Hatice Yaltırak

-Nereye gidiyorsun Hank!

-Greve katılacağım, öldürülen Siyah için yapılan gösteriye katılacağım.

-Ama sen Siyah değilsin ki!

-Nereden biliyorsun!” (Charles Bukowski, Postane)

Tarih: Şubat 2009

Filistin’de bir kasaba: El-Faraheen kasabası… Han Yunus yakınlarındaki köyde yaşayanlar, yanlarında kendilerine destek olmak için gelen ve bölgeden ayrılmayan insan hakları örgütlerine üye çok sayıda temsilciyle beraber yetişen maydanozları toplamak için tarlalarındalar. Çiftçilerin tarlada çalışmaya başlamasından kısa bir süre sonra, İsrail askerleri, Filistinliler ile destek için yanlarında bulunan temsilcilerin üzerine ateş açıyor. Bunun üzerine, elinde megafon olan bir aktivist hem İbranice hem İngilizce “ateş etmeyin” diye bağırmaya başlıyor ve maydanoz toplanmasından feci halde korkan İsrail askerlerini ikna etmeye çalışıyor, ama nafile. Çaresiz tarlayı bırakıp geri dönmek zorunda kalıyor bizimkiler. Maydanoz toplamak dünyanın en tehlikeli işine dönüşüyor zira.

Elindeki megafona “ateş etmeyin” diye bağıran kız Filistinli değil, muhtemelen Müslüman da değil. O tarlanın sahibiyle ticari bir ortaklığı ya da siyasi bir ilişkisi de yok. Yani demem o ki kirli bir uzlaşıyı çağrıştıracak en ufak bir durum yok ortada.

Peki, o kız ve arkadaşları neden orada? Bunu anlamak için biraz geriye gidelim:

Risaletten yaklaşık 20 yıl kadar önce… Sık sık yapılan Ficar savaşları nedeniyle Mekke’de hem yerliler hem de yabancılar için ne can ne mal ne de namus emniyeti diye bir şey kalmamıştı. Haklı olmak hiçbir şey ifade etmiyor, aciz ve güçsüz olana zulmetmek en doğal hak olarak görülüyordu. Şüphesiz ki bu durum böyle devam edemezdi. Çünkü Allah Adil’di, Rahman’dı, Rahim’di. Bardağı taşıran son damla Yemen’in Zebid kabilesinden birinin bir deve yükü malının şehrin ileri gelenlerinden As bin Vail tarafından gasbedilmesi oldu. Yardım istemek için çaldığı her kapı yüzüne kapanan Zebid’li son çare Ebu Kubeys dağına çıktı ve uğradığı haksızlığı tüm şehre haykırdı. Cemiyetin bu perişan haline nicedir kafa yoran erdemli kişiler bu haykırışa kayıtsız kalmadı ve hemen zulme karşı birleşerek Hılful Fudul cemiyetini kurdu. Böylece insanlığa kaybedilmiş onuru yeniden kazandırıldı. Cemiyetin ilk icraatı da Zebidli’nin mallarını geri verdirmek oldu. Peygamber Efendimiz(s.a.v.) de henüz 20 yaşında olmasına rağmen yaşlılardan teşekkül eden bu cemiyete katıldı. Güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderilmiş bir peygamberin zulüm karşısında geri durması zaten düşünülemezdi ve risaletten sonraki yıllarda da o günü hayırla yad edip “Bugün de böyle bir cemiyete çağrılsam yine katılırım” dedi.

İşte yıllar evvel Peygamber Efendimiz (s.a.v.) neden bu cemiyete katıldıysa o yüzden orada bu arkadaşlar. 2003 yılında Rachel neden oradaysa o yüzden oradalar. Bir deve yükü malı değil; maydanozları değil kendi insanlıklarını, insanlık onurunu korumak için ordalar. Mutlak Vahy’in “insanın muhafızı” diye tanımladığı vicdan, onları terk edip gitmesin, korusun kollasın diye oradalar.

16 Mart 2003, tanklara meydan okuyan başak saçlı, cesaret abidesi o güzel kızın aramızdan ayrılış tarihi. Bugünün Dünya Vicdan Günü ilan edilmesi Rachel’i anmak ve vicdan üzerine kafa yormak için bir vesile bize.

Vicdan nedir?

Vicdanın ne olduğuna, nasıl oluştuğuna dair birçok görüş mevcut.

