Gönül Gönlü Bilince, Kelimelerin Cimri Lutfuna Ne Hacet?!..
Sanem Ataman
Prof. Dr. Saadettin Ökten ile Üsküdar Atik Valide Camii’nin avlusunda rahmetli babası Celal Hoca’ya dair küçük bir sohbet gerçekleştirdik. Babasıyla olan hatıralarına dalıp, Boğaz’ın eşsiz manzarasını bir ağustos gününün hafif poyraz esintisiyle birlikte adeta yeniden yaşadık.
Celal Hoca enteresan bir adamdı. Onunla ilgili bir hatıra deyince, aslında bir sohbet içinde anlam kazanan parçalar geliyor aklıma. Mesela, bir Boğaz geçişimiz vardır Hoca’yla. Bir gün “şerif Hazım Bey’e gideceğiz”, dedi. Şerifler soyundan gelen Hazım Bey Emirgan’da oturuyordu, biz de Kanlıca’yla Çubuklu arasında. Çocukluğumdan beri beni götürürdü böyle ara sıra. Liseyi bitirdiğim yazdı, bir ağustos günü. Enteresan gelirdi tabi bana, önemli bir zâta gidiyoruz sonuçta. Giyindik işte kendimize göre, tabiî onlara giderken farklı giyinirsiniz, usul öyledir. Çok bir şeyiniz yoktur, gardırop falan yoktur ama dolaptan alıp giyersiniz uygun olanı. Kanlıca’ya yürüdük pederle. Vapura hiç iltifat etmezdi, etmedi yani Emirgan’a geçmek için. Kayıklara baktı. Az ileride bir tane kürek sandal var, yaşlı bir sandalcısıyla. Ona parmağıyla işaret etti, adam döndü geldi kürekle İsmailağa Kahvesi’nin yan tarafına, ‘Buyurun hocam.’ dedi. Bindik, ben de oturdum yanına, tabi yaşlı sandalcının teknesi bir boğaz teknesi, boğaz kayığı. Küreğe giden bir kayık. İki taraf sivri başlı, ince ve dar. Hafif sinik, basık. Boğaz için yapılmış, arkada dayanacak yeri var. Yanlardan, iki taraftan koltuğu uzanıyor ve patiska örtüleri var, evde yapılan örtüler onlar. Sarmaşık şeklinde kanaviçe işli. Kayıkçının baş tarafında bir set, üzerlerinde bazen incir yaprakları olur ve onlar ıslatılır, onun üzerinde kupası, ayakkabıları çevrilmiş kenarda duruyor. Basamak var yan tarafta, oraya basıyor kayıkçı. Ve kollar da hafif sıvalı, dirseğine kadar. İki buçukluk çıkardı peder, o beyaz patiskanın üstüne koydu. İki buçuk lira vardı o zaman metal. Kayıkçı paraya baktı ve hafifçe gülümsedi, hiç konuşma yok yani. Tanımıyorlar birbirlerini, tanımalarına da gerek yok, İstanbullular onlar, biri kayıkçı biri hoca efendi, hissediyorlar. Mesela motorlu kayığa binmiyor, ona parmağıyla işaret ediyor, kayıkçı da hemen fark ediyor. Öyle ‘gel mel, hooop’ falan bağırılmaz, ayıptır. Bakar… Ve kayıkçı onu görür. Bir anımız daha geldi aklıma onu da sonra anlatayım…
Ondan sonra Kanlıca Mektebi’ne doğru biz çıkmaya başladık. Tabi ben de denize çok meraklıyım. Oradan nasıl geçecek karşıya diye bakıyorum. Kanlıca Mektebi’ne kadar sahilden çıktık, orada akıntı yoktu. Mektebin orada kayıkçı kayığın burnunu Emirgan’a çevirdi ve bir asıldı küreklere… ama şıpırtı çıkarmadan. Hoca zaten okuyor, keyfine dalmış, Boğaz’ı seyrediyor. İskeleye geldik. Hoca; “Uğurlar olsun.” dedi ve ayrıldık. Oradan çıktık, Emirgan… Böyle bir Boğaz geçişimiz var karşıya, bir ağustos günü hafif poyraz eser. Hoca efendi başında fötr şapkası, sırtında pardösüsü, yaz kış pardösü giyerdi, çok sıcaksa eline alırdı, zatürre olmaktan korkardı çünkü. Kruvaze kostümü, ayağında ince mesh üzerinde mokasen kundurası. Sonra… Sonrası sohbet, olağan sohbet ve konuşma. Ama bu Boğaz geçişi bende iz bırakmıştır. Çok fazla konuşma yok, kelimeler susmuş, jest ve mimikler fısıldaşıyor aralarında.
Buna benzer bir de vasıta hikâyesi var, az önce bahsettiğim. İmam hatip okuluna gideceğiz, Vefa Lisesi’nin oradaki. Kış mevsimi, evden çıktık. Yokuş tırmanırdık, Beyazıt Meydanı’na çıkmak için, meydanın ortasında o zaman, nokta derdik biz, polis var seyrüsefer polisi, pederi görünce oradan çıktı ve ‘Buyurun’ der gibi, trafiği durdurdu. Biz de mühim bir şahsiyet olarak oradan geçtik. (Hafif bir tebessümle devam ediyor Saadettin Hoca…) Havuzun kenarında taksiler vardı, ilk taksi sırası hangisindeyse ona bindik. Tabi peder yaşlı; çantası var, bilmem nesi var, hava soğuk, … oturdu; “Oğlum Vefa’ya” dedi. “Peki, beybaba” cevap, İstanbul şoförü çünkü. Ondan sonra Hoca; “Elhamdülillahi Teala ala külli hal, sivâ küfrü ve dalâl” diye dua edince, şoför şöyle bir arkaya baktı ‘küfür’ kelimesini duyar duymaz. Ama baktı ki, beybabadan bir kötülük gelmeyecek. Çünkü bu; her hal için Cenabı Allah’a hamdederim, şükrederim ama küfür ve dalâlden dolayı değil, onlar hariç, onlardan şükretmem, demek. Ama ‘küfür’ kelimesini duyunca bakma gereği hissetti şoför. Yolculuk bitince ona da kaç paraysa verdi. Şoför, “Allah bereket versin efendim” deyince, “Allah kazadan beladan korusun evladım.” dedi ve ayrıldık.
“Bende iz bırakmıştır bu anılar, çünkü çok önemli bir biçimdi o insanların yaşayışları, yemek yiyişleri, her şeyleri… En önemlisi de özgün bir biçimdi, bize hastı.”
GENÇ'ın Yazısı.