İçimizdeki Kâbe’yi diriltmek, o topraklarda yaşadığımız manevi hazzı günlük hayatımıza da maya yapabilmek için şuurlu olmak, edepli olmak zorundayız. Araştıralım, öğrenelim. İyi kabaran bir kek tarifi için, istediğimiz cep telefonunun en ucuza nerede satıldığını öğrenmek için gösterdiğimiz gayretten daha fazlasını hak etmiyor mu bu ziyaretler?

Allah nasip etti, umre ziyareti gerçekleştirdik. Bu tür durumlarda bilirsiniz, öncesinde insanlar sizden bolca dua isterler. Dualarımız her daim ümmet için zaten. Fakat bu defa daha farklı bir istekle de karşılaşınca ve oradaki ahvalimizi görünce bu yazıya niyet ettim.

Bazı hocalar/öğretmenler Kâbe’den öğrencilerine fotoğraf gönderiyormuş. Mesela güzelce bir kâğıda süslü süslü Ayşe’ye selamlar vs. yazıp fonda Kâbe olduğu halde fotoğraf çekiyorlarmış. Daha neler yapıyorlarmış neler. Böylece öğrenci de bu fotoğrafı kendi hesabında yayınlayabiliyormuş. Kendileri için de bunu benden istedi birkaç kişi.

Fotoğraf çekmeyi severim, kendimce bir arşivim de var. Fakat böylesi bir fotoğraf beni düşündürdü. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) için düşünmeye hayâ ederim. Herhangi bir kavim düşünelim, bir de peygamberini. Bizimki gibi göstermeye yönelik iştahları artmış olsun. Bizimki gibi teknolojik imkânları olsun. O zaman acaba şöyle derler miydi peygamberlerine: Ya Nebi, iki dakka müsaade eder misin, bi selfie çekinelim?! Tüylerim diken diken oluyor!

Umre ziyaretlerinin en sevdiğim yanlarından biri “ümmet bilinci” noktasında gözümüzü açmasıdır. Rengârenk, çeşit çeşit insanla eşitleniverirsiniz. Allah, onların da Allah’ı, Peygamber onların da… Siz daha iyi kul, ümmet olmak için ne yapıp da sıyrılmaya çalışacaksınız bu mahşer kalabalığından?

Bizde usül Harem toprakların mahremiyetini korumaktır. Orada görülen bazı olumsuz şeylerden bahseder hacılar. Araplar şöyle Araplar böyle diye. Dili burada tutmak gerek ki amellerimiz zayi olmasın. Ben kendimizden konuşmak istiyorum ki hem ne Araplara ya da Arap zannedilenlere, Harem’e dair bir olumsuzluk görmedim hem de aslolan aynayı kendine tutmak olsa gerek.

Hâlâ Türk hacılarının nüfus ortalaması yaşlılardan oluşuyor. Yol iz bulma, sağlık vs. birçok konuda sıkıntı yaşanabiliyor. Lütfen ertelemeyin, niyetinizi alın ve gidin.

Her Müslümana farz olan bir ilim var. Günlük ibadetlerimizi nasıl yapacağız, onları neler bozar vs. bilmek zorundayız. Bu konuda kulaktan dolma ifadelerle hareket eden çok. Araçta, sırtını dayayarak uyuduğu halde “kendimi biliyorum ama” deyip namaz kılan oluyor.

Erkekler için geçerli ihram yasaklarından biri topukların kapalı olması. Fakat hac malzemeleri satan yerlerden alınan “tavaf patiği” giyilerek umre yapan oluyor.

Hem ibadetler konusunda hem gidilen mekânlar konusunda lütfen bilginizi artırarak gitmeye çalışın. O toprakların tarihini anlatan çok güzel kitaplar var. Vaktiniz daha uygunsa birkaç da hatırat okunabilir. Tavaf alanını büyükçe bir mermer zemin, etrafı sütunlarla çevrili bir mescid, dışarısını sadece çöl zannetmeyelim.

Bir de işin edeb kısmı var ki en çok oradan vuruluyoruz gibi geliyor. Bizim halkımızda hac/umre arkadaşı denilince sanki tüm kurallar kalkıyor herkes abi kardeş oluveriyor. Memleketinde çarşıda görse bu kadar rahat olmayacağı hanımla/beyle üstelik kutsal topraklarda pek bir teklifsiz olunuveriyor. Son gün, başka bir otelin lobisinde birkaç saat beklemek zorunda kaldık. Lobinin köşelerinde televizyonlar. Maç, haberler… Sigara dumanları ile de ortam, hanımların da rahatça koltuklarda yer aldığı bir kıraathaneden farksızdı.

Derdim şikâyet değil, küçümsemek değil. Özeleştiri diyelim, çuvaldızı kendimize batırmak diyelim. İçimizdeki Kâbe’yi diriltmek, o topraklarda yaşadığımız manevi hazzı günlük hayatımıza da maya yapabilmek için şuurlu olmak, edepli olmak zorundayız. Araştıralım, öğrenelim. İyi kabaran bir kek tarifi için, istediğimiz cep telefonunun en ucuza nerede satıldığını öğrenmek için gösterdiğimiz gayretten daha fazlasını hak etmiyor mu bu ziyaretler?


Rabia Gülcan Kardaş'ın Yazısı.