Ölümü Düşünmek Hayattan Soğutur mu?
Aşkar Kutlubey
Sevgili günlüğüm!
Bugün başımdan çok enteresan bir hadise geçti. Anlatınca sen de hak vereceksin. Aslında enteresan demek de yanlış olabilir. Bilmiyorum. Hani geçenlerde sana okuduğum bir cümleyi yazmıştım hatırlar mısın? Çok güzel bulduğumu söylemiştim. “Allah o kadar zahir o kadar zahirdir ki zuhurunun şiddetinden gaiptir”. Aynen öyle bir şey işte. O kadar aydın ve açık olan bir hadise fakat gaybubeti açık-aydın olmasından daha fazla.
Merak ettin değil mi ne diye. Söylüyorum bak, dinle.
Bugün bir arkadaş geldi. Ölüm hakkında konuştuk. Daha doğrusu önce o tozuttu sonra ben toparladım. Sonunda ne mi oldu. Galiba kafasını biraz karıştırdım. Ama iyidir kafa karışıklığı. Hiç olmazsa kendi bildiklerini tek doğru zannetmez.
Efendim neymiş, ölüm hakkında düşünmek ne derecede doğruymuş. İnsan her gün, öleceğim, hissiyle yaşarsa hayatı yaşayamaz hayattan tat alamaz, dünya üzerinde hakimiyet kuramazmış. Hatta bugün İslam âleminin geri kalmasında bu tevekkül, teslimiyet ve kader duygusu ile nasıl olsa öte dünya bizim, ölünce onlara gösteririz, düşüncesi etkenmiş.
(İşte sevgili günlüğüm! O bööle bön bön konuştukça benim aklıma rahmetli Mehmet Akif’in dizeleri üşüştü. Bilirsin beni, az okumadım Safahat’ı. Nerdeyse ikinci bir Ertuğrul Düzdağ oldum. Hele sabret dedim kendi kendime. Senin de konuşacak sıran gelecek. Sabrettim.)
Hele hele…
Birtakım insanların başlarını eğip kendi ölümlerini düşünmelerini, hesaba çekildiklerini tahayyül etmelerini hiç mi hiç anlamıyormuş. Baksan ki, tüm o insanlar dünya nimetlerinden uzak olan, fazla mal-mülk sahibi olmayan kişilerden olduğunu görürmüşsün. Ölümü düşünerek, hesap verip öte dünyada cennette nasıl isterlerse öyle yaşayacaklarını zannettikleri için bu dünyada yarı ölüden farksız yaşıyorlarmış.
Dedim ki, yani kedi ulaşamadığı ciğere pis der mi demek istiyorsun?
Daha cümlemi tamamlamıştım ki atladı hemen.
Hah işte dedi. Tam böyle düşünüyorum. Onlar –yani bu dünyada zengin olmayanlar- öbür dünyada mala konmak için öbür dünyayı düşünüyorlar ve böyle yaparak kulluk yaptıklarını sanıyorlar. Bu dünyadaki zenginlere ve zenginliklere de geçici, boş-beleş şeyler olarak bakıyorlar. Hâlbuki onlardan birisine bir milyon dolar versen bak ölümü düşünür mü hiç. Bilakis sanki ölüm yokmuş gibi yaşamaya başlar. Belki normal yapması gereken ibadetleri bile yapmaz…
Hâsılı, sevgili günlüğüm konu uzadıkça uzadı. Bir ton yirmi sekiz kilo örnek verdi tezini desteklemek için. Söylediği bazı şeyleri ben de kabul etmekle birlikte baktığı noktanın elindeki temiz ve itirazı gayr-i kabil verileri yanlış kullandığını gördüm ve aldım sazı elime. Bak dedim! Akif ne güzel söylüyor.
…
“O ihtişamı elinden niçin bıraktın da, Bugün yatıp duruyorsun ayaklar altında?
‘Kadermiş!’ öyle mi? Hâşâ, bu söz değil doğru:
Belanı istedin, Allah da verdi... Doğrusu bu.