Mübarek Kur’an’dan ilhamla söylersek sebep ya da şahit olduğu bir adaletsizlik sebebiyle yeryüzünü bütün genişliğine rağmen insana dar eden ve insanı sıktıkça sıkan bir haldir vicdan. Raskolnikov’un yakasını bırakmayan, susturmaya çalıştıkça sesi daha gür çıkan şeydir. Necip Fazıl’ın Reis Bey’ini okumaktır ya da. Halama, bir ramazan günü iftar vakti yaklaşmış, takatler iyiden iyiye azalmışken açlıktan durmaksızın miyavlayan sokak kedilerine koştura koştura yemek taşıtan şeydir işte.

Vicdanın insanda doğuştan var olduğuna, ancak aklın, alınan eğitimin ve içinde yaşanılan kültürün etkisiyle şekillendiğine inanıyorum ben. Kimi insanların pazar sonrası artıklarını toplayan bir kadına kayıtsız kalabilirken, bir sokak köpeğinin öldürülmesinden dolayı kıyametler koparmasını ya da bir gazetenin bir yandan İsrail’in Gazze katliamı’na lanet yağdırırken öte yandan yılbaşı gecesi doğalgaz sızıntısı sebebiyle hayatlarını kaybeden gençleri yargılayıp kınamasını buna bağlıyorum. Birine göre o köpek o insandan daha mühim; diğerine göre o gençlere böyle bir ölüm müstahak. Mehmet Akif’e “Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem/ Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem” dedirten şeyin noksanlığının; her şeye genelleyen bir yaklaşımla yaklaşmanın hastalıklı sonuçları bunlar.

Kültürel koşullandırmalar, kendi algımızla oluşturduğumuz tanımlamalar vicdanı yozlaştırıyor. Kafamızdaki doğru neyse o yolda yapılan her şeyi- adaletsizliğe hizmet etse bile- “ama” ile başlayan cümlelerle temize çıkarmaya çalışıyoruz. Haksızlıklara meşruiyet kazandıracak mazeretler bulmakta üstün bir yeteneğe(!) sahip insanoğlu.

Vicdani bakışla bakmamız gereken yerde ideolojik bakışla bakıp adaletsizliğin üzerine toprak atıyoruz, onu gömüyoruz. Gömünce fark edilmeyecek, gün yüzüne çıkmayacak sanıyoruz. Hâlbuki toprağa gömülen her şey gibi o da iklimini bulduğunda toprağını çatlatıp vicdanı da arkasına alarak karşımıza dikilecektir.

Vicdanın doğusu-batısı kuzeyi-güneyi sağcısı, solcusu, ulusalcısı, liberali, kemalisti, islamcısı olamaz. Dolayısıyla ideolojik açının meydana getirdiği kör noktaya yakalanmaktan imtina ederek Yıldız Ramazanoğlu’nun dediği gibi herkesteki iyi parçalarla yola devam etmemiz; adaletsizliğe karşı çıkmak için mensubiyet beyanı aramamamız gerekir.

Vicdanlı olalım derken…

Vicdanı ararken vicdanı sömürenlerin tuzağına düşme tehlikesini de göz ardı edemeyiz elbette. Tam bu noktada Leyla İpekçi’nin sözlerine kulak vermek yerinde olacak:

“…Eğer siz bir mağduriyetten nemalanmak, güç devşirmek, iktidar arayışına girmek ya da karşınızdakini acınızla tahakküm etmek gibi bir niyette iseniz, o vakit acının ideolojisi oluşmaya başlar. Sıkı sıkı savunduğunuz bir dünya görüşü kurar, kendi kimliğinizi bu acının üzerinden inşa edersiniz. Bu durumda, bu acının dindirilmesi için mücadele eden kişileri de düşmanlaştırırsınız. Çünkü acınız elinizden alınırsa, kendi varoluş hakikatinizi yitireceksinizdir. Hatta o kadar vicdandan dem vurursunuz ki, nihayetinde bunun da ideolojisini yapmaya başlarsınız. Kendinizi hep en vicdanlı, en mazlum veya en haklı olarak görmeyi kanıksar, kendinize fazladan bir değer yüklersiniz. Çoğunlukla farkında olmadan... Hukukun önünde tanıklık yapacak olan zalimler de olacak, mazlumlar da. Ne iktidar çatışmaları, ne acının edebiyatı, ne de düşmanlaştırma kampanyaları adalet isteyenleri durduramaz. Çünkü hakkaniyet adına mücadele etmek asıl özgürlüktür. Kimse tarafından ideolojisi yapılamaz.”

Vicdan derken nasıl bir şeyi kastettiğimizi açalım biraz. Mesela:

Vicdan Rachel Corrie’dir

“Filistine geleli yalnızca 2 hafta oldu. Buna rağmen gördüklerimi anlatmakta kelime bulamıyorum. Benim için en zoru; ABD’ye mektup yazmak için oturduğum zaman, burada olup bitenler hakkında düşünmek… Buradaki çocuklar, evlerinin duvarlarındaki tank mermisi delikleri ve bir işgal kuvvetinin onları sürekli izleyen kuleleri olmadan bir gün yaşamış mıdır? Bilmiyorum.

