Salih Kılınç

Araştırması muhakkak yapılmıştır. Ama rakamları bilmediğim için sadece tahmin yürütebilirim. Zannediyorum ki bu ülkedeki üniversite hocalarının ancak yüzde beşi düzenli olarak kitap okuyordur. Ki bu da çok iyimser bir oran diye düşünüyorum.

Her şeyi anlayabiliriz de üniversite hocası dediğimiz bu insanların kitap okumaması bana çok tuhaf geliyor. Tuhaf gelmekten öte sinirimi bozuyor. Fakültedeyken profesörlerden bir tanesi “Ben roman ‘moman’ okumam, okursam branşımla alakalı kitaplar okurum” demişti. Bakar mısınız ifadeye! Nasıl da aşağılıyor romanı, hikâyeyi. Bu nasıl bir kendini bilmezliktir! Bu nasıl bir özgüvendir ki kendini roman yazarından, okuyucusundan üstün görebiliyor bu adam. Bu nasıl bir cesarettir…

Aslında, en ön sırada oturup hocanın ağzından çıkan her kelimeyi defterine kaydeden, sınavda doksan aldı mı karalar bağlayan (“hocam kâğıdıma bakabilir miyim?”), okulu hayatın kendisi olarak gören öğrenci işte bu hocanın eseridir. Hoca ders dışında bir hiç olduğundan dersi abartır da abartır. Ortam hocanın kendisini tatmin etmesi, iktidarını perçinlemesi için idealdir. Hayat tecrübesi yetersiz (doğal olarak) öğrenci de kendisini o kadar içinde hisseder ki hocanın çizdiği resmin, ders artık onun yaşamının tek gayesidir. Vize ve final haftalarında öğrencinin yüzünden düşen bin parça olur. Uyku saatleri değişir, yeme içme düzeni bozulur, artık o noktaya gelmiştir ki “Nasıl geçecekse geçsin. Yeter ki şu sınavlar bir bitsin” der. Hâlbuki bu sınav biter, bir diğeri başlar. Okul bitince elinde bir diploma ile kalakalırsın.

Bu ülkede yeniliğe en kapalı insanların başında üniversite hocaları geliyor. Bazı hocalar var ki otuz yıldır aynı notları dikte ediyorlar öğrencilere. Onların durağanlığı, onların miskinliği ezberciliği, vasatı teşvik ediyor. Sosyal bilimler eğitimi verilen fakültelerde bile kitap okuyan, öğrenmeye aç olan, hayatı sorgulayan öğrenciler değil de saçma sapan ders notlarını hıfz eden kişiler el üstünde tutuluyor. Yüksek lisans mülakatlarında kitaplarla arası iyi olmayan hocalar öğrenci seçerken sadece kılık kıyafete ve mezuniyet notuna bakıyor. Kravatın sağa kaymış olmaması okumaktan, yorumlamaktan daha önemli hale geliyor.

Mehmet Altan Star’daki köşesinde yazmıştı bir ara. “Sınıfta Birinci Dünya Savaşı’nın hangi tarihler arasında vuku bulduğunu sordum da bir tane bilen çıkmadı” diyordu. Kitap okumanın romantiklik ve vakit kaybı olarak kabul edildiği, kerli ferli profesörlerin yıllardır kitap kapağı açmadığı, okumanın kısa vadede somut bir getirisinin olmadığı bir vasatta başka ne beklenebilirdi ki! Ben okulda bir keresinde elimde Yeni Şafak gazetesi ile oturuyordum, arkadaşlardan bir tanesi “Bu gazete yerel bir gazete mi?” demişti. Ey kitap düşmanı hocalar bütün bunlardan siz sorumlusunuz…


GENÇ'ın Yazısı.