Hakk’a sığınmak, hem fiilî vazifeleri yerine getirmek ve hem de sözlü bir tazarru ve niyazla O’nun hıfz-u emânına girmek şeklinde gerçekleşecektir. Sığınmayı sadece söylenen dua kelimeleri ile sınırlı görmek, sünnetullahı (Allah’ın kâinatta cereyan eden kanunlarını) yanlış ve eksik anlamaktır.

İnsan olarak zayıf yaratılmışız. Her şey bizim elimizde ve bize bağlı değil. Sınırlı bir güç, kudret ve imkân verilmiş. O da bizim mülkümüz değil. Her an alınması ya da kaybolup gitmesi muhtemel olan ilâhî bir emanet. Korkularımız ve endişelerimiz var. Tahmin edemediğimiz tehlikeler her an gündemde. Görünen ve görünmeyen nice düşmanlarımız var pusuda bekleyen. Nimet gibi görünen tuzaklar, dost gibi görünen düşmanlar var. Her zaman uyanık ve hazırlıklı olmak da imkânsız gibi bir şey. Bu şartlar altında ve böyle bir psikolojik ortamda, insan kendisini nasıl güvende hissedebilecektir ki? Bin bir endişe ve tasanın içinde dengeyi kaybetmeden hayatı kaliteli yaşamak ne ile ve nasıl gerçekleşebilecektir?

Güven ve emniyet arayışı fıtrî bir arayıştır. Hayatta kalma arzusu, tüm canlıların en temel duygularından biridir. Her bir varlık, kendi imkân ve iktidarı kadar tedbirler alır. Elbette canlılar içinde bu uğurda en şanslı varlık insandır. Zira ona lütfedilen akıl ve imkân, diğer canlılarla kıyaslanamayacak kadar büyüktür. Ancak yine de insan zayıftır, tedbirleri kendisini koruyacak kadar güçlü değildir. Bunun için de daima tedirginlik yaşar. Onun yüreğini dindirecek ve iç huzurunu temin edecek yegâne çare, Her şeye kâdir olan Yüce Mevlâsına iman, tevekkül ve teslimiyet içinde sığınmaktır. İşte bu sebepledir ki Rabbimiz, bu uğurda çare arayan insana, sığınak, barınak ve emniyet adresi olarak Yüce Hazretine sığınma yolunu göstermiştir.

Sığınılacak şer odakları çok çeşitlidir. Şöyle ki:

Bizi gören ve fakat bizim kendilerini göremediğimiz şerli varlıklar vardır. Bunların başında ezelî ve ebedî düşmanımız şeytan gelmektedir. Kur’ân-ı Kerim’de bu azılı ve saptırıcı düşmana karşı Allah’a sığınılması birçok kez tavsiye edilmiştir:

“Eğer şeytandan gelen kötü bir düşünce seni dürtecek olursa, hemen Allah’a sığın. Çünkü O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.” (Fussilet Sûresi, 36)

İnsanın hemcinslerinden yani nefsinin ve şeytanın esiri olmuş diğer insanlardan da düşmanları vardır. Bu düşmanlara karşı da öncelikli olarak Allah’a sığınması istenmiştir.

“De ki: Cinlerden ve insanlardan; insanların kalplerine vesvese veren sinsi vesvesecinin şerrinden, insanların Rabbine, insanların Melik’ine, insanların İlâh’ına sığınırım.” (Nâs Sûresi, 1-6)

Yusuf -aleyhisselâm-, Mısır Azizinin karısı tarafından büyük bir günah işlemeye davet edilmişti. Kadın, planının gerçekleşmesi için her türlü tedbiri de almıştı. Böyle büyük bir tuzaktan Yusuf -aleyhisselam-’ı kurtaran sır, öncelikle onun Allah’a sığınmasıydı. Bu sığınma neticesinde Hak Teâlâ kendisini günahtan korumuştu. Âyet-i kerime’de bu hakikate şöyle işaret edilir:

“Evinde bulunduğu kadın (gönlünü Yusuf’a kaptırıp) ondan arzuladığı şeyi elde etmek istedi ve kapıları kilitleyerek, “Haydi gelsene!” dedi. O ise, “Allah’a sığınırım, çünkü o (kocan) benim efendimdir, bana iyi baktı. Şüphesiz zalimler kurtuluşa eremezler” dedi.

