Babasının Oğlu Ecdadının Torunu
Binbaşı Lütfi Bey’in Oğlu Emrullah’ın Kahramanlığı
Çanakkale Gazisi Dr. Hikmet Arda, 35 yıl sonra Çanakkale hatıralarını anlatıyor:
“Sene 1914, Avrupa’da harp başlamıştı. O vakit bizler de Almanlar Cephesi’nde yer almıştık. Balkan Harbi’nden çıkmış, yorgun, madden ve manen çok yıpranmış olan ordularımızı hazırlamak için fırsat kazanmak bahanesiyle yalnız seferberlik ilanı ile iktifa ederek, onları talime başlatmıştık.
Seferberlik ilan olunduğunun haftasında beni vazifeye davet ve Edirne’de 2.Kolordu’ya tayin ettiler. 1. Tabur Kumandanı Binbaşı Lütfi Bey’di. Uzun boylu, zayıf, babacan bir zattı. 13 yaşında Emrullah isminde bir oğlu vardı. Annesi ölünce Emrullah’ı yanına almış, onun eğitimi ile meşgul olmuştu.
Savaşlar sırasında siperler birbirine çok yakındı. Yakın olan siperler arasında hücuma kalkıp ilerlemek her iki taraf için de imkânsızdı. Çünkü hücuma kalkan her iki taraf, hedefine varmaya imkan bulamazdı. Birçok defalar her iki siper arasında kalan yaralı ve ölüler yaz aylarının sıcakları yüzünden çok çabuk kokardı.
Siperlerin bu kadar yakın olması ve hücum ile arazi kazanmak imkânı bulunmaması, her iki tarafı da bazı hileler düşünmeye mecbur ederdi. Hile şöyle olurdu: düşman toprak altından bizim siperlerimizin altına doğru lağımlar kazar ve tam siperlerimizin altına geldiklerinde oraya dinamit koyarak siperlerimizi havaya uçururlar, açılan çukura hücum ederek yerimizi işgal eder, bize de çok zayiat verdirirlerdi. Sonraları bu hileye vakıf olan subay ve erlerimiz çok dikkatli oldular. Düşmanın lağım kazılarında toprak altından gelen sesleri tespit etmeye başladılar.
Birinci tabur kumandanı Binbaşı Lütfi Bey, düşmanın bu vahşice hilesine derhal bir çare buldu. Yanından ayırmadığı küçük oğlu Emrullah’ı bu işle görevlendirdi. Emrullah dur durak bilmeden gece gündüz kulağını yere dayar, yeraltındaki sesleri tespite çalışırdı. Ayrıca karavanaları toprak üzerine yatırıp, kulplarının toprak altından gelen kazma darbesiyle meydana gelen titremesine dikkat ederek, düşmanın siperlerimize yaklaştığını anlar, titreme kesildiği an Emrullah derhal alarm verirdi. Biz de siperleri tahliye ederek, geride lağımın patlamasını beklerdik. Patlamadan sonra da düşmandan evvel, açılan çukura hücum ederek düşmanla siperde karşılaşır, orada kanlı bir boğuşmadan sonra sipere hâkim olurduk. Küçük Emrullah, bu konuda da hayli tecrübe sahibi olmuş ve yaptığı görevle harp tarihimize adını yazdırmıştı.
Bir gün yine bir ölüm kalım harbine tutuşmuştuk. Düşman topçuları evvela siperlerimizi alt üst etti. Kesif düşman askerleri sel gibi hücuma kalktı. Karşı koymamız fayda vermiyordu. Düşmanı durduramıyorduk. Senegalliler siperlerimizin bir kısmını işgal ettiler. Erlerimiz Kerevizdere’ye sığındılar. Düşman için yol açılmıştı. Çünkü bundan sonra müdafaa hattı yoktu. Düşman Soğanlıdere’ye inecek, tam Çanakkale’nin karşısında boğazın en mühim bir mevkiini ele geçirmiş olacak, donanmasının yardımıyla bütün olan İstanbul yolu da, böylece kendilerine açılmış olacaktı. Ben bir kısım sıhhiye efradımla bu ani ve müthiş hücum karşısında çekilmeye imkan bulamadım. Siperde vazife yaparken esir düştüm. Başımıza dikilen Senegalli, simsiyah yüzünden akan terlerle güneşin karşısında adeta bronz heykel gibi elinde satırı ile duruyordu. Karşı koymaya imkan ve ihtimal yoktu. Çünkü düşman askerleri bizleri geride bırakmış, siperlerimizden atlamış, Kerevizdere’ye inmeye başlamışlardı. Fakat kaç dakika geçti hatırlamıyorum, müthiş bir “Allah Allah” sesi kulaklarımızı yırttı. Başlarında birinci Tabur Kumandanı Lütfi Bey, elinde kılıcı, maneviyatı bozulmuş askerlerin başına geçmiş; “Yetiş Ya Muhammed, kitabın gidiyor!” diye naralarla askerleri heyecana getirerek ileri atılmıştı. Olay müthişti. Sanki “Bedir’in Aslanları” imdada yetişmişti. Mehmetçiğin elinde süngüsü, Allah aşkı ile tutuşmuşlar, Allah Allah, nidaları ile sel gibi Binbaşı Lütfi Bey’in arkasından akıyorlardı.
Emrullah da, elinde sopa, Mehmetçiğin arasında; “Haydi asker ağabeyler, amcalar, dayan aslan babacığım!” diye çocuksu bağırışı, feryat figan içinde ortalığı kavuruyordu. Erlerimiz siperlerimizi tekrar düşmandan geri aldı. Harp biraz durakladı. Geride Alay Kumandanım, etrafında toplanan subaylara bu mütevazı kahramanın ve oğlunun yarattığı olay karşısında şükranlarını ifade edecek kelime ararken; “Nasıl bir evlat yetiştiğini gördünüz.” diyerek, ona itimat ve sevgisini izhar etti.
Emrullah artık küçük bir nefer olmuş, askere su taşıyordu. Yaralılara hizmet ediyordu. Siperlere kadar getirilmiş sıcak çorbaları erlere taşıyordu.
Binbaşı Lütfi Bey, Çanakkale Savaşı’ndan sonra, yarbaylığa terfi etti. Çanakkale’den sonra alayıyla İran’da Ermenilerle savaşırken Girmanşah’ta şehit olduklarını duydum. Her ikisine de Allah rahmet eylesin, nur içinde yatsınlar.
(Mehmet İhsan Gençcan, Çanakkale Savaşlarında Çocuk Kahramanlar, İstanbul, 1997, s. 33-45)
GENÇ'ın Yazısı.