Osman Toprak

Sadece Filistin`in değil bütün Ortadoğu`nun tapusu ve tarihi de bizde. Dört yüz yıllık tarihi bizde. Kudüs`ün tapusu da bizde. Bu tapuların kopyaları konteynırlar, tırlar dolusu olarak Filistin`e gönderildi, Filistin yönetimine. Yüzlerce yıl boyunca Osmanlı döneminde gayr-ı menkullerin kimlerin eline, nereye gittiği, kimlerin hâkimiyetine geçtiği, bütün bunlar tapuları ile bizdedir ve kopyaları teslim edilmiştir. Tapu kayıtları Osmanlı arşivlerindedir. Filistinlilerin, İsraillilerin elinde arşiv bile yok.

Mustafa İslamoğlu Kahire`deki hastanede Gazzeli yaralıları ziyaret ediyor. Ziyaret esnasında ağır yaralı bir Gazzeli`ye "Nasıl yaralandın, olay nasıl oldu?" diyor. Gazzeli: "Olay, Osmanlı bu toprakları terk ettiğinde oldu." diyor. Osmanlı bu toprakları terk ettiğinde neler oldu buralarda?

Osmanlının çözülmesiyle sadece Filistin meselesi değil, Ortadoğu meselesi temelden başlamış oldu. Osmanlı topraklarında pek çok devlet ilan edildi. Bu devletlerin büyük çoğunluğu bugün çatışma halinde, kriz halinde. Osmanlı`nın ardından Filistin İngiliz işgali altına girdi, ardından da İsrail devleti kuruldu. Filistin o zamandan beri sahipsiz bir devlet. Sadece Filistin değil mesela Irak da Osmanlı`nın çözülmesiyle mesele oldu. Ürdün gibi yapay devletler de bununla alakalı. Bugünü ve bu dönemi anlamak için gerçekten de Osmanlı dönemini iyi bilmek gerekir. O toprakların nasıl el değiştirdiğini bilmek gerekir. Osmanlı`dan sonra gelişen süreci çok iyi değerlendirmek lazım. Sadece İsrail`in kuruluşu meselesi değil, Ortadoğu`nun genelinde sağlam yapıların oluşturulamamasından, kalıcı devletlerin ve iktidarların oluşturulamamasından, sağlıklı sınır çizimlerinin yapılamamasından, 20. yüzyıl şartlarında bölgesel statükonun tamamen Batı`nın istediği tarzda bölgenin gerçeklerinin tersine, aleyhine belirlenmiş olmasından kaynaklanan meseleler vardır.

Filistin meselesi Osmanlı meselesidir aynı zamanda. Bugünü anlamak için sadece İsrail`in kuruluşundan, 1948`den beri olanlara değil daha öncesine de bakmak lazım. Bölgenin tamamını anlayabilmek için Birinci Cihan Harbi şartlarına bakmamız, o şartları yeniden hatırlamamız lazım. Mesela 22 gün boyunca Gazze bombalanırken Türkiye`de kimse Osmanlı`nın Gazze savaşlarından bahsetmedi.

Siz aslında bundan bahsettiniz. Bir yazı yazdınız ve 1917`de Osmanlı ordusunun, Anadolulu askerlerin İngilizlere karşı savaşını hatıralarından örneklerle anlattınız. Anadolulu askerlerin günlüğünü yayınladınız, günlükte askerlerimiz, "Ah intikam!" diyordu.

