Merhaba arkadaşlar,

Daha işin başında yazı yağmuruna tutulduk. Nimet Büşra Kararmaz, Eren Akçağlar, Bayram Ali Kocakafa, Ferdi Dursun, Hatice Büyüktosunoğlu, Ahmet Başer, Ahmet Ayalp, Ali Işık, Saadettin Gömeç ve aşağıda ismi geçen okurlarımızın yazıları ile boğuştum bir hayli.

Kimi arkadaşlar yazar olmak istediklerini, iyi bir yazar olmak için ne yapmaları gerektiğini soruyorlar. Eskiden beridir birileri iyi bir yazar olmak ister ve fakat kafalarındaki o iyi yazar ne ise ve nasılsa, ona ulaşırlar mı bilmiyorum.

İyi yazardan maksat çok okunan bir yazar mı olmaktır, tanınmışlık mıdır, farklı biri olmak isteği midir, bunu yazar olmak isteyenlere sormalı ama benim bildiğim gördüğüm, yazarlık olmak istenmesiyle olmaktan çok, vicdanımızın bizi maruz bıraktığı bir şeydir. İlerde, yıllar sonra, büyüyünce, çok sonra yazar olmaz bir insan. O an yazar potansiyeli içindedir. Eserlerini belki çok sonra yazacaktır ama bir yazar doğuştan yazardır aslında.

Diplomalı mesleklere benzemez yazarlık. Hatta meslek değildir! Günümüzdeki yazarlığın modern bir şey olduğu kesin. Ve meslekleşmekte neredeyse. Eskiden müellifler vardı. Gazali bir yazar değil bir müellifti mesela.

Şimdi konuyu çok karışıklaştırmadan kısaca şöyle söyleyeyim. Mevlana “ben bir şeyler yazayım da aman yazdıklarım şöyle güzel olsun, şöyle sanatsal olsun” diye düşünmedi. Diyor ki Mevlana: Ben yazmak zorunda idim, yazdım. Ondan yüzyıllar sonra gelen büyük mütefekkir ve şairimiz Üstad Sezai Karakoç da benzeri bir şey söylüyor. “Ben sanat yapmak için yazmadım, yazdıklarımı yazmam gerektiği için, yazmak zorunda olduğum için yazdım.” diyor.

Eğer sizin de içinizde bir şey sizi yazmaya mecbur kılıyor ise yazarlığın önemli bir içşartına sahipsinizdir demek. Ama bu “iç şart” “yeter şart” mıdır? Buna evet demek zor!

“Hemencecik kitap sahibi olma arzusu” diye bir şey vardır. Birçok kötü kitap böyle bir arzu ile doğmuştur. Orta 3’te iken şiir kitabı çıkaran bir tanıdığım delikanlıyı uyarmıştım. Bence şiirlerin önce edebiyat dergilerinde yayınlanmalı demiştim. Ne demek istediğimi kitabı çıkana kadar anlamamış, daha kitabı çıktığı gün pişman olmuştu o orta 3’teki delikanlı. Öyle sanıyorum ki o kitap o yetenekli gencimizi yazıdan kopardı. Aradan on yıl geçti ve bir ses seda yok artık ondan.

Girişkenlik iyidir ama giriştiğin ortamı da biraz incelemekte, bilmekte fayda var.

Gelelim kısa da olsa üç beş kelam edeceğimiz yazılara. İkbal Betül Armağan’ın kalemi gayet iyi. Gençliği anlattığı yazısında durduğu yeri, içindeki sorumluluk kaygısını takdir ettim. İçindeki yazarlık özünü daha iyi görebilmemiz için çok genel olmayan konularda nasıl yazıyor olduğunu görmek gerek. İkbal Betül’ün başka yazılarını da okumak isteriz. Ayrıca yazdığı Körpe Kalemler dergisini de görmek isteriz.

Ayşe Serra coşkulu bir kurban yazısı yazmış. Ayşe Serra’nın kalemindeki coşkunun hiç bitmemesini diliyorum.

“BİR MÜJDEYLE GEÇİR BİR AŞKLA YAŞA.. BİR HEDEF BİR DAVA VE SEVDA İNSANI OLARAK SUN CANINI ALEMLERİN RABBINA.. VE BİR ÖZLEMLE ÇIK İLAHİ HUZURA.. EY RABBİM SANA GELDİM! AÇ KAPILARINI BANA”

Maşallah genç yazarlarımızın kalemleri çok coşkulu. Aytuğ Başbuğ da coşku ile milletini uyaran bir yazı yazmış. Coşku iyidir sahih temeller üzerine bina edilmesi kaydıyla. Ayrıca coşkumuz verimli ise iyidir. Bizi harekete geçirmeyecek coşkulara kapılmamak lazım.

