Günümüzde hızlı büyümek isteyen, makam sahibi olmayı, büyük paralar kazanmayı ilk hedefi haline getirerek, adam olmanın olmazsa olmaz şartı cefa çekmekten geri duran bir gençlik profili söz konusu. Bu profili, yetişmiş insan olabilmek için nerelerden, kimden veya hangi kaynaklardan faydalanabileceğimizi, izlememiz gereken rotanın ne olduğunu, bu konularda düşünüp, emek çektiğini bildiğimiz kıymetli Münir Arıkan ağabeyimize sorduk.

Hayatınızda “düşünen, konuşan, yazan” bir Münir Arıkan olarak yaratıldığınızı fark ettiğiniz bir dönüm noktanız olmuş. Bu fark edişten ve nasıl olduğundan kısaca bahsedebilir misiniz?

Kendimi bildim bileli çalışıyorum. Öyle istikrarlı bir işte değil ama. Değişik değişik, hepsi de birbirinden farklı sektörlerde 19 farklı iş. Kendi içimdeki Münirimle buluştuğum o güzel günde, bir anda 19 farklı iş yapan, yaptığı işlerde de epey bir başarı kazanan ama bir türlü mutlu olamayan bir Münir Arıkan gördüm. Mesela profesyonel olarak çalıştığım son şirket Dünya’nın en büyük fotogrametrik harita ve kent bilgi sistemi şirketiydi. Şirketin ortağı ve başkan yardımcısı idim. Kendi özel uçağımız vardı. İşler gayet de tıkırındaydı. Dışarıdan bakıldığında, gerçekten imrenilecek bir hayat yaşıyordum. Ama insanın şoklandığı anlar olur ya… “Hayatım nereye gidiyor, nasıl bir iz bırakacağım?” diye sorar kendine. Bir anda “Ne yapıyorum ben?” dedim. Bu işin ruhumu beslemediği kesin. Ne olmak istiyorum? Nasıl bir iz bırakmak istiyorum? Zaten şirkete olan 3 yıllık taahhüdüm, sözüm de o günlerde bitiyordu. Dedim sözleşmemi yenilemeyeceğim. Sözleşmemin bittiği gün, 31 Mayıs 2000. O gün ayrıldım. Hayatımı adayacağım, sesimin son kısık nefesine kadar haykıracağım alanı bulmuştum. Ben artık düşünen konuşan yazan bir Münir Arıkan olacaktım.

Bu kararımın hemen sonrasında kişisel gelişim akademisi kurucusu, kişisel gelişim dergisi genel yayın yönetmenliği ve kişisel gelişim derneği başkanlığı da yaptım ama bunları profesyonel meslek olarak kabul etmiyorum. İnsan sevdiği işi yapınca, onu iş gibi görmüyor çünkü. Bir hobi, bir eğlence…

Seminer vererek yaşam enerjisi olan bir Münir Arıkan keşfettim içimde. Ve son nefese kadar gençlerin kendilerini bulmalarında yardımcı olmaya, kılavuzluk yapmaya devam…

Yeni Şafak’ta Hayrettin Karaman Hocam şöyle yazmış benim için; “Münir Arıkan, müminlerin hayat kılavuzu Efendimiz’in (s.a.v.) izinde hayat rehberliği işi ile meşgul oluyor; daha doğrusu özlediğimiz ve muhtaç olduğumuz gençliği yetiştirmek için gece gündüz düşünüyor, çalışıyor. Ensar Vakfı’mızın da adanmış hadimlerinden…” Muhterem Hocam dedim, bu hüsnü zannınız, Cennete vizem olacak inşallah.

Günümüzde hızlı büyümek isteyen, makam sahibi olmayı; büyük paralar kazanmayı ilk hedefi haline getirerek cefa çekmekten geri duran bir gençlik profili söz konusu… Bu “hazırcı” tabloyu sizce nasıl değiştirebiliriz?

