Aşırı sevgi ve bağlılık duygusu olarak tanımlıyor sözlükler aşkı. Soyut kavramların tanımı kişiye göre ve zamana göre değişir. 21. yüzyıl insanları için bu kavram bağlılık kısmını kaybetti. Geçici bir sevgiye dönüştü. Şimdi sevgiden bile söz edemiyoruz. Aşk adını koruyor belki ama âşık ve maşuk yok artık.

Aşık

Aşkı barındıran kalbi taşıyan kişiye âşık deniyor, bir de saz eşliğinde türkü yakanlara da âşık deniyor lakin bahis olunan güruh ilkidir. Tanımdan yola çıkarsak âşık kimsenin öncelikle kalbi olacak, sonra da kalbini aşka açıp bir barınak haline getirecek. Bu sözle bakıldığında kolay; ancak uygulamada bir hayli zor olan bir meziyet. Âşık olabilmek çok zor. Evet, aşkı bulabilmek değil mesele âşık olabilmek. Öyle ya “hamdım, piştim, yandım” diyor Mevlana. Şimdi hepimiz hamız fakat pişkinliğe vuruyoruz. Peki yananlar? Asıl âşık onlar.

Maşuk (Mecazdan İlaha)

Mecnun olmasa Leyla olur muydu? Özünde Leyla: Fuzuli (Fuzuli). Ama kaderin cilvesi, hikayenin durağı, Mecnun’un ırmağı Leyla. Meşhur âşıkların hepsinde böyle ama diğerlerinin adı var, Kays’ta ise mecnunluk istidadı var. Leyla için çöllere düşen kişi Leyla’yı yaradan için ne yapmaz? Mecnun’u boş verin biz ne yapmalıyız? Bu soru bize yeter.

Aşk Risalesi

Aşk üzerine söylenmemiş söz kalmış mıdır? Kalmadığını düşünsek de bunu en güzel şekilde söyleyen şairler hep var olmuştur. Onların dizelerinden birini seçmek pek kolay değil ama pek de hak ettiği değeri ilgiyi bulamayanları tercih etmek istiyorum, bu nedenle merhum şair Erdem Beyazıt’ın Aşk Risalesi şiirinin şu dizeleri zihnimizin bir köşesinde kalırsa kendi adıma sevinirim. Ah oruçlu bir ağustos vaktinde, Bir kayanın dibinden kaynayan Soğuk ve berrak sulara Uzanıp kana kana Avuç avuç alıp Yüzümüzde içimizde Duyduğumuz Gibi Aşk.

Hu Çekelim Leyla Leyla

Selçuk Küpçük benim için en değerli sanatçı. Çünkü sanatçı ve kişilik ayrımı yapmadan sevebildiğim tek sanatçı o. Aşk şarkıları denilince de onun seçtiği harika şiirler, yaptığı kaliteli besteler aklıma geliyor. Sezai Karakoç’un Mona Roza’sı ile Yavuz Bülent Bakiler ’in İstanbul şiirini bestelemesi, Ethem Baran’ın Kurutulmuş Gül Mevsimi’ni bestelemesi ve benim her yönüyle beğendiğim bence Selçuk Küpçük’ün ustalık eseri olan Erzurumlu Emrah’ın Hu Çekelim Leyla Leyla’sı.

Aşk-ı Memnu

Bir kitap, bir tiyatro, bir dizi. Adını burada anmak da doğru değil belki ama zehrini topluma akıtan ve her dönem yeni bir kisveyle ortaya çıkan bu yılandan uzak durulması için uyarmak bizim üzerimize düşen bir görev. İş yerimizde geçen yıl doğan beş kız çocuğundan üçüne bu diziden isimler verildi. Nasıl bir haleti ruhiyedir bilemedim fakat çocuklar adına üzüldüm. Aldatıldılar çünkü doğarken. Halam anlatmıştı “küçüklüğümde sohbetlerini dinlediği bir âlim bu kitabın ve tiyatronun yasaklanmasını söylemişti” diye. Lakin adında var yasaklı olduğu ama yasakladıkça ilgi artıyor demek ki.

Aşkın Gözyaşları

Sinan Yağmur ilk kitabından beri tanıdığım bir yazar (aslında ilk kitabı şiir kitabıydı) kitaplarını hep popülist buldum. Anneler günü, babalar günü üzerine kitapları vardı. Sonra Elif Şafak’ın Aşk kitabı kendisi için bir kırılma noktası oldu, Elif Şafak’ın bu kitabından sonra Konya’da gerçekleştirilen bir söyleşide Mevlana ve Şems bağlamında adını duyurdu. Bunu fırsata çevirdi ve Sinan Yağmur, aşkın gözyaşlarını sağanağa çevirdi. Son olarak beşincisi yayınlanan Aşkın Gözyaşları serisi sanırım finali yaptı. Sırasıyla Tebrizli Şems, Mevlana, Kimya Hatun, Hamuş ve Yunus Emre başlıklarıyla yayınlanan seri yediden yetmişe herkesin Mevlana’yı tanımasına vesile oldu. Finalin Yunus Emre ile olması beni şaşırtsa da en çok satanlar arasında böyle kitapların yer alması hoşuma gidiyor açıkçası.

Aşkınlık ve Aşk Ödevi

Fevkaladenin fevkinde bir durum aşkınlık. Sözlükte sınırların aşılması üstünlük gibi anlamlara geliyor. Arapça kökündeki gibi ışk sahibi olma hali de diyebiliriz. Aşkın olmak cins olmayı, sınırları zorlamayı, kısıtlamaları görmezden gelmeyi gerektiriyor. Mimarlık fakültelerinde ilk tasarım atölyelerinde farklı düşünün aşkın olun derler. Farklı düşünebilmek için farklı ortamlar farklı açılar deneyin denir. Buz dolu bir kovaya, ayaklarını sokup, pencereden sırtüstü başını sarkıtan tasarım hocası kendince aşmıştı. Bize bir aşk ödevi verdi. Genelde herkes siyah ve kırmızı renkli tasarımlar getirdi, hocamız hepsini direkt çöpe attı. Bir arkadaşımız ise beyaz bir A4 kâğıdın üzerine başka bir kâğıdı buruşturup atmıştı ve benim aşk ödevim bu diye hocaya sundu. Hoca da aşkın tasarım olarak onu seçmişti. Bugün baktığımda olayı daha iyi anlıyorum.

Hüzünden Öte

“İlk görüşte aşık olduğunu söyledi. Henüz onunla konuşmamıştı. Ona sordum “birkaç kelime söylemek istemedin mi” sonra o dedi ki… Eğer kelime gerekseydi dilsizler nasıl sevecekti?” repliğinin geçtiği fevkalade bir aşkı anlatan Güney Kore yapımı film More Than Blue. İbrahim Tatlıses’in seslendirdiği “Mutlu ol yeter” şarkısının mantığını taşıyor, yani “sevmek sevdiğini mutlu etmektir” diyor. Yönetmenliği Won Tae Yeon’un yaptığı film 2009 yılında bir sürü ödüle layık görüldü.


Sami Yaylalı'ın Yazısı.