik oldu. Belli ki herkesin iç dünyasında fırtınalar kopuyordu. Ben bu arada Numan’ın çalılıklar arasına saklanan cesedinin akıbetini merak etmeye başlamıştım. Birkaç saat sonra Ebu Ömer’in kayınbiraderinden gelen bir haberle Numan’ın cesedinin akıbetini de öğrenmiş olduk. Türk mücahidler işgal güçlerinin askeri helikopterlerinden kurtulmak için Numan’ın cesedini çalılıkların arasına saklamışlardı. İşgalci askerler, mücahidler bölgeyi terk ettikten sonra eğitimli köpeklerle yaptıkları aramalar sonucu Numan’ın cesedine ulaşmışlar. Sonra da mücahidlere destek veren çevre köylerden birine gidip cesedi köyün meydanına atmışlar. Cesedin bu şekilde herkesin görebileceği bir yere atılmasının sebebi ise köylülere gözdağı vermekmiş. Numan’ın cesedi çevredeki köylerden birinin meydanına atılınca köylüler Numan’ın üzerinden çıkan pasaportla cesedin bir Türk’e ait olduğunu anlamışlar ve Ebu Ömer’in kayınbiraderine ulaşmışlar. O da haberi alır almaz Türk mücahidlere Numan’ın cesedinin başına gelenleri anlatmış. Cenaze namazı kılındıktan sonra da Numan’ın cesedi köylüler tarafından defnedilmiş. İşgal askerlerinin cesetleri bile Afgan köylüleri korkutmak için bir araç olarak kullanmaları Afganistan’ı istila eden yabancı askerlerin nasıl bir ahlak anlayışa sahip olduklarını gözler önüne seriyordu.
Soluğu cephede alanlar
Bir taraftan sık sık Numan’ı düşünürken diğer taraftan da yeni kampa alışmaya çalışıyordum. Yeni kamp üç İranlı mücahidin dışında tamamen Türk mücahidlerden oluşuyordu. İranlı mücahidler de daha çok Zahedan gibi İran’ın Sünni bölgelerinden gelmişlerdi. Kamptaki mücahidlerin sayısının 50’ye yakın olması kamp hayatının oldukça hareketli geçmesine neden oluyordu. Buradaki kampta da bazen spor yapılıyor, bazen askeri eğitim veriliyor, bazen de dini dersler görülüyordu. Geceleri ise uzun uzun sohbetlere dalıyorduk. Mücahidler benim farklı savaş bölgelerinde başıma gelenleri dinlerken ben de onların cephe hikâyelerine kulak kabartıyordum. Ayrıca kamptaki herkesin farklı bir öyküsü vardı. Fakat eskiden tamamen İslam’a zıt bir hayat yaşarken birden hayatlarını değiştirip Afganistan yoluna düşenlerin sayısı da oldukça fazlaydı. Bazen kendi kendime İslam’ı daha yeni yeni öğrenmeye başlayan bu gençlerin böyle alelacele cihada katılmaları acaba ne kadar doğru diye de sormadan edemiyordum. Hatta şahit olduğum bir tartışma bu konudaki kaygılarımda hiç de haksız olmadığımı gösterdi.
Kampta sık sık koyun, arada sırada da inek kesiliyordu. Fakat benim asıl bayıldığım şey Afgan ekmekleriydi. Kampın bahçesindeki tandırda mücahidler tarafından pişirilen Afgan ekmekleri nedeniyle kilo bile almaya başlamıştım.
Kampta ilginç bir tartışma
Bir gün kampın bahçesinde oturmuş günlük işlerimle meşgul oluyordum. Bu arada iki mücahid hararetli bir şekilde tartışmaya başladı. Mücahidlerden biri savaşırken sivil ölümlerinin çok normal olduğunu, bu konuyu fazla kafaya takmamak gerektiğini söylüyordu. Diğer mücahid ise her ne olursa olsun İslam’ın savaşla ilgisi olmayan sivillere zarar verilmesine izin vermediğini, sivil ölümlerinin bu denli hafife alınmasının doğru olmadığını savunuyordu. Gerekirse sivillerin öldürülebileceğini savunan kişi uzun yıllar gayrimeşru ortamda bulunmuş, gayrimeşru ortamı bırakıp İslam’a döndükten 3 ay sonra da Afganistan’a cihada gelmişti. Sivil ölümlerine karşı çıkan mücahid ise ilmi olarak iyi bir altyapıya sahip olmakla birlikte uzun zamandır cephedeydi. İlim ve vicdan her konuda olduğu gibi cihadda da doğru ile yanlışı ayırıyor, mücahid olma ile katil olma arasına kalın bir set çekiyordu. Fakat işin kötü tarafı zamanla sivil ölümleri birtakım örgütler tarafından normalleştirildi. Hatta bu işin teorisi kurulup cihad ile katliam birbirine karıştırıldı. 1400 yıldır mazlumların üzerindeki zulmü kaldırmak için yapılan cihada siviller de öldürülebilir diye bir hurafe eklendi. Bugün bu hurafe ne yazık ki en çok cihada zarar veriyor ve yüzyıllardır adaletiyle anılan Müslümanlar Londra’da, İspanya’da, Belçika’da işlenen sivil katliamlarıyla özdeşleştirilmeye çalışılıyor.
Abdest alırken donan su
Yeni geldiğim kampta da yavaş yavaş günler geçmeye başlamıştı. Her ne kadar kamptaki yaşama alışmaya başlasam da sabırsızlıkla röportaj yapmayı düşündüğüm kişilerden alınacak randevuları bekliyordum. Randevuları Ebu Ömer alacaktı; fakat onun da işleri bir hayli yoğundu. Bu nedenle Ebu Ömer’i sıkboğaz etmek istemiyordum. Sabırla beklemekten başka çarem yoktu.
Kampta en çok zorlandığım durum sabah namazından önce soğuk suyla abdest almaktı. Aslında soğuk su ifadesi tam olarak durumu karşılamıyordu. Kampta sabahları resmen buz gibi suyla abdest alıyorduk. Suyu ibrikten elime dökerken biraz fazla bekletirsem su hemen donuyordu. Bundan dolayı sabah namazı için her abdest alış sonrası kendimi bir zaferden çıkmış gibi hissediyordum. Ayrıca kamptaki beslenmemiz de bir hayli iyiydi. Öğle ve akşam yemeklerinde bol bol et yiyorduk. Veziristan’da et ucuz olduğu kadar lezzetliydi de… Kampta sık sık koyun, arada sırada da inek kesiliyordu. Fakat benim asıl bayıldığım şey Afgan ekmekleriydi. Kampın bahçesindeki tandırda mücahidler tarafından pişirilen Afgan ekmekleri nedeniyle kilo bile almaya başlamıştım.
Adem Özköse'ın Yazısı.