Oradaki askerin şahsî anıları, hatıraları o. Biz daha üst perdeden, üst bakış olarak olayı görmemiz lazım. İngilizler Süveyş kanalına nasıl girdiler, o Kanal savaşları neydi, Süveyş kanalından Kudüs`ün teslim oluşuna kadar İngilizlerle nasıl savaşıldı, bunları bilmemiz gerekiyor. O bölgede çok yoğun savaşlar yaşanıyor. Bugün İsrail Gazze`yi bombalarken adını duyduğumuz şehirlerde, yerleşim birimlerinde o dönemde Osmanlı-İngiliz savaşlarında çok şiddetli çatışmalar yaşandı. Birinci Gazze savaşı, İkinci Gazze savaşı, Üçüncü Gazze savaşı üç tane büyük savaş var. 85 bin İngiliz ordusuna 30 bin kişilik Osmanlı askeri ve milisleri direnmeye çalışıyor. O dönemde orda savaşan insanlar bizim Anadolu`dan giden çocuklardı. Lüleburgaz`dan, Afyon`dan, Trabzon`dan vs. Gazze savaşları bir nevi Çanakkale savaşıdır. Çanakkale savaşında da şehitlikleri gördüğünüz zaman imparatorluk coğrafyasının her bölgesinden isimler görürsünüz. Gazze`de de öyleydi. Hani "Araplar Osmanlı`yı arkadan vurdu." söylemi var o dönemler için. Böyle bir şey o bölgede yok. Arapların büyük çoğunluğu genel olarak Ortadoğu savaşlarında Osmanlı`nın yanındadır. Osmanlı`nın yanında savaşmasalardı bugün Ortadoğu`yu yöneten aileler olacaklardı. Osmanlı kaybettiği için onlar da kaybetti. Şu an güçsüz ve zayıf aileler Arap dünyasına hâkim durumda. Gazze savaşlarında İngiliz birliklerinin içinde Yahudi birlikleri vardı.

Bilhassa casusluk vazifesi yapıyorlar...

Sadece casusluk değil milisler vardı, askerî birimler vardı ayrıca bölgedeki Yahudiler İngiliz ordusuna erzak taşıyordu. Buna kimse değinmiyor tabii.

Yahudilerin bütün bunları yaparken bir hesabı vardı; Filistin`e yerleşmek, Siyonizm’i gerçekleştirmek ve burada devlet kurmak.

Siyonizm daha geniş bir hikâye. Sultan 2. Abdülhamid`e bu teklif ediliyor, borçlarınızı ödeyelim, Filistin`den toprak alalım, diye. Abdülhamid, Yahudilere Filistin`den toprak satışını yasaklıyor. Onlar da oradaki Arapların üzerinden muvazaalı biçimde toprak almaya başlıyorlar. Abdülhamid o zaman Filistin`i, Gazze`yi şahsî mülkü ilan ediyor. Şahsî mülk olunca da satılamıyor. Bir devlet oradan çekilince bu topraklar başka bir devlete geçemiyor. Daha sonra İttihat ve Terakki şahsî mülkü değiştirip toprağı devletleştiriyor. O zaman Osmanlı çekilince topraklar İngiliz devletinin oluyor. Şahsî mülk olarak kalsaydı alamayacaklardı. Abdülhamid`in çok ileriyi gören bir tarafı var ve fakat olanlar oldu.

Genel olarak, bölge nasıl elden çıktı, hangi pazarlıklar yapıldı, yeni kurulan devletler kimlerin kontrolü altında idi, bunları çok dikkatli araştırmadan, analiz etmeden bugünkü şartları da, hadiseleri de anlayamayız.

Cumhurbaşkanımızın, yine İsrail`in böyle saldırganlaştığı bir anda, "Filistin`in tapusu bizde." şeklinde bir açıklaması olmuştu. Bu açıklamayı nasıl değerlendirmek gerekir?

Filistin`in tapusu bizde tabii. Sadece Filistin`in değil bütün Ortadoğu`nun tapusu ve tarihi de bizde. Dört yüz yıllık tarihi bizde. Kudüs`ün tapusu da bizde. Bu tapuların kopyaları konteynırlar, tırlar dolusu olarak Filistin`e gönderildi, Filistin yönetimine. Yüzlerce yıl boyunca Osmanlı döneminde gayr-ı menkullerin kimlerin eline, nereye gittiği, kimlerin hâkimiyetine geçtiği, bütün bunlar tapuları ile bizdedir ve kopyaları teslim edilmiştir. Tapu kayıtları Osmanlı arşivlerindedir. Filistinlilerin, İsraillilerin elinde arşiv bile yok.

