Nedim Kaya

Ahh Hakan Erdem ahh…

Ümmetin çocuklarına yazık değil mi? Bütün müktesebatımızı yok ettin. Ne güzel yıllardır o kalın kalın kalın kitapları okur, farklı olmanın gururunu yaşardık.

Önce Yalçın Küçük Hoca ile başladık. Hazret “Beni en çok AKP’liler okur” sloganıyla damardan girmişti İslami camiaya. Güzel ve bilimsel! yazıyordu. O’na göre bilimsel düşünmek her şeyin anahtarı idi. Bilim yanılmazdı. Hele hele isim okuma bilimi diye tercüme edebileceğimiz Onomastik hiç yanılmazdı. Ülkemizde bir yerlere gelebilmek için ya sabetaist ya kripto olmak gerektiği konusunda bilimsel! ve onomastik ve hatta dogmatik tezi gönlümüzü fethetmişti. Böylece bir baltaya sap olamadığımız için harap ve bitap olmaktan vazgeçmiş, soranlar için izah edecek bilimsel bir açıklamamız olmuştu. “Benden iyi Cumhurbaşkanı falan olurdu ama kader işte annemiz bizi Sabetaist doğurmamış ki” diyebiliyorduk.

Hoca çok iyi gidiyordu, ta ki bilimi o çok mücadele ettiği dogmaya yenik çıkıncaya kadar. Zamanla Hoca’nın zenci kontenjanına dâhil ettiği kesimler birer birer köşebaşlarında belirmeye başlayınca kendileri bilimsel tezlerine çizik bile attırmadan zencilerin aslında siyaha boyanmış beyazlar olduklarını bir bir ispatlamaya başladı. Mesela siz Gül’ü peygamberi remz eden ve çiçek ailesinden gelen sevimli bir bitki olarak mı biliyordunuz? Sizi Onomastik çarpsın emi. İbrani terimler sözlüğüne gidip orada GUL kelimesine bakmak hiç mi aklınıza gelmedi? Hocanın pergeli açıldıkça zevkten dört köşe olan biz sadık okuyucu kitle bir gün geldi iyice köşeye sıkıştık. Hazretin değerlendirmelerine göre bir tek okuyan kendisi kalmıştı sabetaist olmayan. Hatta dokunsalar itiraf edecektik hayatımızın bir döneminde şanslı bir zaman dilimi yaşadığımızı.

Biz tam “ Arkadaşlar hoca tamamdır” pozisyonu almışken Soner Yalçın adında yepyeni bir üstaz çıktı sahneye. Daha bilimsel, daha genç, altyapısı daha sağlam, televizyon programlarında masayı yumruklamayan ve de deli yaftası yememiş. Bu özelliklerine ek olarak Küçük Hocanın boyanmış zencilerine yani Beyaz Müslümanlara dokundurmaya başlayınca değmeyin sol kökenli şimdilerde tamamen duygusal nedenlerle kapitalist ama kalbi mazisinde kalem ehline. Yalçın Hoca ile en önemli ortak noktaları Adanalı Dilber Hala yadigârı “bilim soruyu ortaya koyar, isteyen alır gider istemeyen bırakır kaçar” anlayışıydı. Bir de Sonerciğim’in ikide bir “geçelim” deyip başka dala atlama vaziyeti var ki bana biraz üniversite yıllarında binalara molotof kokteyli atıp kaçan sol görüşlü öğrencileri hatırlatıyor; “ben soru işaretini koydum, burada bir saniye daha durursam ihale üstümde kalır” vaziyeti yani.

Ne heyecanlarla okuduk. Ne “acaba?”lar oluştu kafamızda. Hatta yakından tanıdığımız, sevdiğimiz, saygı duyduğumuz ama Soner’in listesine girmiş insanlarla ne yapacağımızı ölçüp tartıp durduk. Ne olursa olsun sevecek miydik, ya bu bir Yahudi oyunuysa, ya kuzu postuna bürünmüş kurtlarsa sevdiklerimiz. Hayır adamın doneleri kuvvetli. Bakın Türkiye’de en önemli beyaz Müslümanlar tekstilci ve tekstildeki en önemli 14 kelimenin tamamı İbranice’den geliyor. Buna ne diyeceksin? Adam araştırmış, soruşturmuş suyunu çıkarıp şırasını sana sunmuş.

Biz bu bilgilerle neredeyse koskoca bir kariyer yaptık diye düşünürken ne lüzumu vardı Hakan Erdem yıktın perdeyi eyledin viran. Koskoca Soner Yalçını kaçacak delik arayacak hale getirdin. Adamcağız Fransa’daki La Play sosyoloji ekolünü La Play Okulu zannetmiş. Bundan ne çıkar Hanefi mezhebini “Hanefi Üniversitesi” diye anlamak gibi bir şey. Tercüme hatasıdır o. Geçelim.

Ben o kitapları o kadar okudum görmedim, insan ne kadar kötü niyetli olmalı ki senin o ceviz kabuğunu doldurmayacak kusurlarını bulabilsin. Adamcağız ne yapmış? ABD başkanı Roosevelt’i Illuminate’in Ancient Arabic Order of Nobles and Mystics adlı alt birimine üye yapmış. Illuminate’i de bir güzel açıklamış: “Aydınlanma demekti ve ilk 1492’de İspanya’dan kovulan Yahudilere denilirdi”. Bu 1492’de kurulan Illuminati’nin adı geçen şubesi ise Hz.Muhammed’in sahabesi tarafından kurulmuşmuş ve bünyesinde sadece Müslümanların değil Hristiyan ve Yahudilerin de yer aldığı bilinmekteymiş. Yani 1492’de kurulan cemiyete sonuncusu 700 yılları civarında vefat eden Sahabiler şube açıp üye olamaz mı? Sen hiç keramete inanmaz mısın? Burada sahabeden bahsediyoruz.

Hazret “Arınç” kelimesini kullandığı Türk lügatlerinde bulamadığı için Bülent Arınç’ı Onomastik biliminin ışığı altında mercek altına almış ve ima yollu “Acaba sabetaist olabilir mi?” diye sorma gafletinde bulunmuş. Ne anlamı var? Caferoğlu’nun Eski Uygur Türkçesi sözlüğünden Arınç kelimesini bulup “şüphesiz, kesin” manasına geldiğini adamın gözüne sokmanın.

Son olarak Topbaş ailesinin kökenleri ile ilgili olarak iftiralarını (pardon iftira mı dedim, neredeyse beni de kendine inandıracaksın) sıralarken biraz açığa düşmüş diye adamı bir tek rüsva etmediğin kalmış. Tekstil âleminde en sık kullanılan 14 kelimenin tamamının İspanya’dan gelen Yahudilerin kullandığı Ladino dilinden dilimize geçtiğini buyurmuş. Araştırmacı, gazeteci, yazar ve bilim insanı ve hatta bana göre filozofumuzun bu önemli araştırmasında küçücük (!) bir kusuru var onu da tak diye bulmuşsun. Verdiği 14 kelimenin hiçbiri İbranice değilmiş. Yahu sen sözlük karıştırmaktan başka bir şey bilmez misin? Boğaziçi’nde Oxford’da sana bunları mı öğrettiler?

Ah Hakan Erdem ah! Senin Tarih-lenk’in yüzünden o kalın kalın kitapları okumak bende hangi hisleri uyandırdı biliyor musun? Dün afiyetle yediğim o lezzetli bifteğin bugün domuz etinden olduğunu öğrendim sanki. Yaktın beni.


GENÇ'ın Yazısı.