M. Huzeyfe Erdemir
Gönül insanın tüm sırlarının toplanma noktasıdır. Allah insanın tüm batıni özelliklerini yani gazabını, üzülmesini, sevinmesini vs. gönlünde toplamıştır. Sırların burada toplanmasının yanında gönül bir muharebe alanıdır. Çünkü orada bulunan özelliklerimizin hepsi zıttı ile yaratılmış ve buradan insan olmanın ahengi ortaya çıkmıştır. İşte gönülde yaşanan öyle bir savaş vardır ki bu savaşın şiddeti hiçbir savaşta görülmemiştir. Bu ruh ve nefsin savaşıdır. İlk insandan bugüne kadar insanlar nefslerinin ve ruhlarının savaşını gönüllerinde yaşatmışlardır. Kimi bu savaşı ruh lehinde kazanıp doğru yolu bulmuş kimi de nefsine yenik düşüp kaybedenlerden olmuştur.
Bu iki temel hasletimizin, kavradığımız yahut kavrayamadığımız birçok özelliği vardır. Fakat bu özelliklerden en temel olan husus, nefsimiz ve ruhumuz algıladıklarımızdan ve bize dayatılan hususlardan etkilenir. Daha doğru bir söyleyişle nefsimizin ve ruhumuzun çevremizde etkileyicileri, destekleyicileri vardır. Bu etkileyicilerden aldıkları desteklerle gönlümüzdeki savaşta galip gelmeye çalışırlar. Menfi uyarıcıların çokça bulunduğu topluluklarda nefsimizin ruhumuza galip geldiğini görmekteyiz. Tam tersine ruhu tazeleyici ve destekleyici uyarıcıların bulunduğu toplumlarda ise ruh nefse galip gelmektedir.
Bugün yaşadığımız toplum insanın nefsini okşayıcı birçok uyarıcıyı bünyesinde barındırıyor. Filmlerinden reklamlarına; kitaplarından dergilerine ve sayılarını arttırabileceğimiz birçok sahada menfi uyarıcılar algılarımızı etkilemektedir. İşte bu uyarıcılardan birisi de toplumun aile yapısını bozmaya yönelik bir kıvılcım niteliğindeki sevgililik müessesidir. Özellikle toplumumuzun gençlerinde günden güne artan ve maalesef modalaşan bir hal almaktadır. Belli yaşa gelmiş ve fıtraten bünyesinde oluşan bazı hormonsal farklılıkları ulvi yollarla düzenleyememiş genç, etrafında gördüğü birçok uyarıcının da etkisiyle ister istemez bu bataklığın içine sürüklenmektedir.
Sevgililik müessesesinin yahut ona giden yolların bugün en çok kullanılan yöntemi de sosyal medyadır. Belirli sınırların olmadığı bu alanda karşı cinsten gençler rahatça duygularını dile getiriyor, nefsani sıkıntılarını buralara fazlasıyla dökerek birçok yanlış işin içinde kendilerini buluveriyorlar.Tüm bu sebeplerin etkisiyle toplumumuz da genel hatlarıyla üç tip genç görüyoruz. Bunlardan ilki herhangi bir ahlaki kaygı gütmeden yaşayan tabiri caizse nefsine yenik düşmüş genç tipidir. İkincisi tam tersine kendisine dikkat eden, nefsi sıkıntılarını iman törpüsüyle törpüleyen salih veya saliha gençlerdir. Son olarak belki de en tehlikelisi, sayıları günden güne hızla artan arada kalmış üçüncü tip gençliktir. Bu gençler kendilerini tam bir yere koyamamış, nefsleri ruhlarına büyük ölçüde galip gelmiş fakat mayalarında çok cılız da olsa ulvi hassasiyetler barındıranlardır. Çok sevdiğim bir yazarın bu tip gençlerin içerisinde bulundukları durumu anlattığı çok veciz bir sözü vardır: “Eksik oluş oluşun katilidir” der onlara bakarak. Çünkü tam olamamışlar fakat yarım oluşun eksikliğinin farkına da varamamışlar bu halleriyle de arada kalmışlığı, çelişkiyi bünyelerinde yaşatmaya başlamışlardır. Bu çelişki vahimdir ki onları amaçlarından saptırmaktadır. Ve bu sapma sonucunda hayatlarında olan olayların önem sırası bir anda değişmekte usuller esas esaslar usul oluvermektedir. Mesela sosyal medyada gözlerine kestirdikleri kişilere yaklaşma aracı olarak ulvi değerleri sorumsuzca kullanabilmektedirler. Ve hatta bazıları bu ulvi hususlarla dalga geçerek hedefledikleri kişilere ulaşmaya çalışmaktadır. Bu gösteriyor ki asıl amaçları olması gereken İslami değerleri usul olarak görüyor ve sufli bir sevgililik müessesine çok rahat kurban edebiliyorlar. Tabi ki başta söylediğimiz uyarıcılar da onların yaptıkları bu işi meşrulaştırmalarının aracı oluveriyor. Fakat dünyalık menfaatler için sıradanlaştırılan ve dalga konusu edilen ulvi değerler sandıklarının aksine ciddidir. Bu ciddiyeti muhafaza edemeyen ise hem dünya da hem ahirette kaybeder.
Kuşeyri risalesinde geçen bir sözle yazımızı nihayetlendirelim: "Kim bir edebi terk ederse sünnetten mahrum kılınır. Kim de sünneti terk ederse farzdan mahrum kılınır. Kim de bir farzı terk ederse Allah ona bir bid`atçiyi musallat eder ve o kişiler şüphe üzere kalırlar. "
GENÇ'ın Yazısı.