Kabul olacak bir duâm olsaydı devlet başkanı için ederdim; o istikâmet üzere olsa, tebaası da düzgün olur, diyor ya İmam-ı Âzam; âcizâne, Müslüman ya da gayr-i müslim, insanları bir şekilde kendisine hayran etmiş herkes için duâ etmek îcap ediyor diye düşünüyorum. Müslümana şuur ve takvâ kıvamı, gayr-i müslime de hidâyet için… Ki, sevenlerinin de bu hakîkatlere erme kapıları açılıversin…

Yakın zamanda, çok uzaklardan, Amerika’dan gelen bir vefat haberi ile dünyâda, Muhammed Ali’yi tanıyan çok Müslüman gibi ben de sanki bir yakınımı kaybetmiş gibi hüzne kapıldım. Etrâfımdakilerle, ömrünü, batının, Müslümanı hor ve hakir gördüğü en çetin zamanlarda, sapasağlam bir mümin olarak tamamlamış bu efsânenin aziz rûhu için Fâtihâlar okuyup bağışladık.

O herkesin dilinde olan muhteşem maçlar, ben doğmadan önceki zamanlarda vukû bulmuş. Müslümanlar, sanki tüm ezilmişliklerinin hıncını, Muhammed Ali’nin ringlerde rakiplerine salladığı balyoz yumruklarla almışlar. Üstelik “kelebek gibi uçmak, arı gibi sokmak” teknik ve taktiğinde kazanılan nice zafer, kendisiyle devamlı istihzâ edilen dünya Müslümanlarının, kısa süren maçlarda bir bir yere devrilen rakipler üzerinde bir öç alma niteliği taşımış.

Merhumun kendisiyle yapılan programlar, söyleşiler, röportajlar, hep, bir hayat rehberi olma durumu da arz etmiş. Korumasının olup olmadığı ya da kaç korumasının olduğuna dâir sorulan sorular karşısında, kendisini, herkesi, her şeyi ve âlemleri yaratan Rabbini işâret etmesi bile imânının kaviliğini ortaya koymuş.

Yakın zamanda ve hattâ hâlen, uluslararası toplantılarda çektirilen hâtırâ fotoğraflarında, ülkesinin bayrağını yerden kaldıran siyâset ve devlet adamları takdir toplarken o, nice zaman önce, seçkin bir güzergâhtaki yola/kaldırıma yazılan Amerika’nın yıldız isimlerinin arasına, Peygamberinin adı olduğu için kendi ismi Muhammed’i yere, üzerine ayakların basacağı bir zemine yazdırmamış.

Mübâreğin vefâtını haber alır almaz birçok kişide olduğu gibi benden de kopan bir “vay bee”nin ardından, aklıma hemen, nereden estiyse, birkaç yıl önce Osmaniye’nin Bahçe ilçesindeki bir konferansta Mehmet Lütfi Arslan beyden dinlediğim şu hâtırâ geliverdi; uzun bir sükût ile tebessüm ettim yine:

Yetmişli yıllarda, Akşehir bölgesinin mânevî büyüklerinden merhum Râsih Usluer’e, muhibleri, dünyâ ağır sıklet boks şampiyonu, meşhur Müslüman boksör Muhammed Ali’den bahsetmişler. “Efendim” demişler, “Rakibi olan kâfirlere öyle vuruyor, öyle vuruyor ki, kazandığını sanki İslâm adına kazanıyor...” diye hayli medh-ü senâda bulunmuşlar. Sonra, biraz daha ileri gidip, seher vaktine tekâbül eden maçlarından birini mutlakâ görsün diye, televizyon ayarlamışlar ve o dev maçlardan birini kendisine izletmeye yeltenmişler.

Allah dostu o mübârek zât, ancak bir dakika kadar izlediği o maç bölümünden sonra, vefât edene kadar her aklına geldiğinde, üzüntüyle dermiş ki:

“Hayatımda bir defâ, bir dakikalığına televizyon seyrettim. Yarın, sekerât-ı mevt ânında, o ölüm burnumun ucuna geldiğinde, gözümün önüne o bir dakikalık seyir getiriliverirse, benim hâlim nice olur?”

Böylesine ukbâ kaygılı bir hâtırânın ardından söylenecekler fuzûlî olabilir lâkin benim konunun farklı bir boyutuna dâir arz etmek istediklerim var:

Uzun bir zaman önce, küçük bir sahada futbol oynayan, benim de kendilerini seyrettiğim çocuklardan biri oyundan çıkıp, yerine kenardaki arkadaşı oyuna girecekti. O an, gözlerime inanamadığım bir şey gördüm: Oyuna yeni giren çocuk, eğilerek, sağ elinin parmaklarını top oynanan sahanın zeminine değdirip istavroz çıkarmıştı!

Demek ki devamlı göz önünde, devamlı ekranda, devamlı huzurda olanın etkisi ne kadar büyük. Şimdilerde o çocukların arasında, gol attıkça secdeye gidenler de var. Gol secdeleri çoğaldı çünkü.

Ringlerin unutulmaz yıldızı Muhammed Ali de yaşadığı o güzel Müslümanlığıyla da nicelerinin üzerinde tesir bırakmış. Hem de tefrikadan başını alamayan dünya üzerindeki tüm Müslümanların müşterek takdirini toplayarak.

Kabul olacak bir duâm olsaydı devlet başkanı için ederdim; o istikâmet üzere olsa, tebaası da düzgün olur, diyor ya İmam-ı Âzam; âcizâne, Müslüman ya da gayr-i müslim, insanları bir şekilde kendisine hayran etmiş herkes için duâ etmek îcap ediyor diye düşünüyorum. Müslümana şuur ve takvâ kıvamı, gayr-i müslime de hidâyet için… Ki, sevenlerinin de bu hakîkatlere erme kapıları açılıversin…


Halit Yasir Özoğul'ın Yazısı.