Haksızlığa uğramak da zikir’e benzer, O’nu hatırlatır…

“20 kere hayal kırıklığına uğradıysan, yirmi birincinin de hakkından gelebilirsin”. Böyle diyor bir Kübalı şarkıcı. Bunları söylerken İslam dünyasını kastetmediği kesin. Ama ben beynimdeki algıda seçicilik denilen aparatla direkt bunu algılıyorum. Müslümanlar olarak kaç hayal kırıklığı yaşadığımızı kaç kez yenilip yeniden başladığımızı düşünüyorum.

Haksızlığın, iftiraların ve adaletsizliğin her çeşidi aslında Allah’a imanımızı pekiştiriyor. Çoğu kez bunun farkında olamıyoruz. Çünkü insan dediğimiz muamma, gaflet ile siyam ikizidir, yapışık gezerler. Uğradığınız haksızlıklar karşısında elinizden bir şey gelmediğinde ve gücünüz yetmediğinde başka bir gücün olaya el koymasını istersiniz. Hele bir de iftiraya uğradıysanız bir şekilde aklanmak, içinizden geçen o “ben yapmadım” yakarışlarını birisine duyurmak istersiniz. İşte bu noktada Allah’a iman devreye girer ve benliğiniz kısa devre yapmaz. Aslında Allah’a inanmak bir nevi adaletin tevdi edileceğine inanmaktır. Pek çok düşünür Kevser suresinde “doğrusu sana ebter diyenin kendisinin soyu kesiktir” buyuran Rabbimizin aslında zulmün ve haksızlığın da soyunun kesik olduğuna işaret ettiğini söylerler. Zulüm devamlı değildir, merhamet ise devam eder.

Eskiden, Allah Teala’nın başımızı kaldırıp da doğru düzgün bakmadığımız bir gökyüzünü neden bu kadar teferruatlı yarattığını düşünürdüm. Neden bu kadar ayrıntı ve milimetrik hesaplar ile gökyüzünü dokuduğunu anlamazdım. Şu galaksiler nebulalar olmasaydı, kuyruklu yıldızın kuyruğu olmasaydı mesela, saman yolu pamuk şekeri gibi süzülmeseydi, kuzey yıldızı yön göstermeseydi ne kaybederdi insanlık? Elinde kumandası ve cep telefonu olduğu anlarda iki antidepresan hap yutmuş gibi rahatlayan insanlık için kızıl nebulalar yaratmaya değer miydi? Şüphesiz böyle düşündüğüm anlar, gökyüzüne şaşkın ördek gibi baktığım ve şu ayetten gafil olduğum anlardı: “O, gökleri ve yeri hak olarak yaratandır. O`nun "Ol" dediği gün (her şey) oluverir, O`nun sözü haktır”

Sonra bir gün iç seslerim pedagojiye vakıf bir anne gibi beni denetlemeye başladı. “güneşi ampul gibi görmemelisin Ayşegül”, “yıldızları gereksiz görerek beni üzüyorsun ama”, “sen düşünmeyenler ile bir olamazsın” “bakmalısın, düşünmelisin, izlemelisin, sonuçlar çıkarmalısın”. Bu iç sesler ile muhatap olmak her seferinde yeniden şahadet getirmeme sebep oldu. Küçüldüğümü hissettim. Un ufak olduğumu ve sonsuz bir gücün karşısında hiçleştiğimi… Galaksiler ve yıldızlar arası o incecik detaylar, çarpmadan belirli istikamete doğru akışlar hep ince bir hesabı, intizamı ve nizamı kanıtlıyordu. Bir kudret elinin atomdan kâinata kadar her ayrıntıyı haksızlık yapmadan dizayn ettiğini, suyun diplerinden uzayın derinliklerine kadar aynı adaleti tevdi ettiğini görüyordum. Zerre haksızlığa uğratılmamıştı hiç bir varlık. “Adalet” Rabbimizin şanındandı ve kâinatı adil bir şekilde yaratan Rabbimiz kulları arasında adaletsizlik yapmaz, buna izin vermezdi. İşte bu yüzden ahiret günü terazinin diğer kefesiydi. Burada haksızlığa uğrayıp aklanmamış her canlı için hakkını alacağı bir yer, ilahi bir mahkeme vardı.