“Andolsun, kadın ona (göz koyup) ciddi istek duymuştu. Eğer Rabbinin delilini görmemiş olsaydı, Yûsuf da ona istek duyacaktı. Biz, ondan kötülüğü ve fuhşu uzaklaştırmak için işte böyle yaptık. Çünkü o, ihlâsa erdirilmiş kullarımızdandı.” (Yusuf Süresi, 23-24)

Dün olduğu gibi bugün de “Haydi gelsene bana” diyen günah çığırtkanlarına karşı en güzel tedbir ve korunma, Allah’a sığınmasını bilen bir gönüldür.

Allah unutularak fanilerin koruyabileceğine dair inanç ve kanaatler, zaman zaman gafilce içine düştüğümüz çukurlardır. Esas koruma Hakk’ın korumasıdır. Yakup -aleyhisselâm-ı’ın şahsında bu ilâhî hakikat, bütün insanlığa bir ibret levhası olarak takdim edilir.

Yusuf sûresinde detaylı bir şekilde anlatıldığı üzere, Yakup -aleyhisselam- çok sevdiği evladı Yûsuf’u yanından ayırmak istemez. Diğer kardeşleri ise bu duruma çok kızmakta ve babalarının sevgisinin kendilerine yönelmesi için Yusuf’u öldürmeyi planlamaktadırlar. Bir gün yalvar yakar Yusuf’u babalarından koparırlar. Babaları, dikkatli olmaları ve onu canları gibi korumaları sözünü alarak onlara emanet eder. Sonunda kardeşleri Yusuf -aleyhisselam-’ı kuyuya atarlar ve bir kervana satarlar. Burada Allah’a değil de zahiren kardeşlere güvenilmiş ve onların korumaları istenmiştir. Sonuçta ise Yusuf korunamamıştır. Aradan yıllar geçtikten sonra aynı kardeşler bu sefer Yusuf’un kardeşi Bünyamin’i babalarından talep ederler. Yine onu canları gibi koruyacaklarına dair söz verirler. Fakat bu defa Yakup -aleyhisselâm- Bünyamini’i onlara değil, esas koruyucu olan Mevlâsına emanet eder ve şöyle der:

«Daha önce kardeşini size emânet ettiğim gibi, bunu da mı emânet edeyim ? Ama Allah en hayırlı koruyucudur ve O, merhamet edenlerin en çok merhamet edenidir,» dedi. (Yusuf Sûresi, 64)

Allah’a emanet edilen Bünyamin korunmuş ve hatta Yakup –aleyhisselam- Yusuf ve kardeşlerinin hepsine birden kavuşmuştur.

İnsanın hemcinslerinden yani nefsinin ve şeytanın esiri olmuş diğer insanlardan da düşmanları vardır. Bu düşmanlara karşı da öncelikli olarak Allah’a sığınması istenmiştir.

Allah Resûlü -sallallahu aleyhi ve sellem-’in yolculuğa çıkarken okuduğu şu duada da bu sırra dikkat çekilir:

“Ey Allah’ım! Seferde yardımcı, geride çoluk çoçuğu koruyucu sensin. Ey Allahım! Yolculuğun zorluklarından, üzücü şeylerle karşılaşmaktan ve dönüşte malımızda, çoluk çocuğumuzda kötü haller görmekten sana sığınırım.” (Müslim, Hac 425).

İnsan, kendi nefsinden kendini korumak için bile Allah’ın korumasına muhtaçtır. Ümmü Seleme -radıyallahu anhâ-’dan rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem evinden çıkacağı zaman şöyle dua ederdi:

“Allah’ın adıyla çıkıyorum, Allah’a güveniyorum. Allah’ım sapmaktan, saptırılmaktan, kaymaktan kaydırılmaktan, haksızlık yapmaktan, haksızlığa uğramaktan, câhilce davranmaktan ve câhillerin davranışlarına muhatap olmaktan sana sığınırım. ” (Ebû Dâvûd, Edeb 103).

