Eski`izm Yeni`izm
Mürsel Demir
Üstâd Cemil Meriç ba’zı abes akımlarla ‘alâkalı güzel bir söz deyivermiş: “ İzm’ler, idrâkimize giydirilmiş deli gömlekleridir.” diye. Bizim ya’ni Müslümanların bir gâyesi var, nedir o? “Klişeleşmemiş bir İslâm anlayışı!” Peki, nasıl olacak? Bu izm’lerden kurtularak; ecdâdı unutturup, ahfâdı zehirlemeyerek… Peki, hangi yolla olacak? Tek kelime ile lisân! Ya’ni kalbi, aklı, fikri vs. zâhir etme aracı. Bir lisân bir insan idrâki ile.
Ecdâdı unutturmak demiş idik. Nasıl? Teknoloji başlığı altına hangi âlât, edevât giriyorsa işte onlar. Yalnız bunlarda değil, mahdûd mütâla’â ve münâzara ya’ni ta’assûb ya’ni özden bize bir kalıb olarak verilenlerin kalıbını kıramama. Sonucunda da işte o mezkûr izm’ler hâsıl olmakta. Beyinler, bir düşüncenin elinde hapis; söylenmek istenenler müdâfa’a ettiği izm’in ürünü, davranışları o ürünün getirdiği bir robot! Nerde kaldı bizim çağdaşlığımız, asrîliğimiz, medeniyetimiz. Aslında medeniyetimiz hemen arkamızda yâhud, bir câmi’, bir bedesten, sebil, han, dergâh, mekteb vs. bunların her bir taşında medeniyetimiz; sâdece bir mezar taşı ile mahdûd değildir aslâ! Şunu biraz açalım:
Eski, zamânı geçmiş, demode olmuş; kadîm, zamâna direnen, ayakta kalandır. Ya’ni, saygıdeğer bir hocamızın ta’rifi ile: “ Ahmed, Mehmed isimli birinin yaptığı câmi’ eskidir ama Ayasofya, Süleymâniye, Selimiye bunlar kadîmdir. Kadîm olan eskimez çünkü zamân ile ‘alâkası yoktur…” demişti. İşte bu kadîm olanlardan biri de lisândır! Eskimemiştir, kadîm olmuştur. Öyle olsaydı yepyeni bir alfabe ile dil, lisân îcâd ederdik. Bizim lisânımızın târîhi asırlıktır, işte o yüzden kadîm olmuştur. Komşu devletlerden gelen müzâheret sâyesinde de zenginleşmiştir. Lisânımızı, güçlü yapan işte bu kadîm oluştur. Misâller zinciri teşkîl edelim: Edebiyatımız bu konuda bizlere en güzel emsâli verir. Her alanda var olan bir alan. Çayı bir Şeyhü’l-İslâm Yahyâ’dan “Sun sâgârı sâkî bana mestâne disünler…” mısrâ’ını okuyarak istemek vardır ama bir de “bana çay getir!” demek var. Böyle bir durumda size hemen şu sözü yönelteceklerdir: “Türkçe konuş!” Heyhât! Türkçe olanı Türkçe söylemek. Hayâtî İnanç Bey’in dediği gibi: “Türkçe’den Türkçe’ye tercüme.” Dilimiz sadeleştikçe efsûnunu/büyüsünü kaybetmekte. Eski’den anın i’câbına mutâbık bir şi’îr söylerlerdi, şimdi ise Yeni’ler de: “Kes, bana edebiyat yapma!” var. Haydi, buyurun, Yeni’ciler bu duruma bir çözüm bulsunlar. Edebiyat yapmak yerine bizlere Yeni şeyler söylesinler. Dilimizi güzelleştirsinler, özelleştirmesinler. Karaktersiz harflere esîr etmesinler. Her dâim müdâfa’a ettiğimiz bir görüş vardır: “Dilde, gereksiz bir sâdeleşme olmaz. Bu hâl, sâdece budama ihtiyâcı varken kökten kesmek gibidir. Kangren olan parmağı değil, eli kesmek gibidir.”
(Fâilâtün fâilâtün fâilün)
Olmalıdır her lisân dâim hadîm
Ol gerektir çün özündedir kadîm
- Mürsel Demir -
GENÇ'ın Yazısı.