Ramazan: Ey İnsan, Oku Beni!
Yunus Emre Tozal
Büyüdükçe çocukken yaşadığımız o güzel ramazanları özledim. Bir yanda ailemize olan özlem, diğer yanda arkadaşlarımızla kenetlenip hatimler indirdiğimiz, teravihler kıldırdığımız, sahurlar yaptığımız o güzel günler… Bugün, hafızlık yaparken yaşadığımız o Ramazanları mumla arıyorum.
Ramazan ayı yaklaşıyor. Memleketinden binlerce kilometre uzakta hafızlık yapan öğrenciler için en muhteşem, en anlamlı, en unutulamayacak iftarlar geliyor. Ramazan ayı, hafızlık yapan bir talebe için o kadar farklı geçer ki… Kursun çevresinde bulunan haneler, öğrencileri bir akşam evinde iftar açtırmak için daha Ramazan gelmeden hocalardan izinler alır, gün belirlenir, küçük not kâğıtlarına öğrencilerin hangi gün hangi eve gideceği bilgiler yazılır, kayda geçirilir. Herkes gücü yettiğince hafızları evine almaya çabalar, kimi 20 talebe alır kimi 50 talebe… Her gün değişen evler, iftar öncesi gidilen evlerde indirilen hatimler, iftar sonrası çok önceden hazırlandığı belli olan el emeği göz nuru hediyelerle hafızların yüzlerinde açılan tebessümler…
Ramazan’da hafız olmak başkadır. İkindi namazını kıldığımız gibi kursta programlar belli olur, hocalar tarafından gruplara ayrılırdık. Ortalama 130 öğrenci olduğumuzdan en az 4-5 farklı grup olurduk. Kurs arabasına bindikten itibaren nasıl bir eve gideceğimizi hayal etmeye başlar, arkadaşlarımızla sohbet ede ede tahminler yapardık. Eve vardığımızda özellikle evin büyükleri tarafından ayakta karşılanır, sevgi, muhabbet ve büyük bir özlemle içeri buyur edilirdik. Evde sanki tüm yıl boyunca Ramazan ayının o gecesi gelmesi beklenmiş gibi bir ılık bir hava eserdi, evin büyükleri bizler için “nihayet geldiler” gibi bir hâl içinde olurdu. Biraz vakit geçince cüzlerimizi çıkarır, kutlu bir diyara gelmenin heyecanıyla tüm aşk ve şevkimizle hep bir anda Kur’an okumaya başlar, hatim indirirdik. İftara yaklaşık bir saat kala cüzlerimiz biter, hocamız uzun bir hatim duasına başlar, âminlerle ev bir anda sanki tüm kâinatı kendisinde toplayan bir mabede dönüşüverirdi. Dualarda adını duyduğumuz Filistin’de, Çeçenistan’da, Yemen’de, Afganistan’da, Pakistan, Bosna Hersek ve bilcümle İslam diyarlarında bir yudum suya, bir parça ekmeğe ve çokça huzura muhtaç durumda bulunan kardeşlerimize gönüllerimizi açardık. Müslümanları saran gafletin, cehaletin, uyuşukluğun dağıldığı; çocukların gözlerinde umudun, annelerin yüreklerinde huzurun bulunduğu Ramazanlara erişmek için açardık ellerimizi… Dağılmış İslam coğrafyasının tek bir vücut haline gelebilmesi için…
Dedelere ayrıca değinmek lazım... Nur yüzlü dedeler daha bizler Kur’an okumaya başlamadan mendillerini çıkarırlar, beklerler, hep bir anda besmeleyi çektiğimizde gözleri dolarak bizleri izlerlerdi. Nasıl bir iştiyakla dinlerlerdi öyle, hep bu anı beklemiş gibi, adeta ayetlerin anlamını eyleme; hâl diline dönüştürmüşçesine onlar da bizim gibi yavaşça sallanırlardı. Kur’an’ı dinledikçe aydınlandığını hissettiğimiz o nur yüzlü dedeler bize şefkatle bakar, bazen biz Kuran okurken yanımıza gelir, ceplerimize zarflar bırakırlardı. Çam sakızı çoban armağanı işte… Nasıl da heyecanlanırdık! Nasıl da sevinirdik! İçine her şeyden öte muhabbetlerini, sevgilerini, bize olan özlemlerini koyduklarının bilinciyle saklardık o zarfları… Kursa gelir gelmez zarfların üzerine gittiğimiz evde tanıştığımız büyüğümüzün ismini yazar, küçüklü büyüklü resimler yapar, hatıraya dönüştürürdük. Zamanla o zarflara baktıkça yaşanan âna giderdik, bize kalplerini açan, hanelerindeki sıcaklığı paylaşan o mübarek insanların duasını alırdık. Bu yüzden olsa gerek nedense Ramazan ayında ödev yapmayanımız olmazdı.
Ramazan, her şeyiyle bir yenilenme ayıydı, sabretmeyi tekrar tekrar öğrenmekti. Hocalarımız Ramazan ayına çok kıymet verirdi, ezberlediğimiz Kur’an’ın böylesine bir mübarek ayda inmeye başladığını her fırsatta belirtirlerdi.