Şekel İbni Humeyd -radıyallahu anh- şöyle anlatır:

– Yâ Resûlallah! Bana bir dua öğret! dedim. Bunun üzerine bana:

– “Allah’ım! Kulağımın şerrinden, gözümün şerrinden, dilimin şerrinden, kalbimin şerrinden ve cinsel organımın şerrinden sana sığınırım, de” buyurdu. (Ebû Dâvûd, Vitir 32; Tirmizî, Daavât 74).

Habibullah Efendimiz, uykuda ve uyanıklıkta yegâne korumanın Mevlânın koruması olduğu şuurunu ashâbına iyice öğretiyordu. Ebû Ümâre Berâ İbni Âzib radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Ey falân! Yatağına yattığında şöyle dua et:

Allah’ım! Kendimi sana teslim ettim. Yüzümü sana çevirdim. İşimi sana ısmarladım, işimde sana güvendim. (Rızânı) isteyerek, (azâbından) korkarak sırtımı sana dayadım, sana sığındım. Sana karşı yine senden başka sığınak yoktur. İndirdiğin kitaba ve gönderdiğin peygambere inandım.

Eğer bu duayı yapıp yattığın gece ölürsen, iman üzere ölürsün, ölmez de sabaha çıkarsan hayra kavuşursun. ” (Buhârî, Vudû 75, Daavât 6).

Her hareketiyle ümmetine örneklik sergileyen Efendimiz, bütün yaratılmışların şerrinden de her fırsatta Rabbine sığınırdı. İbni Ömer -radıyallahu anhümâ- şöyle anlatır:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yolculukta iken gece olunca şöyle derdi:

“Ey yeryüzü! Benim Rabbim de senin Rabbin de Allah’tır. Senin ve sendekilerin şerrinden, sende yaratılanların ve üzerinde dolaşıp duranların şerrinden Allah’a sığınırım. Arslanın, büyük yılanın, (öteki) yılan ve akreplerin şerrinden, burada yaşayanların, doğuran ve doğanların şerrinden Allah’a sığınırım.” (Ebû Dâvûd, Cihâd 75).

İnsanın insanlığına, kulluğuna ve hakikatine zarar verecek her şeyden korunabilmek için Rabbin korumasına ihtiyaç vardır. Hakk’ın Habibi Efendimizin şu duaları bu gerçeğe işaret eder:

"Allah’ım! Verdiğin nimetin yok olup gitmesinden, lutfettiğin âfiyetin bozulmasından, ansızın vereceğin cezâdan ve senin gazabını üzerime çekecek her şeyden sana sığınırım.” (Müslim, Zikir 96).

“Allah’ım! Âcizlikten, tembellikten, cimrilikten, ihtiyarlayıp ele avuca düşmekten ve kabir azâbından sana sığınırım. Allah’ım! Faydasız ilimden, ürpermeyen gönülden, doyma bilmeyen nefisten ve kabul olunmayan duadan sana sığınırım.”(Müslim, Zikir 73).

Hülâsa, kulun emniyeti ve huzuru için en yüce ve etkili sığınağı Rabbidir. Bu sığınma ameliyesinin içinde,

Dua ve yakarış vardır,

Rabbimizin lütfettiği akıl, idrak, firaset ve basiret gibi korunma melekelerini harekete geçirmek vardır,

İlâhî emir ve tavsiyeler olarak insana çizilen hududullah (Allah’ın çizdiği sınırlar) içinde hareket etme azim ve gayretleri vardır.

Yani Hakk’a sığınmak, hem fiilî vazifeleri yerine getirmek ve hem de sözlü bir tazarru ve niyazla O’nun hıfz-u emânına girmek şeklinde gerçekleşecektir. Sığınmayı sadece söylenen dua kelimeleri ile sınırlı görmek, sünnetullahı (Allah’ın kâinatta cereyan eden kanunlarını) yanlış ve eksik anlamaktır.


Adem Ergül 'ın Yazısı.