…
‘Çalış!’ dedikçe şerîat, çalışmadın, durdun,
Onun hesabına birçok hurâfe uydurdun!
Sonunda bir de ‘tevekkül’ sokuşturup araya,
Zavallı dîni çevirdin onunla maskaraya!
…
Huda’yı kendine kul yaptı, kendi oldu
Huda; Utanmadan da tevekkül diyor bu cür’ete... Ha?”
…
Ama öyle bir güzel okudum ki sevgili günlüğüm rahmetli Akif kalkıp gelse alnımdan öperdi “İşte Asım’ın nesli!” derdi.
Bu dehşetli girişten sonra baktım bizimkinin yüzü allak bullak. Dedim ki işte senin şikâyet ettiğin şeylerden Akif de şikâyet ediyor. Ama senin gibi yapmıyor o. Ne yapıyor, eleştirdiği ölüm tefekkürü, kader, tevekkül hisleri mi, hayır. O yanlış anlayışlardan şikâyet ediyor.
Birden, tamam, dedi. Hadi kader, tevekkül olayını anladık. Bu ölüm düşüncesine ne diyeceksin.
Kerata baktı ki sağlam girdim olaya hemen geri adım attı. Aklınca beni sıkıştıracak arka sokaktan, sonra da iki puan alıp kazanacak. Neyse buna da şükür konuya ilk girerken tuşla yenmeyi hedefine koymuştu şimdi ayak oyunları ile puan toplamaya çalışıyor.
Şimdi dedim. En baştan başlayalım mı? Ok, dedi.
O zaman önce ölüm ve düşünce kelimeleri üzerinde duralım.
Ölüm, hayatın zıddı. Yaşıyor musun sen?
Elbette.
Yaşadığını sanmıyorsun değil mi? Yaşadığına emin misin?
(Hık-mık, yani, cart-curt,)
Elbette, yaşıyorum.
Güzel. Yaşamak kadar ölmek de karşında duruyor değil mi? Yani yaşam’ın zıddı olan ölüm de senin mutlaka ama mutlaka karşılaşacağın bir şey. O zaman ölümü hatırlamaktan ziyade hatırlamamak abesle iştigal değil mi? Senin gibi, düşünen (?) bir kafanın öncelikle bunu sorması gerekmez mi?
(Düşünen, kelimesindeki vurguya baya bozuldu ama hak etti doğrusu.)
Gelelim, ölümü düşünenler hakkındaki ucuz yaftalamana. Ben senin ilahiyat okuduğunu biliyordum pop sosyoloji mi okudun nedir bu genellemeci tavrın aslanım!
Dediğin tipte insanlar olabilir. Yani bu dünyada fakir olduğu için öte dünyada mala-mülke kavuşmayı umanlar. Ama böyle olanlar var diye veya bir milyon dolar verince ölüm falan hakketire, değil özel bir vakit harcayarak ölümü düşünmek tesadüfen dahi ölüm fikriyle karşılaşmak istemezler demek, ne demek. Kaldı ki –ya da gel güncel meşhur tabiri kullanalım velev ki-, bir insanın bu dünyada fakir olduğu için öte dünyada mala-mülke kavuşmayı istemesinin ve buna yönelik gayretlerde bulunmasının ne gibi mahzuru olabilir ki? Allah bile cennetin güzelliklerini anlatıyor insanların dikkatini çekmek için. Hatta beğendiğimiz bir yer için, cennet gibi, demez miyiz? Deriz, deriiiz.
Durum böyleyken, dediğim gibi zengin olsun fakir olsun bir insanın cenneti istemesi ve onu kazanmaya yönelik güzel hareketlerde bulunması –ne niyetle olursa olsun- gayet normal ve tabiidir. O zaman şunu kesinkes söyleyebiliriz ki ölümü düşünmek yanlış değildir.
İşte bu minval üzere konuştuk ha konuştuk. Ama sonunda dediğim gibi biraz kafası karıştı biraz da bana hak verdi. Demek ki sol tarafından kalkmamış yoksa ana muhalefet gibi hareket ederdi genelde.
GENÇ'ın Yazısı.