15 Temmuz saat 19:00.

Bayram vesilesiyle, akrabalarımızın tamamını ziyaret etme ve hayır dualarını alma maksadıyla gittiğim memleketimden, İstanbul`a geri dönüş yoluna çıkmıştım. Huzur ve mutluluk içerisinde yolculuğum başlamıştı. Sabah gün doğarken İstanbul`a, evime varacaktım.

Birkaç saat sonra Çorum`da otobüsümüz mola verdi. Namaz kılmak için mescide geçtiğimde kapıda çok güzel bir fotoğrafla karşılaştım. "Böyle kazandığımız vatanı, böyleyken size bırakacağımızı mı sandınız?" diye iki fotoğraf alt alta konulmuştu. Üstte Çanakkale Savaşı`na giden 15 yaşındaki çocuklar, altta ise terör örgütüyle mücadele eden kahraman askerlerimiz vardı. Namazın ardından bu görüntünün fotoğrafını çekmek için telefonu elime aldığımda, Boğaziçi Köprüsü`nün tanklar tarafından kapatıldığı haberini ekranda gördüm. O an şok oldum.

Herkes gibi ben de bunun ciddi bir terör operasyonu olduğu, askerin ciddi bir terör eylemini engellemek maksatlı üst düzey güvenlik tedbirleri aldığını düşündüm. Zira aksi bir durumu düşünmek dahi korkunçtu. Darbe ihtimali düşünülemeyecek kadar korkunçtu.

Çok kısa bir süre sonra Ankara ve İstanbul semalarında alçak uçuş yaparak halkı korkutmaya çalışan F-16`ların haberleri geldi. Maalesef her 10 yılda bir darbelerle mücadele ederek yıllardır kazandığı birikimleri hep kaybeden Türkiye, yeni bir darbeyle karşı karşıyaydı. O an yaşadığım acıyı, hüznü ve korkuyu kelimelerle anlatamam. Resmen benim, ailemin, sevdiklerimin ve tüm Türkiye`nin geleceği birileri tarafından çalınmak üzereydi.

Şuna eminim ki bu korkuyu ve milletimizin yaşadığı bir anlık şoku atlamamızın en önemli vesilesi Başkomutan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan`ın ve Başbakan Binali Yıldırım`ın, daha sonra bir önceki Cumhurbaşkanı Abdullah Gül`ün canlı yayınla özel TV kanallarına çıkarak durum hakkında halkı bilgilendirmesi ve birlik olma çağrısı yapması oldu. O andan itibaren bu millet, darbe teşebbüsüne kalkanların silahlı kuvvetlerin içerisinde yuvalanmış bir örgüt olduğunu hemen kavrayarak meydanlara toplandı.

Bir yandan yaşanan her anı canlı olarak takip etmeye çalışırken diğer yandan da arkadaşlarımdan haber almaya çalıştım. Üsküdar`ın merkezine inen 7 tane tanktaki askerlerin hiçbir şeyden habersiz olduğu ve "en büyük asker bizim asker" nidalarıyla halk tarafından kucaklanıp polise teslim edildiği haberini aldım. Bu çok sevindirici bir haberdi, demek ki darbe teşebbüsüne kalkışan örgüt gencecik erleri kendi oyunlarına alet etmeye çalışmış, fakat  bu erler korumakla sorumlu olduğu vatandaşına silah doğrultmamıştı.

Keşke her yer Üsküdar gibi olsaydı... Ancak kendilerine "Yurtta Sulh Konseyi" diyen bu çetenin mensubu bir kısım teröristler, Boğaziçi Köprüsü`nde 8 saat boyunca Türk halkına kurşun sıkarak, tanklarla vatandaşı bombalayarak katliam yaptı. Ankara`da Millet Meclisi canlı yayında bombalandı. Genel Kurmay Başkanlığı ve Cumhurbaşkanlığı Sarayı 33mm mermileri bulunan silahlarla helikopterlerden vuruldu. Tanklar sivil arabaları, içlerinde insan olan sivil arabaları eze eze kaçtı. Hatta bazı alçaklar vatandaşı tankla ezerek kaçtı! Ankara Emniyet Müdürlüğü öyle bir hale geldi ki sanırsınız düşman tarafından işgal edilmiş. Ve daha niceleri...

Peki ya darbe teşebbüsünü engellemek adına meydanlara dökülen, cuntacıların önüne kendini atan engel olmaya çalışanlar... Canını ortaya koyarak tankların önünde duran, kurşunlara meydan okuyan iman dolu göğüsler... Onlar olmasaydı, bu millet sokaklara çıkmasaydı muhakkak bu hain çete tarafından ele geçirilecekti Türkiye...

Şu an gelinen süreçte her ne kadar bu alçak teşebbüs bertaraf edilmiş olsa bile ülkemiz için tehlike devam ediyor. Mücadelemiz sadece cuntacılarla değil, onlara alkış tutan veya tüm bu yaşananlara tiyatro gözüyle bakan, darbeciler tarafından katledilen 200`ü aşkın vatandaşımız ile dalga geçen, alay eden vatan hainleriyle ve dünyanın diğer ucundan darbeye her türlü desteğini esirgemeyen devletlerle, medya kuruluşlarıyla, araştırma kuruluşu adı altında yayınlar yaptığını iddia ettiği halde darbe gecesi Cumhurbaşkanımızın kodu gizli uçağının konumunu anlık olarak internetten yayınlayan kuruluşlarla kıyamete kadar sürecektir. Bugün siyasetin üzerinde olan, olağaüstü bir sürecin içerisindeyken, ya milletin tarafında  ya da milletin karşısında olmak vardır. Herkes tarafını seçmekte özgür olduğu kadar, şu da bilinmelidir ki milletin karşısında olanları bu millet ilelebet affetmeyecektir ve hainlikleri kara bir leke olarak sonsuza kadar üzerlerine yapışacaktır.

