Rızık İçin Endişelenme Ey Mümin!
Açılır bahtımız bir gün hemen battıkça batmaz ya
Sebepler halk eder halık kerem babın kapatmaz ya
Benim hakka münacatım değildir rızk için haşa
Huda Rezzak-ı âlemdir rızıksız kul yaratmaz ya…
Kâinatın efendisi bir gün geniş bir kitleye hutbe okurlarken onu dinleyen insanların yüzlerini uzaktan gelen bir ticaret konvoyuna çevirdiklerini gördü. Nebiyi dinlemekten vazgeçip bütün gözler rızık endişesini hatırlattı ya da ekonomik düşüncenin kalplerdeki imana galip geldiği izlenimini doğurdu. Bu hal üzere vahiy geldi.
“Onlar (vahyî düşünceyi terk edip maddî düşünceye meylederler) bir kazanç veya bir eğlence gördüklerinde (Ey habibim) seni ayakta bırakarak oraya yönelirler. De ki: Allah’ın katında olan kazançtan da eğlenceden de hayırlıdır. Allah rızık verenlerin en iyisidir.” (Cuma Suresi / 11)
Rızık endişesi taşıyan bir kişinin hakiki mümin olması zordur. Hakiki mümin Rabbine her koşulda tam teslimiyetle güvenir ve bilir ki Rezzak-ı âlem olan Rabbi onu hiçbir durumda rızıksız bırakmaz.
Sahabe-i kiramın bütün varlıklarını Mekke-i Mükerreme ’de bırakarak hiçbir rızık endişesi duymadan Medine-i Münevvere’ye hicret etmesi her mümin için ibret alınması gereken bir davranıştır.
Rabbimiz o muazzam merhametiyle kendine inanmayıp şirk koşan bir kâfiri bile rızıksız bırakmazken rızkını verirken kendine inanan bir mümini rızıksız bırakması nasıl mümkün olabilir?
Dervişin biri gezerken ayaksız bir tilki gördü, hayrete düştü. "Nasıl yaşar bu hayvan, ne yer ne içer?" diyerek, Allah`ın lütfuna hayran oldu.
Derken bir aslan çıkageldi, ağzında çakal taşıyordu. Görkemli ve korkunç hayvan avının bir kısmını yedi, doyunca kalanını bırakıp gitti. Tilki artığa doğru sürünerek yaklaştı ve afiyetle yiyip karnını doyurdu.
Tilkinin yiyeceğinin ayağına geldiğini gören Derviş, kendi kendine: "Bir tilkinin rızkını ayağına gönderen Allah, benimkini neden göndermesin?" diyerek, çalışmasına gerek olmadığını, bir köşeye çekilip oturabileceğini düşündü.
Düşündüğü gibi de yaptı: "Rızkım Allah`ın görünmeyen hazinesinden gelir, gayret etmem gerekmiyor" diyerek beklemeye başladı.
Bekledi, bekledi... Ne gelen ne giden... Günler geçip gitti. Derviş zayıfladı, eridi, bir deri bir kemik kaldı. Güçsüz ve bitkin bir haldeyken, bulunduğu mescidin mihrabından bir ses duydu: "Ey tembel adam!" diyordu ses, "kendini ayaksız bir tilkiye benzeterek neden miskin miskin oturuyorsun? Kalk! Yırtıcı aslan ol. Başkasının artığına göz dikmeyi bırak. Sana yakışan artık yemek değil, artık bırakmaktır.
Gücüyle aslan gibi olan, başkasından yiyecek bekler mi? Haydi kalk! Kolları sıva. Çalış ve rızkını kazan. Hem kendin ye, hem muhtaçlara yedir."
Ey genç insan!
Elimi tutun` diyerek başkasına el uzatma!
Çalışmayan insanın kafasında beyin yoktur. Onların başları kuru bir deriden ibarettir.
Allah`ın kullarına iyilikte bulunan, iki cihanda da iyilik görür. Yaşlıya yoksula yardım elini uzat! Allah, başkasının mutluluğu için çalışanın yardımcısıdır. (Şeyh Sadi Şirazi)
Görüldüğü üzere kişinin kendiliğinden rızkını kazanacak takati yoksa Mevla onun rızkını bir şekilde yollamaktadır fakat tabii ki nasılsa rızkım ayağıma gelir deyip boş yatana da Mevla rızık gönderecek değildir. Kişi üzerine düşen vazifeyi yapar Mevla da rızkını yollar.
Sırf rızık endişesinden, bakamama korkusundan dolayı çocuk sahibi olmaya yanaşmamak son derece yanlıştır. Her doğan rızkıyla gelir.
“Geçim korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin. Biz onların da sizin de rızkınızı veririz. Onları öldürmek gerçekten büyük bir suçtur.” (İsra suresi 17/31)
Zaten bu cahiliye âdetidir. O dönemde insanların çoğu sırf rızık endişesinden ötürü çocuklarını öldürmüştür.
Sıddık- ı Ekber’den rivayet edilen bir hadisi şerif vardır. “Şirk sizin aranızda karıncanın kımıldamasından daha gizlidir.” Hz. Ebubekir Resul-u Ekrem’e “Ya nebiyallah! Şirk ancak Allah’tan başkasına ibadet etmek değil midir?” diye sorar. Peygamber efendimiz “Allah hayrını versin ey Sıddık! Şirk sizin aranızda karıncanın kımıldamasından daha gizlidir. Onun küçüğünü ve büyüğünü giderecek bir şey haber vereyim mi?” Hz. Ebubekir efendimiz “Hay hay ya rasulallah” dedi. “Her gün 3 defa “Ey Allah’ım! Bile bile şirk koşmaktan sana sığınırım. Bilmediklerimden de senden af dilerim. ”dersin. Şirk “bana bunu Allah(c.c.) ve filan verdi” demendir. Denkdaşlık ise “Eğer filan olmasa filan beni öldürecekti” demendir.” (İmam Mervezi, Müsnedi Ebubekir, s:89-91)
Yani kişi kendine gelen bir rızık, bir nimetten ötürü onu kula mal ederek filanca verdi derse Allah korusun şirk koşmuş olur. Ya da başına gelen iyiliği yahut kötülüğü de yine Mevla’dan bilmek yerine filanca yüzünden bunlar başıma geldi yahut filanca sayesinde bunu kazandım demesi de aynı şekilde şirktir. Her şartta ve durumda rızkı verenin de kaderimizi yazanın da Mevla olduğu unutulmamalıdır.
Bir Allah dostunun şu sözleri rızık endişesi taşımanın vahametini ne güzel anlatmaktadır:
Rızık için endişe etmem ben bu âlemde
Rezzak ismin var iken levhi kalemde
Semavat buz kesilse bir damla yağmur indirmese
Arz tunç kesilse bir yaprak yeşermese
Yine de rızkım için endişe edersem
İmanım yoktur Allah’ım…
Asude Usluer Uğurlu'ın Yazısı.