Gittiğimiz evler bir iki istisna genelde lüks ve şatafatlı evler değildi. Hafızamızda gittiğimiz yerleri evin içindeki tasarıma göre kodlardık. İsraf ve gösterişten uzak bu evler, genellikle çeşitli köy evleri olur, sedirlerde Kur’an okuduğumuz o anları ilerde birbirimize uzun uzadıya anlatırdık. Ramazan bizler için rahmetti, şefkat ve merhametti; birlik beraberlik içerisinde oluşan bereketti, paylaşmaktı… Ama en önemlisi de hep birlikte kenetlenip kardeş olmaktı… Ailesi şehir dışında olan arkadaşlarımıza bu yüzden daha bir ihtimam gösterir, şakalaşır, hediyeleşir, sürekli beraber olmaya çalışarak aile özlemini dindirirdik. Bazen ailesi uzakta olan arkadaşlarımızın ebeveynleri kursa ziyarete gelirlerdi, o gün herkes kendi ailesine kavuşmuşçasına neşelenirdik, bayram yaşardık. Ramazanın sonunda yaşayacağımız bayramda ailelerimizin yanına gidecek olmamız, bizi derslerimize daha da motive ederdi.
Ramazan, her şeyiyle bir yenilenme ayıydı, sabretmeyi tekrar tekrar öğrenmekti. Hocalarımız Ramazan ayına çok kıymet verirdi, ezberlediğimiz Kur’an’ın böylesine bir mübarek ayda inmeye başladığını her fırsatta belirtirlerdi. Ramazan ayının ilk on günü rahmet, ikinci on günü mağfiret, üçüncü on günü de berekettir derler, Ramazan’da gece namazlarını aksatmadan kılar ve bizim de kılmamızın önemli olduğunu söylerlerdi. Sınıflarımızın kapısında yazan hadisler, Ramazan ayında değişir, özellikle gece namazıyla ilişkili hadisler seçilirdi. “Geceleyin namaz kılmayı sakın ihmâl etmeyin! Çünkü o, sizden evvelki salih kimselerin âdetidir. Geceleyin ibadet etmek, Allah’a yaklaştırıcı, günahlara kefaret sebebi, vücudu hastalıklardan koruyucu ve günahlardan alıkoyucudur. (Tirmizi)” hadisi özellikle büyük panoda yer alırdı.
Bakara suresinin 185.ayeti, Ramazan’da namazlarda okuduğumuz en önemli ayet olurdu. Hatırlayalım: “O Ramazan ayı ki, insanları irşad için, hak ile batılı ayırt eden, hidayet ve deliller halinde bulunan Kur’an onda indirildi. Onun için sizden her kim bu aya erişirse oruç tutsun. Kim de hasta veya yolculukta ise tutamadığı günler sayısınca diğer günlerde kaza etsin. Allah size kolaylık diliyor, zorluk dilemiyor. Bir de o sayıyı tamamlamanızı ve size gösterdiği doğru yol üzere kendisini yüceltmenizi istiyor. Umulur ki, şükredesiniz!” Ayet hafızlığa başlayan başlamayan kim varsa tüm öğrencilerin ezberinde olurdu, hafızlığa başlamadan mutlaka ezberlenmesi gereken ayetler listesindeydi. Anlamı ezberden bilinen ayetlerdendi… Kelime anlamı olarak Arapça “ramada” kökünden gelen Ramazan, son derece susamış birinin içini yakıcı hararetin basması, aşırı sıcaklık ya da güneşin gökyüzünde en kavurucu olduğu dönemde taşı ve kumu yakması, anlamına gelir. Taşlaşmış kalpleri yakan ve bir gül kıvamına çeviren Ramazan ayı, herkesin gönlüne merhamet getirir. Yardımlar gider gelir, herkes nasibini alır, Allah rızası için çabalar. Müslüman için de önemli olan Allah’ın rızasıdır.
Büyüdükçe çocukken yaşadığımız o güzel Ramazanları özledim. Bir yanda ailemize olan özlem, diğer yanda arkadaşlarımızla kenetlenip hatimler indirdiğimiz, teravihler kıldırdığımız, sahurlar yaptığımız o güzel günler… Bugün, hafızlık yaparken yaşadığımız o Ramazanları mumla arıyorum. Elbette Ramazan ayı layıkıyla değerlendirildiğinde, uygulandığında insana etki eder. Bugün Ramazan hayatımıza ne kadar etki ediyor, hatalarımızı; günah ve kusurlarımızı ne derece düzeltiyor, kendimizi sorgulayabiliyor muyuz? Ramazan geliyor da biz Ramazan’a hazırlanıyor muyuz? Hani Nasreddin Hoca’ya sormuşlar; “Hoca hoca, o kadar oruç tuttuk, kendimize mukayyet olduk amma bu Ramazan bizden memnun mu gitti acep?” diye... Nasreddin Hoca, her zamanki gibi, pişkin bir eda ile ve rahat bir tavır ile cevabı yapıştırmış; “Bre oğul, eğer Ramazan-ı Şerif senden hoşnut olmasa idi, her sene 10 gün evvel gelir miydi?” demiş... Ramazan bu yönüyle bir hediye ayı, sürekli bize yaklaşıyor… Kul aslında Ramazan ayında Rabbinden bir hediye alıyor. Onun hali ile hâlleniyor bir süre. O süre içerisinde yemez içmez kem konuşmaz kötü söz söylemez sinirlenmez kalp kırmaz kimseyi üzmez sürekli yardım eder dua eder. Allah, kendisine samimi bir şekilde inananların dualarını ve ibadetlerini kabul eder, geri çevirmez. Öyle demiyor muydu Furkan suresinin son ayetinde: “Duanız olmasa Rabbim size ne kıymet verir?”
GENÇ'ın Yazısı.