İlkokula başladığımda babaannemin nazar değmesin diye boynuma taktığı muskanın içinde ne yazdığını bilmiyordum. Açıp bakmazdım da, bunun günah olduğuna inanmıştım bir kere. Şimdi boynumda yara izi bırakan geçmişle, özlem duyduğum çocukluğumun aynı şey olduğuna kanaat getirdim. Bugün hayata namahremim gibi dokunduğum için çok mu günahkar sayılırım bilmiyorum. Mevcut hayatın bütününden kopan bir parça olduğunuzda birçok karşıt duyguyu birlikte yaşarsınız. Bütünün içindeki insanlar kurumlaşmış hayatın nimetlerinden faydalanıyorlar. Oysa, insanın aslî mesleği olan hayat hakkında bir tahsil süreci içerisinde olmak gerekiyor diye düşünüyorum. Deniz kıyısına gidip, acaba karşı kıyıda ışıkları parıldayan yer nereye ait? Nasıl insanlar, hayatlar yaşıyor orada? Diye sormak, hem hayat hakkında ön bilgiler toplamak, aynı zamanda insanı karşıya taşıyacak aracı bulmak.

Eğer hoyratlık yapıp yüzerek karşıya geçmeyi düşünürseniz boğulmayı da göze almanız gerekiyor. Bugün denizdeki insanlar, kıyıdan uzak ufukları seyredenleri alaylı bir tavır sergileyip korkaklıkla suçluyorlar. Attığı kulaçlar, taklalarla eğlenenler hayatın büyük dalgalarının hep yutucu olduğu bilgisine sahip olmadan suda ancak “bir süre” eğleniyorlar. Bugün, kıyıda olmanın, bireyselleştirme, yalnızlaştırma gibi etkisi azımsanmayacak kadar büyük.

Çocukluğumu ve ilk gençliğimi bir sahil kasabasında geçirdiğim için deniz imgesi bende yoğun. Şayet yüzmek için denize gitmişseniz ve eğer kıyıda haddinden fazla beklerseniz güneş vücudunuzu ısıtır, girme isteğiniz azalır ve iyice gevşersiniz. Demek ki sadece denizde olanların değil, kıyıda olanların da tehlikesi var. Ne kadar bekleyeceğinizi iyi hesap etmelisiniz. Bu bekleme süresi de gerekli. Parçası olduğunuz bir bütün hakkında nasıl fikir elde edebilirsiniz? Aynı zamanda bir açığı kapatma gerekliliği var. O açık geçmişteki hayatla bugünkü modern hayatın açığı. Eğer birkaç asır önce dünyaya gelmiş olsaydık hem daha rafine hem daha “steril” bir yaşam sürecektik. Ama bugün hayatın bestesi değişti, detone sesler kulak tırmalıyor. Hakikatle aramıza barikatlar kuruldu.

Herkes ve her şey birbirine bu kadar benziyorken karakter farkı ortaya çıkıyor. İnsan, eşya, mekan… Hepsinde. Bizi yoruyor bu. Her şey aynı gözükürken yaklaştığımızda, dokunduğumuzda hepsinin mahiyeti birbirinden farklı. Bu farkı insanlar birbirlerini ötekileştirerek negatifleştiriyorlar. Bunun yanında kimsenin içinde bulunduğu sistem ve sistemler hakkında da bir sorgulaması yok.

Biz modern köleler piramit taşlarının altında ezileceğimizi bile bile kendi aramızda tartışıyoruz. Zamanın Firavun düzenine karşı içsel bir tepkimiz dahi geliştirmiş durumda değiliz. Eğer bugün Musa yoksa Allah’ın kitabı var. Böylelikle daha çetin bir cevizi kırma göreviyle de karşı karşıya kalıyoruz belki. Hem kendi maceramızı anlamlandırma hem de bütünü anlama çabası. Yani aktığımız yatağın hacmini ve bunun yanında da denizin o büyük hacmini hesaba vurmaya kalkmak.

Her gün geçtiğiniz ışıltılı dükkânların camekânlarındaki cansız mankenlere bakıp ibret almak mesela… Onların kapitalizmin birer putu olmadığını kim iddia edebilir? İçimizde bir acıma ve ibret duygusu gelişmeli, öfke asla değil.


Taha Süren'ın Yazısı.