Eğer bu satırları okuyup da hâlâ yaşananların "tiyatro" olduğu şüphesi taşıyanlar varsa sosyal mecralarda vatandaşa sıkılan kurşunları, tanklar tarafından ezilen sivil insanları izlesinler. İzlesinler ki kör olmuş gözleri, taşlaşmış yürekleri belki bir nebze yumuşar da hakikati görüp bu milletin tarafında saf tutarlar!

Rabbimiz bu milletin bedelini kanıyla ödediği bu vatan toprağına el koymaya kalkışan, bu milletin kanını dökmekten çekinmeyen gözü dönmüş zalimleri kahretsin. Sözlerimi Süleyman Ragıp Yazıcılar ve Taha Kılınç ağabeylerin şu ifadeleriyle noktalıyorum.


Süleyman Ragıp Yazıcılar

KORKAKLIKTA ZİLLET, CESARETTE İZZET VARDIR

Yazıklar olsun, yazıklar olsun... Bu milleti, bu ülkeyi gerilere götürmek ve vahşi darbe iklimlerine sürüklemek için uğraşıyorlar.

Hangi görüşten, hangi partiden, hangi fikirden olursanız olun, darbeye en ufak bir meyliniz varsa bu barbarlık ve zulme ortaksınız demektir.

Korkaklıkta zillet, cesarette izzet vardır, korkmayalım! Millete rağmen milleti ezmek, üzmek isteyenlere karşı dimdik ayakta duralım.

Tüm Türkiye`ye ihanettir bu kalkışma, insanlığımıza kastetmektir, utançtır. Bu ülkeyi kaosa sürüklemek istiyorlar. Allah korusun milletimizi.

Halkın iradesini silah zoruyla yok etmek isteyen darbecileri savunanlar da zalimdir, bu ülkenin hayrını istemeyenlerdir.

İnsanlığımıza, onurumuza, geleceğimize kastedenler mağlup olacak, buna yürekten inanın. Darbe girişimine karşı Allah`tan güç dileyelim.

İstemedikleri idareciler devrilsin diye canilik ve ihanet dolu bir darbeden medet umanlar alçaktır, onursuzdur, zalimdir.

Bu eşsiz destanın şerefi vatanı ve milleti yürekten sevenlerindir. Darbenin başarılı olmasını arzu etmiş olanlara yüzkaralığı yakışır!


Taha Kılınç

ELHAMDULİLLAH

Gece yarısından sonra evden çıkıp, bildiğim bütün alternatifleri kullanarak, uzun bir yolculuğun ardından gazeteye geldim. Yolda gördüklerimi kelimelerle tarif etmem imkânsız: Kadın-erkek, genç-yaşlı herkes sokaklara dökülmüş. 80’lik ihtiyarlar barikatların başında nöbete durmuş. Tankların geçişini engellemek için, halk kendi imkânlarıyla yolları kapatmış. Bir yandan, seher vaktine eşlik eden muhteşem salâ sesleri… Ve İstanbul semalarında uçuşan, sorti yapan jetler…

Allah’a hamd olsun, insanların canlarını siper ederek tanklara göğüs gerişi, memleketi uçurumun kenarından döndürdü. Sokakta bu denli kalabalık bir kitle olmasaydı, darbeciler amaçlarına ulaşabilirlerdi.

Uzun bir bekleyişin ardından Haliç Köprüsü’nü geçerken arabama aldığım 60 yaşındaki amcanın şu sözü, durumun özeti gibiydi: “Erdoğan’ı beğenmiyorsan, oy vermezsin, gider. Ama darbeciler memleketin başına bir çöktüler mi herkese hayatı zehir eder. En kötü iktidar bile, darbeden iyidir.”

Dünkü sıradışı gecede yaşanan kalkışmayı ordu içindeki ‘Cemaat’ mensuplarının tek başına planlamış / uygulamış olabileceğini düşünmüyorum. Muhtemelen içeriden ve dışarıdan farklı kesimlerden de destek aldılar. Halkın sokaklardaki direnişinin bu şekilde olacağı hesaplanmadığı için, hevesleri de kursaklarında kaldı. Allah fırsat vermesin.

Sabah namazı vakti gazeteden eve dönerken, ana yollar hâlâ kapalı olduğu için ara sokaklardan geçtim. Mısır’daki askeri darbe hiç aklımdan çıkmadı yol boyunca. Evleri basılan insanlar, kendilerinden haber alınamayan babalar, dağılan aileler, bitmeyen hasretler, âhirete ertelenen kavuşmalar…

‘Emniyet’ hissi hakikaten çok büyük bir nimet. Farkında olmasak da. Lübnanlı bir dostum, bir keresinde, “Siz Türkler” demişti, “Başınıza bomba yağma endişesi duymaksızın evlerinizde rahatça oturabilmenin ne büyük nimet olduğunu bilemesiniz!”

Son olarak:

Kendi halkına kurşun sıkmayı emredecek kadar gözü dönen darbeci muvazzafların hepsi idam edilmeli. Canı pahasına sabaha kadar sokaklarda nöbet tutan bu muhteşem halka verilebilecek en büyük hediye budur.


Muhammed Murat Tutar'ın Yazısı.