Cumhurbaşkanı`nın sözlerinin siyasal okunuşu şu anlama gelmektedir; bu bölgede en çok söz söyleme hakkına sahip insanlar bizleriz. Bugün Kudüs`e giderseniz, çarşıya bakarsanız o çarşının hâlâ yüzde yetmişinin Osmanlı eseri olduğunu, eski Kudüs`ü çevreleyen surların en son Kanuni Sultan Süleyman zamanında restore edildiğini, surların önündeki en büyük caddenin hâlâ bugün Sultan Süleyman Caddesi olduğunu görürsünüz.

Bölgenin tapusuna sahip olan Türkiye hem devlet hem de millet olarak İsrail`in Gazze vahşeti sırasında üzerine düşen vazifeyi yapmış mıdır? Nasıl bir sınav vermiştir?

Hiçbir zaman üzerimize düşen vazife yeterince yerine getirilemez. Ama ilk kez bu kadar yoğun ilgi gösterdik, bu önemli bir gelişmedir. Irak konusunda da bu kadar hassastık ama tarihte ilk kez Filistin konusunda toplumun her kesimi, devleti, hükümeti, milleti, sivil toplum kuruluşları bir araya geldiler ve ortak tavır sergilediler. Bunu ne ile açıklayabiliriz? Bunu, birçok faktörle açıklayabiliriz ama bence en önemlisi insanların, bu toplumun, devletin ve toplumun tarihini yeniden keşfetmesiyle alakalı. Geçmişteki hatırasını yenilemesiyle alakalı. Hatıralarını yenilemesiyle alakalı. Türkiye bugün Ortadoğu`da her gelişmeye çok dikkatle yaklaşıyor. Çok istekle yaklaşıyor, çok yoğun ilgi gösteriyor. Biz çok uzun zaman, Cumhuriyet tarihi boyunca redd-i mirasla baktık bölgeye. Artık reddi mirasla değil üç yüz yıllık, dört yüz yıllık geçmişimizle bakmaya başladık. Hafızalarımızı yenilemeye başladık. Toplumsal hafızamız canlanmaya başladı. Böylece kardeşliklerimizi, ortaklıklarımızı fark etmeye başladık. Dolayısıyla Gazze`yi en fazla sahiplenmesi gereken devlet, ülke ve toplum biziz. Ve bu yapılıyor. Önümüzdeki dönemde başka krizlerde çok daha yoğun ilgi gösterileceğini düşünüyorum.

Yalnız hükümete şöyle eleştiriler geldi; başbakan işte güzel konuşuyor ama resmi manada ilişkilerin kesilmesi konusunda ciddi bir adım atılmış değil; askerî ihalelerin bitirilmesi, ilişkilerin kesilmesi, büyükelçinin çekilmesi vs.

Türkiye sadece hükümetten ibaret bir yapı değil. İsrail ile önceden yapılmış anlaşmalar var, bunları istediğin zaman çok kolay feshedemiyorsun. İsrail ile ilişkileri kesmeye bir siyasi iktidarın gücü yetmeyebilir. Çok karmaşık ilişkilerdir bunlar. Devlet tecrübesi şunu gösterir; ani bir öfke ile hareket etmemek gerekir. İstese pekâlâ Türkiye İsrail ile bütün ilişkilerini dondurur, keser. Buna muktedirdir. Yapabilir ama yapmaması gerekiyor çünkü devletler daha soğukkanlı hareket ederler, daha yavaş hareket ederler. Ani öfke ile hareket etmezler. Uzun vadeli hesaplar yaparlar. Bu uzun vadeli hesaplara göre diyelim İsrail ile ilişkilerini giderek zayıflatır. Anlaşmaları, ilişkileri, yakınlığı belli bir sürece koyar ve ona göre hareket eder.