“Haşir”e inanmayan çoğu insan bu haksızlıkların pençesinde kıvranıp durmuşlardır. Onlara göre zalim zulmüyle, mazlum da yenilgisiyle göçüp gitmiştir bu diyardan. Hani şarkı diyor ya “zalimin zulmü varsa sevenin Allahı var” diye bu söz onlar için hiçbir şey ifade etmez. Onlar kutuplardaki ayılara, nesli tükenen kuşlara, derisi için avlanan foklara, haksızlığa uğrayan her canlıya yetişmek, her birine adalet götürmek ister, yetişemedikleri için de bunalıma girerler. Oysa zulmün def i için yetişemediğimiz yerlerde “hasbünallahi veniğmelvekil” diyerek Allah’ı vekil tayin etmek bizi bu çıkmazlardan kurtarır. Çünkü bizler “boynuzsuz koyunun boynuzlu koyundan hakkını alacağı” bir güne iman ederiz…

3,5 milyon Yahudi’nin, gaz odalarına doldurulduğu, yakıldığı, işkence ile katledildiği o gün çoğu düşünür şunu söylemiş “o gün orada Tanrı yoktu”. Aslında bu söz “tanrıya olan inancımız sarsıldı” anlamına geliyordu. Yani bu kadar insan ölürken, bu tür bir soykırım yapılırken bir şey olmalıydı, misal Hitler’e felç inmeliydi yahut büyük bir deprem olmalıydı, vagonlar yoldan çıkmalıydı, gökten yardımcılar inmeliydi, bir şey olmalıydı… Bunu düşündüler. İşte o beklenilen şey olmadığı için de insanlar bu haksızlığın öylece kaldığını sandılar. Biz de şimdi aynı duygular ile izlemiyor muyuz İsrail’i. Hemen bu gün kahrolmasını aynı sayıda kişinin ölmesini beklemiyor muyuz? Aslında biz belki de adalet değil “intikam” istiyoruz. Oysa ne demişler “Allah ihmal etmez, mühlet verir.”

İşte Tanrı Yahudilerin öldüğü o gün de vardı. Bugün de var. Ramallah kuşatıldığında Yaser Arafat’ın yanında, Beyrut yanarken Hizbullah’ın dualarında, Bosna direnirken Aliya’nın şah damarında, Saddam’ın karşısında, Halepçe’de, Afganistan vurulurken Tora Bora dağlarında, Guantanoma’da 650 nolu esirin dudağında… Irak’ta, Fırat ırmağında, Kerbela’da, … Şimdi de Gazze’de var…

Son günlerde durmadan göğe bakıyorum. İçimin daraldığı ve de İslam âlemi için elimin yetişmediği anlarda hep gökyüzüne bakıyorum. “Bir yerde haksızlık varsa elinle düzelt, elinle düzeltemiyorsan dilinle düzelt. Bunu da yapamıyorsan kalbinle buğzet” hadisi şerifine özne olabilme kaygısı ile göğe bakıyorum. İnternetten uzay fotoğrafları indiriyorum. Gezegenlere, Satürn’ün halkalarına bakıyorum. Asteroitlere, süper novalara, gökadalara, Venüs’ün kraterlerine dalıp gidiyorum… Bir denge üzerine hareket eden gezegenleri yaratan Rabbimin; Filistin’de ölen din kardeşlerimizin uğradığı haksızlığın hesabını soracağını biliyorum. Mazlumun zelil, zalimin rahat içinde yaşadığı dünyanın; bu şekilde sonlanması, hesap gününün olmaması, her şeyi adilane tayin eden rabbimizin adalet şanına yakışmaz çünkü.

Keşke diyorum uzayı uydu çöplüğüne çevirmeden önce bu muazzam âlemin niye yaratıldığını düşünmek için tekrar tekrar göğe baksa insanlık… Turgut uyar bir şiirinde demiş ya hani “ikimiz birden sevebiliriz göğe bakalım” diye. Ben değiştiriyorum bu sözü: “Hepimiz birden sevebiliriz göğe bakalım.”

Not: Yazıdan, “her şeyi Allah’a havale edip çokoprens almaya gidelim” sonucu çıkarmadığınızı ümit ederek saygılarımı sunuyorum. :)


Ayşegül Genç'ın Yazısı.