"Cinayet Bir Edeptir"i Açıklayacaksak Ne Anlamı Kalır ki!
Ortalıkta pek gözükmeyen biriyle söyleşmek zor gerçekten. Yaptığınız işlere baktığımda pek bir kaba koyamıyorum açıkçası. Bu yüzden sizinle görüşmeye gelirken soru hazırlamadım. İstedim ki her şey doğal olsun. Derginizden, şiirden, sizden konuşalım...
O halde biraz kendimden bahsederek başlayayım. Ömrünün son yıllarını sanatoryumda geçirmiş bir baba ile üstümü yattığı kabirden örten annenin sekizinci çocuğuyum. Evimizin önü futbol sahalarını aratmayacak bir büyüklükteydi ve ben tarlayı süsleyen karıncalara su vererek büyüdüm. Çoğu zaman acıktığımı hatırlamadan büyüdüm. Bütün beslenme kuralları şehirli çocuklar içindir. Köyde büyümem de bir kural barındırdığı için ona da uymadım. Annemden izinsiz girdiğim mutfakta ekmeğin arasına salça sürer, öyle doyururdum kendimi. Büyümekte olduğumu girdiğim üniversite imtihanları hatırlattı bana. İstanbul Üniversitesi`nde reklamcılık okuyup 19 Mayıs Üniversitesi`nden öğretmenliğe namzet biri olarak mezun oldum. Bir buçuk yıllık Şırnak macerasından sonra İstanbul`a geldim. Halen İstanbul`da öğretmenlik yapıyorum.
Acıkınca evini hatırlayan, karıncalara su taşıyan, yediği ekmeğin içindeki salçayı unutmayan birisiniz ama neden “Cinayet Bir Edeptir!” başlığıyla dergi çıkarıyorsunuz?
Soruyu sorarken cevabını da verdiniz zaten. Ben karıncalara sakalık yapmasaydım, yediğim o salçanın tadını bugün unutmuş olsaydım “cinayet bir edebtir” demezdim zaten. Bakın; kargaşa esnasında yaralıysanız bir kenarda oturup hırpalanan yerlerinizi çitilersiniz. Bu muazzam kargaşada söylediklerimizin hepsi aslında yaralarımızı çitilemekten başka bir şey değil. Ama incitmeden, kırmadan... Cinayet, ürkütücü bir kelime, buna katılıyorum. Ama cinayeti edepli kılan iki şey vardır: Birincisi namus, ikincisi dindir. Şimdi biz, bu başlıklar atıldığında altına açıklama yapacak, dipnotlar düşecek, soru cevap haline getireceksek bir anlamı kalmaz ki! Edebiyat, biraz da beynimizin tembel kısımlarını harekete geçirmektir.
Yazdığınız bir denemede Ayasofya için “Kebap ve Lahmacun Salonu” olsun diyorsunuz. Neden böyle sivri çıkışlar yapıyorsunuz?
Siz sanırım sadece yazının başlığını okuyup bu soruyu bana yönelttiniz. O yazının tamamını okumak lazım. Az evvel bir Şırnak macerasından bahsettim. Gitmeden son kez Üsküdar`ı gezmek istedim. Siyasi bir partinin mensupları sokağın ortasına kurdukları standın üzerinde imza topluyorlardı. “Ayasofya ibadete açılsın” amacıyla yapılan bu çalışmayı o akşam uzun uzun izledim. Onları, yoldan geçenleri, imparatorluk nişanını kurtarmak isterken az ötede yerde yatan yoksul adamı kurtaramayanları, simitçileri... Genç arkadaşların gözlerindeki inanç, yoldan geçenlerin o umursamaz tavırları ve Şırnak’a gidişim. Şırnak’a gittiğimde çok şaşırmıştım. Yoksulluk, odanın içinde büyümeye çalışan on çocuk, yırtığı az olan ayakkabının daha kundura sayıldığı bir muhit. Tabi, Şırnak’taki o manzara ile Üsküdar`daki gençlerin avazı arasında epey zaman geçmişti. Siyasetçilerin malzemesi, seçim vaadi olacağına, Avrupalıların belki cami olur diye uykularını kaçıracağına o çocuklara yemek salonu istedim. Aşevi gibi. Çocuklar doysun, bankamatik kenarlarında sabahlayanlar bir barınak bulsun diye. Sivri bir çıkış değildi anlayacağınız. Yerkürenin yaslı ve çaresiz evlatlarına duyduğum bir merhamet duygusuydu.
İnternet portalınız İzdiham.com`dan ve derginizden bahsedelim biraz da. İzdiham kulağa hoş gelmeyen sözler söyledi, garip ve anlaşılmaz eylemler yaptınız. Neler söyleyeceksiniz?
Önce İzdiham.com ile başlayayım. İki sene evvel kültür ve sanat alanında yayına başladı. Elbette ben yalnız değilim. İzdiham başlarken internet ortamından matbu hale gelmeyi planlamıştık zaten. Allah bize bunu nasip etti. Sevgili abim Ali Ayçil, şeref Bilsel, Betül Hanım, Zeliha Yurdaer, Ali Senkoş, şamil Potur, Ahmet Can, Özer Turan, Faruk Yücel, Hakan Göksel, Adem Eyüp Yılmaz ve adını sayamadığım birçok kişi destek verdi. Sibel Eraslan`ı da unutmayayım, kızmasın bana. Kimisi adıyla, kimisi mesaisiyle, bazısı teknik bilgisiyle, kimisi de duasıyla. Hamdolsun epey mesafe kat ettik. Aslında ben her şeyin yeni başladığı kanaatindeyim. Çünkü internet ortamında hata yapmak telafi edilebilir lakin dergide bunun tamiri olmaz diye düşünüyorum. Bu hamlenin üçüncü ayağı da içimizden genç şair ve yazarlar çıkarmak. Şu anda zaten arkadaşlarımızın bu tür faaliyetleri var ve birkaç yıl içinde birçok arkadaşımızın kitapları olacak. Eylemlere gelince, SKL Hareketi garip eylemler yapsa da hepsi de düşünülmüş, ironik, kızgın, aldırmaz, umursamaz ve hisli eylemlerdi. Gelenlerle oturup çay içmek, tanışmak, dertleşmek, asıl en büyük eylem. Eylemlerimiz devam edecek sizi de bekleriz.
Dünyanın hali hakkında ne düşünüyorsunuz?
Hep şunu düşünürüm: Bizler Ortaçağda cellat olsak dünyanın yaşanabilir bir yer olabileceğini düşünürdük. Kızları diri diri gömülen bir Arap olsaydık dünyadan nefret edecektik. Fransız İhtilali`nde isyancı olsak umutlarımız olacaktı, Viyana`sı kuşatılan bir ecnebi olsak Türkler öcü olacaktı. Diyeceğim şu: Kainatın içinde çok önemli bir yer kaplamıyoruz. Her insan ne zaman gelirse dünyaya kendi sancılarını, umutlarını, nefretini yaşadı ve öldü. Ne denir ki şimdi bunlardan sonra?
Taha Süren'ın Yazısı.