Önümüzdeki yıllarda Türkiye bölgede çok daha aktif bir hale gelecektir. İsrail üzerinde çok daha ciddi bir caydırıcı güç haline gelecektir. Filistin davasını en güçlü savunan ülkelerden bir tanesi haline gelecektir. Sadece Filistin`e değil bölgedeki bütün meselelere müdahil olacaktır. Türkiye kapalı kapılar ardında etkin bir mücadele yürüten, doğru sözler söyleyen ve başarılı olan bir ülkedir.

Filistin`de şu an El-Fetih ve HAMAS iki örgüt öne çıkıyor. Bu yapıyı nasıl değerlendiriyorsunuz? Filistin toprakları parça parça olmuş durumda. Bu süreçte hep birbirlerini suçluyorlar.

El-Fetih Filistin davasını yıllarca götüren, sürdüren bir yapı, örgüt. Arafat`ın önderliğinde Filistin davasını savunan bir platform. HAMAS daha yeni bir yapı. 1983`te ortaya çıktı. Ama Filistin davası çok eski bir dava. El-Fetih içinde birçok örgüt var o da tek bir örgüt değil. Bugün Filistin yönetimi resmî olarak da El-Fetih`e bağlı. Yönetimi El-Fetih`in kadroları temsil ediyor. Sadece son seçimlerde HAMAS siyasî parti olarak seçimlere girdi. Parlamentoda çoğunluğu kazandı. Hükümeti kurma görevi aldı. Hükümeti de kurdu ama İsrail de, uluslararası kamuoyu da bunu tanımadı, seçimle gelmelerine rağmen. O zamandan bu yana El-Fetih, HAMAS`ın gücünü tasfiye etmeye yönelik girişimlerde bulundu. Ancak HAMAS giderek güçleniyor daha da güçlenecektir. HAMAS`ın güçlenmesi demek, El-Fetih kadrolarının, Mahmud Abbas ekibinin tasfiye olması demektir. Burda bir iktidar mücadelesi var. Bu iktidar mücadelesi İsrail ve Amerika tarafından provoke edildi. Taraflar arası çatışmalar çıktı. Amerika ve İsrail açıkça El-Fetih`e silah desteği bile sağladı. Para yardımı yaptılar.

Şimdi ise bu savaşa gelindi. Bu savaşta El-Fetih içindeki direnişçi bazı örgütler HAMAS`ı desteklediler. Fakat Cumhurbaşkanı Mahmud Abbas ve ekibi İsrail`le birlikte hareket etti. Mısır, Ürdün gibi ülkeler İsrail ile birlikte hareket ettiler. Onlara göre HAMAS devre dışı kalacaktı, İsrail Filistin`in tamamına hâkim olacaktı. Ama tam tersi oldu. HAMAS devre dışı kalmadı daha da güçlendi.

HAMAS`ın bu savaştan zaferle çıktığını ve daha da büyüyeceğini söyleyebilir miyiz?

Kesinlikle zaferle çıktığını söyleyebiliriz. Askerî anlamda bir başarıdır bu. Tabii başarıyı neye göre ölçüyorsunuz? Filistin halkının çektiği eziyete göre ölçüyorsanız bu başarı değil. İsrail Gazze`yi yakıp yıktı. Çok sayıda insan öldü. Sivil kayıpları, sivil yıkımları başarı olarak görüyorsanız, İsrail başardı, HAMAS, Filistin kaybetti. Ama İsrail askerî anlamda tıpkı Güney Lübnan`da olduğu gibi başarısız oldu. Gazze`nin kent merkezine giremedi. Kara saldırısına geçemedi. HAMAS direnişçilerini aşamadı. Burada geri çekildi. Ateşkese biraz da İsrail`in ihtiyacı vardı. Ateşkesi kendisi istedi. Başaramayacaklarını anladılar. Hatta biz diyorduk, Amerika ile İsrail anlaşarak zorda kaldıkları için bu yola gittiler. Dışişleri Bakanı Amerika`ya gitti ve ateşkes önerdiler. İsrail bu savaşı askerî cephede kaybetti.