“Herkes kendi şakilesi fıtratınca amel işler, davranır” ayetini hayatımızın omurgası yapmalıyız bence. Osmanlı fıtratı ve yeteneği keşfetmekte, yüksek ilim sahibiymiş. Başarısının en büyük nedenlerinden birisi budur. Bizde 15-20 yıl eğittiğimiz genç, ikinci üniversitenin sonunda, hâlâ ben aslında bunu istemiyormuşum, ben aslında bu değilmişim diyorsa durum vahimdir. Onca harcanan emek, zaman ve para çöp olmuştur.

Bu ülkenin ilk yapması gereken şey, gençlerimizin daha çocukken üstün meziyetlerini, karakter, yetenek ve fıtratlarını keşfederek, eğitim ve öğretimlerini ona göre şekillendirmektir. Fıtratını bilen, haddini bilir.

Fıtratını bulan, neyle mutlu olacağını bilir. Kanaatkâr olur. Hırsını, doğru alana kanalize eder. Mütevazi olur. Gerçeklerle yüzleşir. Anaokulundan itibaren bir yetenek keşif programı şart. İnsanlar ne için yaratıldıklarını bulurlarsa, boşu boşuna yıllarca süren beyhude arayışlarda, ömür tüketmez, vakit öldürmezler.

Düşünsenize, kütüphanede kitaplarını çocuğu gibi gören bir insanı, ormanda ağaç kesen bir adam yapıyor sistem. Kestiğin ağaçların kitap olacağını bilmek bile, yüreğindeki yangını söndürmez. Ya da doğada belgesel çekecek, tabiatı keşfedecek birini, kütüphane memuru yapıyorsunuz. Bağlasan durmaz. Fıtrat gem kabul etmez. 

Yetişmiş insan olabilmek için nerelerden, kimden veya hangi kaynaklardan faydalanabiliriz? İzlememiz gereken rota sizce nasıldır?

Başta ne dedik: Kendini keşfet. Sonra sevdiğin işe odaklan. Bunun ne olduğu, nasıl bir iş olduğu önemli değil. Tayland’da sokak çaycıları var. 15 dakika sürüyor bir çayı size özel pişirip (orada demlemiyorlar, pişiriyorlar çayı) servis yapması. Kupadan kupaya boşaltırken, dans ediyor adam sokak ortasında, ellerinde kaynar çay. Yüzü güleç. Sevdiği işi yapıyor. İnsan fıtratını keşfeder ve sevdiği işe odaklanırsa, Allah o kulun gelişimi için imkânlar sağlar. Bir şey izletir, birini gönderir, bir rüya gördürür, bir kitap okutur, bir film izletir… Yani ona işini geliştireceği sırları lütfeder. Sen yeter ki kazana daldır kepçeni. Mevlana öyle diyor: “Her arayan bulamaz, ama bulanlar hep arayanlardan çıkar.”

Tabii bunları söylerken benim kendimi geliştirme sürecimde izlediğim yolu da genç kardeşlerime tavsiye edebilirim.

Odaklanacakları işte başarılı 3 yerli, 3 yabancı uzmanla dost olsunlar.

O konuyla ilgili (en az) 300 kitap okusunlar.

En az 50 seminere katılsınlar.

Bir mesleki STK’ya üye olsunlar.

O iş ile ilgili ülkemizin ve Dünya’nın en kaliteli web portallarını, bloglarını takibe alsınlar.

Medyada o iş ile ilgili 10 uzmanla tanışsın ve yazışsınlar.

Üniversitede o işle ilgili 3 asistan, 3 doçent ve 3 profesörle tanışsınlar.

Sosyal medyada (Mesela Twitter’da) o işle ilgili dünya çapında 50 uzman takip etsin ve günlük beslensinler.

Ve o iş ile ilgili, küçük yaştan itibaren bir staj imkânı bulup, parasına bakmadan çalışmaya başlasınlar. İlla kendilerini keşfetmek vs. olmasa bile, en azından ilgi alanlarındaki işle ilgili yerlerde olsunlar, çalışsınlar, tecrübe kazansınlar.