… Benim ülkemde ailemden hiç kimse, bir ana caddenin sonundaki bir kuleden bir roketatar tarafından arabamızla giderken vurulmadı. Bir evim var. Gidip okyanusu görme hakkım var.

… eğer uykudan evinizin duvarlarının aniden içeriye yıkılmasıyla uyanmak korkusu hissetmeden bir gece geçirseniz, eğer hiç kimsesini kaybetmemiş insanlarla karşılaşsanız, eğer ölüm saçan kuleler, tanklar, silahlı “yerleşimler” ve bu şimdiki dev metal duvar ile çevrelenmemiş bir dünyanın gerçekliğini yaşasanız, dünyanın tek süper gücü tarafından desteklenen, dünyanın dördüncü büyük ordusunun, sizi vatanınızdan silmek için yaptığı devamlı baskıya karşı direniş içinde, sağ kalma—yalnızca yaşama—mücadelesiyle geçen tüm çocukluk yıllarınız için dünyayı affedebilir miydiniz, merak ediyorum.”

Vicdan Sezai Karakoç’tur

“…Savaşamıyorsan bile doğruyu söyleyeceksin ve ağırbaşlı, kişilikli olarak hareketin ne olması gerektiğini söyleyeceksin, eğer bir yanlış yapılmışsa bu yanlıştır diyeceksin.”

Vicdan Subcomandante Marcos’tur

Yerli toplulukların haklarının tanınmasını savunan ve Kızılderililer olarak Meksika ulusu içinde kendi farklı gerçekliklerini inşa etme imkanına kavuşmak için mücadele eden Zapatista’ların direniş lideridir. İşte kendi cümleleriyle Marcos:

"Marcos… Güney Afrika`da bir zencidir, Avrupa’da bir Asyalı... İspanya’da bir anarşisttir, Fransa`da bir Cezayirli… Almanya’da bir Yahudi, Polonya’da bir çingene… Bosna’da bir barış yanlısı… Savunma Bakanlığı’nda uzlaşmacı, soğuk savaş sonrası çağda bir komünisttir... Grev yapmaya yeltenmeyen sendikada grevcidir... Gece saat 10’da metroda yalnız başına bir kadın, topraksız bir köylü, işsiz bir işçi, mutsuz bir öğrenci, ne kitabı ne okuyucusu olan bir yazar ve elbette ki güneydoğu Meksika dağlarında bir Zapatist’tir.

Vicdan Marilyn Buck’tır.

Vietnamlılar, Afro-amerikalılar, Amerikan yerlileri ve Filistinliler için ABD hükümeti`ne karşı bayrak açan ve bu nedenle 80 yıl hapis cezasına çarptırılan Amerikalı devrimcidir:

“İsrailoğullarından davut, bir taşla devirdi calut`u/ şaşkın şaşkın gülümsedi sonra / "Ben küçücüğüm, o kocaman... Nasıl oldu bu?" / Ve israiloğulları, calut`un evine yerleşti / Onun ayakkabılarını giydiler/ Onun sofrasında yediler / Zamanla calut`a dönüştü

İisrailoğulları / Açgözlü-lükle, arsızca, acımasızca / Saldırdılar / Zeytin bahçelerinin ve çölün/ Kadîm halkına / Unuttular hatırlamayı/ Bir zamanlar küçük olduklarını / Filistin’in çocukları fakat / Unutmuyorlar / Bir taşın sadece bir taş olmadığını / Yıkılan evlerinin enkazında/ Bir füzeye dönüşüyor taş/ Direnişin başladığını haykırarak/ Bir kurtuluş fırtınası koparıyor.”

Vicdan “İsrail’in açtığı savaş dönemlerinde bütün insanlık öfke duyuyor; ama dünyadaki Müslümanlar daha büyük bir öfke duyuyor. Benim duyduğum öfke bir Müslüman’dan daha az değil.” diyen Roni Margulies’tir. Filistinli bir çocuğu İsrail askerlerinin ateşinden korumak isterken, bir sniper tarafından başından hedef alınarak öldürülen İngiliz asıllı gazeteci ve eylemci Tom Hurndall’dır. “Düşmanlarımıza gelince, onlara adaletten başka hiçbir şey borçlu değiliz” diyen Aliya İzzetbegoviç’tir.

Netice-i kelam vicdanlı insan dendiğinde aklınıza gelen kimse, odur işte vicdan.


GENÇ'ın Yazısı.