Rüya mı? Yoksa Rüya İçinde Rüya mı?
M. Nedim Tan
Annemarie Schimmel, Halifenin Rüyaları (Çev. Tuba Erkmen) Kabalcı, 2005
İnsan ömrünün neredeyse üçte biri uykuda geçer. Dile kolaydır söylemesi bunun ya, hala bilim ve felsefe dünyası için uyku hali girift bir muamma. Hele ki, uçsuz bucaksız rüyalar âlemine daldığında insana düşen sadece hayrete kapılmak... Böyledir, çünkü Tanpınar’ın dediği gibi “Rüyalarımızla bir küllün cüz’ü, büyük ve âlem-şümûl bir dünyanın bir parçası olduğumuzu hatırlarız.” (Edebiyat Üzerine Makaleler, s. 34) Öyle bir tecrübedir ki bu Mevlânâ’nın emsalsiz anlatımıyla: “Her gece, ruhları ten tuzağından kurtarırsın da duyuların levhalarını yerinden edersin. Her gece ruhlar bu ten kafesinden kurtulurlar da, hem kimseye hakim hem de kimseye mahkum olmaktan sıyrılırlar.” (Mesnevî, I/389, 390)
Rüya deyince bizler Hz. Yusuf’u hatırlarız. İbn Arabî’nin, Fusûsu’l-Hikem’de işlediği üzere, rüyalarla ve rüyaların kaynağı olan nuranî âlemle ilgili hikmet Hz. Yusuf’a tahsis edilmiştir. Hakikaten Yusuf Sûresi’ni, örneğin Elmalılı Hamdi Yazır’ın tefsiri eşliğinde okuduğumuz zaman, rüyalar konusu hayatla ilgili farklı çağrışımlara davet eder insanı. Gerçi bizim rüyalar hakkındaki algımız, Freud’un ruhu değil de nefs-i emmâreyi merkeze alan yaklaşımının yükselmesiyle epeyi bir zedeli vaziyettedir. Nitekim referansı belirsiz bir bilinçaltı lafıdır gider. Kimimizse piyasada bolca bulunan ansiklopedik rüya tabiri kitaplarına arada bir bakmakla yetiniriz. Ama konu hiç de öyle üç beş kulak dolgunluğu ya da göz aşinalığıyla tükenecek gibi değildir. Koca felsefî sistemleri katmıştır önüne, dinlerin hepsinde rüyalara ilişkin bir perspektif illa ki vardır...
Hepimizin bildiği bir gerçek: İnsanın farkında olamadıkları, farkında olduklarından daha fazladır; dile getiremediklerimiz, dile getirebildiklerimizden çok çok fazla olduğu gibi. Hadiselerden ziyade hayaller bizi peşlerinden sürükler. Hayal ile hakikat arasında şaşılası bir işbirliği vardır sanki. Bu noktada rüyalar çıkar önümüze: Beş duyunun sınırlarında bunalmış bilinçlere bir menfez olarak, bize bizden haber veren bir mektup olarak rüyalar, görenin kabiliyet ve mazhariyetine göre farklı manalara kaynaklık ederler. Bu yüzden, müslüman kültürde rüya tabiri müstakil bir ilimdir. Sadece kitaplarda yazılanlardan ibaret bir ilim değil, rüyayı anlatan ile rüyayı tabir eden arasında kendini bulan bir ilim.
Müslüman dünyada rüyaların nasıl algılandığı ve anlamlandırıldığı konusunda, -kişisel bir görüş olacak ama- yapılmış çalışmalar içerisinde en göze çarpanı Annemarie Schimmel’in (1922-2003) Halifenin Rüyaları -İslâm’da Rüya ve Rüya Tabirleri- isimli abidevî kitabıdır. Onu tanıyanların ‘Cemile Abla’ diye yad ettikleri Schimmel, müslüman dünya üzerine kaleme aldığı derinlikli çalışmalarla, bizi çevreleyen dünyanın bizden saklı kalmış inceliklerini gün yüzüne çıkarmak bakımından önemli bir misyonun sahibiydi. Halifenin Rüyaları’nda da bu misyonunu fazlasıyla görüyoruz. Kitabın sadece başlıklarına bakılsa bile muhatabına öğreteceği çok şey var. Benzerlerinden çok ama çok üstün niteliklerle dolu emsalsiz bir rehber eşliğinde elindeki bilgi kırıntılarını toparlamak isteyenler, Halifenin Rüyaları’yla üstü küllenmiş bir dünyanın yolunu yeniden hatırlayabilirler.
GENÇ'ın Yazısı.