Ramazan İçin Şarkı
Bir yanda inşa ettiğimiz sanal kişiliğimizle, imajımızı pazarlıyoruz bir yanda bu imaja sığmayan gerçekler için kılıflar üretiyoruz. Durup düşünme vakti. Ne yapıyorum, neden yapıyorum? Eskimeyecek o soru daha fazla ilgiyi hak etmiyor mu: Bu gidiş nereye? Nelere şarkı yazıp aslını yaşamaktan vazgeçiyoruz, bu Ramazan inşallah fark etmiş olarak bayrama erişenlerden oluruz.
Bir büyüğüm anlattı. Beş yaşındaki kızı ısrarla oruç tutmak istemiş, Ramazan’ın ilk gününden başlayarak. İlk gün geç bir kahvaltı yapmış minik, sahur niyetine. Fakat sonra acıktım, çok acıktım nidaları yükselmeye başlamış. Biraz bir şeyler yiyip tekrar tutarsın demişler. İftara kadar da bu rutin devam etmiş, iki atıştırmalık arası oruç. Ertesi gün ise sabah kalkar kalkmaz “ben oruç tutmıcam… ama Ramazan’a şarkı yazıcam” demiş tatlı bıdık.
Hepimizi güldüren bu hikâye sadece 5 yaşın gerçekliği olarak karşımızda durmuyor. Görünen birkaç unsuru değiştirin, bakın nasıl da bizlerin hayatındaki başka sahnelere benzeyecek. Nasıl mı? Üzerimize düşen sorumlulukları bir şekilde yerine getirilmesi gereken haliyle yapmayıp, buna bir de bahane/kılıf üretip daha görünen yüzüyle, daha cafcaflı işler yaparak kendimizi rahatlatmıyor muyuz? En basiti kandil ya da Cuma günlerinde hürmet edip vefa göstererek bir büyüğü ziyaret etmek, hadi olmadı telefon edip “kanlı canlı” halini hatırını sormak yerine, kopyala yapıştır yaptığımız mesajları iletiyoruz. Akıllı telefonlar sayesinde bu işe parıldayan güller, albenili sözler de eşlik ediyor, yani şarkımız daha yüksek sesle söyleniyor ama oruçsuzuz.
İnsanlığımızın eksildiğini siz de hissediyor musunuz böyle durumlarda? İşin aslını bırakıp gösteri kısmıyla daha çok meşgul olduğumuzda. Sevgimiz nasıl anlaşılır? Ne kadar gösterirsek!!! Her fırsatta -ki bu fırsatları özel (?) günlerle yeteri kadar sağlıyorlar- hediye alarak, sürprizler yaparak… Bu şekilde ispat (!) etmediğimiz ama yine de sevgimize inanan kaç kişi var etrafımızda? Yahut siz ailenizin, arkadaşlarınızın sevgisini hangi yolla hissediyorsunuz? Size alınan bir hediyeyi, güzel bir ikramı, bir sürprizi sosyal medya hesaplarından paylaşmadan sadece size özel olarak, o anda, yanınızdaki kişiyle ortak yaşayabiliyor musunuz? Zihnimizle hatırlayıp, kalbimizle hissettiğimiz hatıralarımız mı çok yoksa Facebook anılar sayfasının bize hatırlattıkları mı?
Sosyal medyada var olabilmek için sürekli konuşmanız hatta mümkünse ahkâm kesmeniz ve sürekli bir şeyler göstermeniz gerek. Yeni kaideler, aforozlar, resimler, videolar. Bu alanda takipçi sayısını arttırmak isteyen çoğu kişi bir işletme yönetir gibi hesaplarını idare ediyorlar. İnsan sosyal medyada ayrı bir zihniyet, reel hayatta ayrı bir zihniyete, değer yargılarına sahip değil. Bir süre sonra bütün hayatı, günü aynı algıların rengine boyanıyor. İltifat görmediği (like) her işi noksan sayıyor. Daha da kötüsü iltifat aldıkça, daha çok gözle muhatap oldukça doğru yolda olduğunu varsayıyor. Bu insana gece karanlığında kimseler görmez iken gözyaşı akıtmanın değerini nasıl anlatırsınız? Balık bilmezse Hâlık bilir sözünde teselli bulabilir mi bu insan?
Ramazan vesilesiyle sosyal medya orucu tutanlar var. Artık bu devirde farz olan orucun yanında bu tür oruçlar da kişinin kendini fark etmesi açısından önemli görünüyor. Tabii maksat sosyal medyasız kimsin, ne kadarsın onu görüp, sonrasında kendine çeki düzen vermek. Yoksa Ramazan sonrası arayı kapatmak için sürekli telefon başında gözleri kanlandıracaksak, sosyal medya orucu amacına ulaşmamış demektir.
Sosyal medyayı da günah keçisi ilan etmeyelim. Elbet yaşayışımız ve değer yargılarımız üzerindeki etkisi büyük. Fakat biraz daha derine inip, hakikate daha da yaklaşmayı umalım. Mesele davranışlarımızın altındaki sebepler ve sonuçta bize ne kaldığı. Elbet marifet iltifata tabidir fakat kimin iltifatı? Allah biliyor deyip yoluna devam eden kaç derviş adayı kaldı? Şu kadar iyiliğime rağmen yaptığına bak, bu kadar çabalıyorum zahmeti ben çekiyorum ama kaymağı başkası yiyor... Nefsimizde daha ne savunmalar var. Bir yanda inşa ettiğimiz sanal kişiliğimizle, imajımızı pazarlıyoruz bir yanda bu imaja sığmayan gerçekler için kılıflar üretiyoruz. Durup düşünme vakti. Ne yapıyorum, neden yapıyorum? Eskimeyecek o soru daha fazla ilgiyi hak etmiyor mu: Bu gidiş nereye?
Nelere şarkı yazıp aslını yaşamaktan vazgeçiyoruz, bu Ramazan inşallah fark etmiş olarak bayrama erişenlerden oluruz.
Rabia Gülcan Kardaş'ın Yazısı.