Hürmetler Efendim
“Hürmetler efendim” diyerek çıktı odadan. Paltosunu omzuna, kendini ise dışarıya attı. Hava kararmak üzereydi. Haliçten gelen soğuk bir rüzgâr. Paltonun ve sorumluluğun bedene verdiği ağırlık. Kunduranın yerde çıkardığı sesler. Martılarla ekmek için dalaşan kargalar. Dar sokaklar. Hüdayi mahallesindeki tatlı kargaşa. Tam bir Üsküdar klasiği.
Veysel; Latife annesine, latife olsun diye böyle söylemişti. Babası vefat edeli daha iki hafta olmamıştı. Üstelik henüz kendisini toparlayamadan annesinin yatağa düşmesine dayanamıyordu. Turp gibi kadın bir anda bayılmış, bir daha da ayağa kalkamamıştı. Babası, Ahmet Hoca; gümrük memuruydu. Boğazdan geçen gemiler ile ilgilenirdi. İki hafta önce çıkan fırtınada teknesi alabora oldu. Günlerce aradılar, Üsküdar’dan, Beykoz’a at koşturdular. Ne hocayı bulabildiler ne de ondan bir izi. Ümit kesildi, gözyaşları kesilmedi.
Latife Hanım, tam bir Osmanlıydı. Karşı yakanın aksine Frenklere karşı tiksinti duyardı. Evinde halen selamlık ve haremi vardı mesela. Elli bir senelik yol arkadaşını toprağa veremeden kaybetmek onu yatağa düşürmüştü. Veysel her ne kadar umudunu kaybetse de, Latife Hanım “Bir ümit, belki“ diye düşünüyordu.
Yıllar geçti tam tamına on sekiz sene. Veysel evlendi. İsmi Cemile. Güzel bir aile. Günler sıradan fakat tarih özel. Bayram arifesi. Ev aynı. Çocuklar; üç tane. En büyüğü yedi yaşında. Tatlı bağrışmalar, çocuk sesleri. Fakat farklı bir ses var, duygusu farklı. Hüzün kokuyor. “Babaa!” Delice, derinden bir çığlık. Koşuşturmalar, doktorlar, son bir çare, onsuz bir dünya ve sonsuz karanlık.
“Veysel öldü. Babanız öldü çocuklar” diyebildi Cemile. Oturdu, kayınvalidesinin durumu iyice ağırlaşmıştı. Artık ne konuşabiliyor, ne de elini kolunu hareket ettirebiliyordu. Sadece gözleri oynuyordu. Oğlunun vefatını duyunca gözünden iki damla yaş akıverdi. Dünya’da her şey ekip biçmekten ibaretti. Kimisi hasadını ahrette kimisi de bu dünyada alıyordu.
Latife hanım Veysel’i büyütmek için neler yapmamıştı ki. Günlerce aç kaldıkları daha dün gibi aklındaydı. Şimdi bakma sırası Veysel’e gelmişti ki o da hakkıyla bunu yerine getirip Hakk’ı rahmetine kavuşmuştu. Cenazenin arkasından okunan Yasinleri duyar gibiydi. Rahmetli eşi, çocuklara hocalık da yapmıştı derin birimli bilgisi vardı. Ondan öğrenebildiği kadarıyla oğluna dualar etmeye başladı.
Şimdi sıra Cemile’nin sırasıydı. Şimdi imtihan dünyasının başrolünde o vardı; Cemile. Öz annesi yerine koyduğu Latife Hanım’a hürmet edebilecek miydi? Peygamber Efendimizin (s.a.v.) “Anne ve babanıza öf bile demeyin” ve “Cennet ayaklarının altındadır” Sözlerine ne kadar bağlı kalabilecekti. Hürmete ve merhamete ne kadar sadık kalacaktı. Acaba o yatakta kendisi yatsa çocukları ona bakarlar mıydı? Acaba Veysel Karâni hazretleri gibi peygamber övgüsüne layık olabilecek miydi? Hayat zor çetindi, ahreti kazanmak kolaydı ama yolunu bilene…
Vesselam.
Burakhan Doğan'ın Yazısı.