Gençlerin fedakârlığı nasıl olur sizce? Mesela gençliğin zekâtı var mıdır?

Ülkemizin en büyük eksikliği, bizim mahallenin genç STK’ları ölü. 1 Mayıs etkinliklerinde, ellerine kızıl bayrak ve değişik paçavralar tutuşturulmuş gençler görüyorum. Ulubatlı’nın elindeki kutsal sancak edasıyla taşıyor o paçavrayı, Ulubatlı’nın onlar düşmana teslim olmasın diye canını verdiği şu mübarek şehirde. Ellerine molotoflar tutuşturulmuş gençler görüyorum. Ve silahlar…

Biz silah filan tutalım demiyorum. Ama en azından elimiz kalem tutsun. Birkaç ekecek fidan tutsun. Toplum önünde mikrofon tutsun.

Bizim mahallenin meşguliyeti, maalesef bir medeniyet inşa edemez. Uyanmamız lazım. Gençler, gençleri organize edebilir. Faaliyetler yapabilir. Kaynaşabilir. Okul ziyaretleri, mahalle etkinlikleri, apartman buluşmaları…

Sosyal sorumluluk faaliyeti dediğimiz şeyden güzel zekât olur mu? Hem gençleri diri tutar, hem ülkeye, topluma, dünyaya örnek olur. Gençler hem bu sosyal sorumluluk faaliyetlerinde fıtratlarını keşif yolculuğunda daha net görüşlere sahip olurlar, hem de kendilerini gerçekleştirirler.

Kariyer, başarılı olma, daha iyi yerlere gelebilme kaygısıyla gençler olarak kendimizi sürekli sınırlandırıyor, “hayattan hep alalım” düşüncesiyle kendimizi mekanikleştiriyoruz… Burada başarılı olmakla “insan kalabilmek” arasında dengeyi nasıl kurabiliriz?

Aslında başta söyledim. Hayatımın anlamı nedir? Ben ne için yaratılmışım? Bu dünyadan ne bekliyorum? Dünya benden ne bekliyor? Öldükten sonra nasıl anılacağım? Güzel bir iz bırakabilecek miyim? Gibi soruları kafasında cevaplayabilen bir genç, inanın insan olur. Vali olur ama adam gibi bir vali olur. Mühendis olur ama adam gibi bir mühendis olur. Doktor olur ama adam gibi bir doktor olur.

Evlilik niçin? Ben bu kızla bir evlensem diye, güzellerin peşinden koşan zengin kişilerin, bir müddet sonra boşandıklarını görüyoruz. Kız para, adam güzellik peşindeyse, bu uygun br kombinasyon değil. Aynen bu şekilde, genç, bu topraklardan aldığını, bu topraklara ne şekilde ödeyeceğini kafasına kazıyarak, hayata adım atmalı. Ülkemizde birçok Amerikan ve İngiliz şirketleri, Topkapı Sarayı’nı ve Padişah Türbelerini temizliyor. Bir sosyal sorumluluk projesi. Tamam, eyvallah. Ama ben temizlesem, daha layık değil miyim? Daha güzel olmaz mı? Onlar bile, bu topraklardan kazandıklarının bir kısmını, gönüllü bir şekilde bu topraklara bırakıyorlar. Ya biz?

Ben ne için bu mesleği seçiyorum? Ben ne için okuyorum? Bir yerlere geldikten ve bir şeyler olduktan sonra, vatan borcumu nasıl ödeyeceğim diye düşünen bir genç, zaten idealisttir, ideal sahibidir. İnsandır, dengededir.

Hayat kazandıklarımızla hayatımızı fıstık gibi yaşama sanatı değil. Verdiklerimizle, fedakârlıklarımızla, yepyeni hayatlar başlatabilme sanatı.

Ne mutlu böyle gençlere.


Salih Yüzgenç'ın Yazısı.