Şu an bölgede devlet başkanları toplantılar yapıyor. Fransa ve Mısır`ın önerisi destek görüyor sanki Türkiye devre dışı bırakılmak için uğraşılıyor.

Hayır, öyle bir şey yok. Burada her ne kadar Fransa ve Mısır öne çıkıyorsa bile asıl konuşulan, tartışılan tezler Türkiye`nin tezleridir. Mısır`ın Filistin ve HAMAS nezdinde bir itibarı kalmamıştır. Türkiye devre dışı kalmadı. Bunu kasıtlı olarak söylüyorlar. Önümüzdeki yıllarda Türkiye bölgede çok daha aktif bir hale gelecektir. İsrail üzerinde çok daha ciddi bir caydırıcı güç haline gelecektir. Filistin davasını en güçlü savunan ülkelerden bir tanesi haline gelecektir. Sadece Filistin`e değil bölgedeki bütün meselelere müdahil olacaktır. Türkiye kapalı kapılar ardında etkin bir mücadele yürüten, doğru sözler söyleyen ve başarılı olan bir ülkedir.

Savaş sırasında İsrail Dışişleri Bakanı Livni`nin bir sözü oldu; "Uluslararası herhangi bir baskı görmedik." dedi. Siz bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Yalan söylüyor. Çok ciddi bir uluslararası baskı hissettiler. İsrail ama uluslararası anlaşmaları, uluslararası hukuku pek tanımayan bir ülke hatta hiç tanımayan bir ülke. Amerika`nın korumasında olduğu için bu tip şeylerden muaf tutuluyor. Türkiye`nin baskılarının ben caydırıcı olduğunu düşünüyorum. İsrail bölgede Arap olmayan ülkelerle ilişkilerini güçlü tutmak mecburiyetindedir. İsrail`in ilişkilerinin en güçlü olduğu ülkelerden biri Türkiye`dir. Türkiye`nin çok sert tutum alması İsrail üzerinde caydırıcı bir etki oluşturmuştur.

"İsrail`i yaşatan Yahudi zekası ve başarısı değil, Batı`nın hesaplarıdır." sözünü nasıl nasıl yorumluyorsunuz?

İsrail`in zekice hareket ettiğini söyleyemeyiz. Öfke tutulması ile hareket ediyor. Siyonist bir ideolojiden bakarak, ideolojik körlükle hareket ettiğini söyleyebiliriz. Bu yaklaşım son beş yıldır İsrail`in giderek güç kaybetmesine yol açmıştır. İsrail daha ziyade Batı için özellikle Amerika için Ortadoğu`da bir truva atıdır. Onlar için bir askerî güçtür. O açıdan önemlidir ve korunur. Amerika bölgesel operasyonlarını İsrail üzerinden yürütür.

Son olarak bu topraklarda barış nasıl sağlanır?

Bu topraklarda barış kolay kolay sağlanmaz. Sadece Filistin-İsrail barışıyla değil, Ortadoğu`nun tamamında büyük bir değişimin yaşanması gerekiyor. Birinci Cihan Harbi sonrasında kurulan yapının, statükonun değişmesi gerekiyor. Bu iktidarların, bu rejimlerin gitmesi gerekiyor. Halkları ile dayanışma içine girmiş özgür ve meşru rejimlerin, iktidarların ortaya çıkması gerekiyor. Müslüman toplumun birbirine sahip çıkması gerekiyor. Zihinlerin değişmesi gerekiyor.

İngilizlerin, Batılıların kurduğu bu sistemin çökmesi gerekiyor. Bölge halklarının ihtiyaçlarına göre, dinamiklerine göre, beklentilerine göre, umutlarına göre yeni bir sistemin kurulması gerekiyor. O zaman barış kendiliğinden gelecektir.


GENÇ'ın Yazısı.