Yeruşalayim`den İstanbul`a Mektuplar - 1
“Bu satırları sana Kudüs’ten yazıyorum. Ya da senin söylemeyi çok sevdiğin şekliyle Yeruşalayim’den. Hıristiyanların Jerusalem’inden. Arapların Uruşalim’inden.”
Sevgili Yoni,
Bu satırları sana Kudüs’ten yazıyorum. Ya da senin söylemeyi çok sevdiğin şekliyle Yeruşalayim’den. Hıristiyanların Jerusalem’inden. Arapların Uruşalim’inden.
Hatırlarsın, Tatavla’da seninle oturduğumuz o yağmurlu akşam, ben “İslâm, Yahudiliği de içine alan coşkun bir ırmaktır. Azla yetinmemek lazım” fikrini savunuyordum da, sen “Yahudilik, Rab’in biz İsrailoğullarına çok özel bir ikramıdır. İslâm’la arasında bazı küçük tesadüfler dışında benzerlik bulman çok garip” demiştin. “Bugün Yahudiliğin en çarpıcı yaşandığı yer Yeruşalayim’dir. Git, gör” diye de eklemiştin.
Evet gördüm, çok da sevdim. Ama fikirlerimin değiştiğini söyleyemem. Aksine, yürüdüğümüz yolun ne kadar kadim ve ne kadar ortak olduğu konusundaki fikirlerimi pekiştirdi bu seyahat.
Ağlama Duvarı’nda, sizin deyişinizle ‘Kotel HaMaravi’de, ellerimi o devasa taşlara sürerken, içimde canlanan şeyleri anlatamam sana. O duvar, benim açımdan, İslâm’ın da en aziz hatıralarından biri çünkü. Sizin Malech Shlomo dediğiniz Süleyman, bizim inancımıza göre Allah’ın en özel elçilerinden biri. Onun ihtişamlı saltanatının kalıntılarından birine dokunmak, az şey midir? Velev ki yıkıntıları üzerine inşa edilen başka bir mabedin duvarı olsun parmaklarımın dokunduğu...
Siyah kalpaklı, asık yüzlü Yahudiler benden pek hoşlanmazlardı eminim, benim bir müslüman olduğumu öğrenselerdi. Gerçi öğrenemezlerdi. Çünkü Ağlama Duvarı’nda onlarla birlikte, başımda kippa duamı mırılandıyordum kendi içimden. Sen olsaydın, bizim camilerimizden birine, bizim istediğimiz şekilde giyinerek girebilir miydin bilmiyorum, ama Kotel’in girişinde bana kibarca teklif edilen kippayı başıma koymakta asla tereddüt etmedim. Çünkü inandığım değerler, başkalarının değerlerine de saygı göstermeyi emrediyor bana. Hele ki o değerler, aslında benim de değerlerimse...
Seninle bir Hıristiyanla anlaştığımdan daha iyi anlaşabilirim. Baksana aramızdaki ortak noktalara:
Tek Tanrı’ya ve O’nun eşsiz olduğuna inanıyoruz.
Allah adına kesilenleri yiyoruz sadece.
Oğullarımızı sünnet ediyoruz.
Domuz etini kesinlikle ağzımıza sürmüyoruz.
Kadınlarımızın örtünmesi Allah’ın mutlak emri.
Zina, faiz, hırsızlık kesinlikle yasak.
Bütün bu temel unsurlar dışında, bazı nüanslarla birlikte, ortak bir tarihsel serüvenimiz de var. Avraham, Yitzhak, Yaakov, Yosef, David, Shlomo diyorsunuz bizim İbrahim, İshak, Yakup, Yusuf, Davud, Süleyman dediklerimize.
Ben hepsini Allah’ın elçisi olarak kabul ediyor, hepsine boyun eğiyor, hepsine bütün kalbimle saygı gösteriyorum.
İbrahim’in hangi çocuğunu nerede kurban ettiğinin bir önemi yok. Küçük nüanslara takılmak vakit kaybı. Kudüs de baştacım, Mekke de. Ama kabul et, tutup da “İsmail, İbrahim’in hizmetçisinden doğan gayrimeşru çocuğudur” deyişiniz, Arapları ve Müslümanları anlamanıza ve sevmenize engel oluyor. Biz, maazallah böyle söylesek, İslâm’ın dışına çıkarız oysa... Bu kadar çok benzerlik seni düşündürmüyor mu sahiden? Sence, aynı kaynaktan çağlayıp tarihin sonuna doğru coşkuyla akan bir nehir olduğumuzu söylemem, hak verilmeyecek bir şey mi? Uzun ve zorlu bir maratonun son durağıyız biz. Hikâye sizinle başlamıyor ama ana kahramanlar sizlersiniz çoğu kez. Aramızda Hıristiyanlar var. Fakat İsa’nın da size gönderildiğini düşünürsek, aslında sadece sizsiniz ve biziz tarih sahnesinin ana aktörleri. Mektubumun burasında duruyorum, başımı kaldırıp dışarı bakıyorum. Karşımda Zeytindağı var. İsa’nın son akşamını geçirdiği yer... Aklıma senin o akşam bana yönelttiğin en sert eleştirilerden biri geliyor: “Kur’anı okuyunca kendime hakaret edildiğini hissediyorum bir Yahudi olarak. Gazaba uğrayan, lanetlenen, tahrifçilikle suçlanan, kitap yüklü eşeklere benzetilen..."
Biz Müslümanların temel bir usul hatası var: İslâm’ı ve Kur’ân’ı kendi malımızmış gibi benimsiyoruz ve insanları kendimize doğru çağırıyoruz. Bu da, Kur’ân’daki eleştirilerin sanki bizim eleştirilerimizmiş gibi algılanmasına yol açıyor. Aslında Kur’ân’ı diğer insanlarla kendimizin tam ortasına koymamız ve herkese şu çağrıda bulunmamız lazım: “Gelin, oraya doğru gidelim, orada buluşalım!” Böyle yapmayan Müslümanlar yüzünden, kendini dışlanmış ve aşağılanmış hissetmen doğal. Ayrıca şunu da hiç unutma: Kur’ân’a göre, Allah’a ve Onun bütün elçilerine ayrım yapmadan inanan herkes müslümandır. Müslümanı bir özel isim olarak değil, bir sıfat olarak düşün. İdeal insanın adı gibi. Allah, Kur’an’da insanların hepsine çeşitli uyarılarda bulunuyor. Bırak Yahudileri, İslâm’ın Son Peygamberi için bile çok ağır uyarılar/eleştiriler var orada. E, bütün varlığın sahibi olan Allah’ın, yarattığı ve herşeyini sağladığı insanlara bu kadarcık sitem hakkı olmasın mı?
İstanbul’a döndüğümde de konuşabilirdik bunları. Ama Kudüs’ten, Yeruşalayim’den, Jerusalem’den, Uruşalim’den yazmak istedim sana... En büyük ortak paydalarımızdan birinden...
Taha Kılınç'ın Yazısı.