“Anne! Yoksa ben, dünyanın kanla döndüğünü anlayacak kadar büyüdüm mü!” Bu cümle R. Betül Çetin’in. O da bayramı anlatmış. Alıntıladığım cümlesi iyi bir cümle. Yazmaya devam Betül Hanım, iyi cümlelere, esaslı cümlelere devam.

Muhammed Cemal Ünal bir şiir ve bir deneme göndermiş. Edeb ve edebiyat ilişkisini irdelediği denemesinde temellendirme ve delil getirme yöntemini kullanmasını takdir ettim. Okurumuzun İsmet Özel ve Rasim Özdenören okuduğu belli. Zira yazısında bir disiplin var. Elbette yazı çok daha iyi olabilirdi. O yazıdan önemli bulduğum birkaç cümle alıntılıyorum: “…bazılarının söylediği gibi pasif olmak, sessiz olmak değildir edepli olmak; sadece ağzımızla değil vücudumuzla nerede konuşacağını bilip nerede susacağını bilmektir. Zira edebiyatçılara baktığımızda ne dediğimizi anlarsınız. Bazen susturamazsınız. Bazense konuşturamazsınız onları.” Okurumuzun imlası ile oynamadım. Bilgisayarda yazı yazarken nasıl her kelimeden sonra bir harflik boşluk bırakıyorsak noktalama işaretlerinden sonra da bırakılması gerekir. Bir de maille yazı gönderen okurlarımızın yazılarında başlığın altına veya yazılarının sonuna isimlerini, soy isimlerini yazmalarını öneririm. Bu yazılar karışmasın diye istediğim bir şey değil. Bunu, katılırsınız katılmazsınız, o sizin bileceğiniz iş; bunu yazarın yazısını sahiplendiğinin küçük bir göstergesi olarak algılıyorum.

Ve tabii rumuz ve müstear isim gibi yollara başvurulmamasını diliyorum. Rumuzlu maillerle ilgilenmemek gibi bir tavra sahip olduğumu net olarak belirteyim. Müstearı bir yere kadar fark etmeyebiliriz belki ama rumuza tahammül etmektense Deniz Baykal’a tahammül ederim.

Okurlarımızdan Murat Sözer maşallah velud bir kalem. 15 kadar yazısını göndermiş bize. İslam ve modernlik, batı ile hesaplaşmada sahih bir duruş, Nuri Pakdil Usta’nın deyişiyle “Klas bir duruş” sahibi olmak gerektiğini gayet güzel vurgulamış yazılarında Sözer. Gayet takdir ettim. Bir yazısında bir noktaya takıldım. İslamcı yazarlar da batıyı problemli bir şekilde algılıyor cümlesine takıldım. Biz biliyoruz ki, İslamcı olmak sağ-muhafazakar-modernistler gibi batıya kompleksli olmak değil batılının da üstünde olabilmek demektir. Sonra İslamcı yazar diye örnek verdiği isme baktım, sağcı- Amerikancı- dindar bir yazarı İslamcı olarak algıladığı için böyle bir çıkarımda bulunduğunu anladım. Murat Sözer iyi bir kalem. Yazılarını yakında Genç’te okuyabileceğimize inanıyorum.

Tolga Karael uzun bir öykü yazmış fakat biraz bildik Türk filmleri modunda bir öykü idi. İsminin önüne de amatör yazar yazmış. Amatör yazar diye bir şeye inanmıyorum. Tolga’ya Cihan Aktaş ve Mustafa Kutlu’nun öykülerinden okumasını öneriyorum. Öykü yazmak sadece olay anlatmak değildir. Öyküde çerçeveyi de iyi kurmak gerekiyor.

Geçen sayıda bir okurun gönderdiği mailde Fatma Karabıyık Barbarosoğlu’nun bir öyküsü bulunan ama altına öykünün yazarının adını değil de kendi adını yazmasına tepki göstermiştik. Şimdi durumun, yazının bana gönderilmediği şeklinde bir çıkış ile savunulmak istendiğini gördüm, rahatsız oldum. Bunun savunulacak bir tarafı yok! Bu tip şeylerin çok sık yapıyor oluşu bu yanlışın savunulabilir bir yanlış olduğunu göstermez… Genç okurları bana veya değerli editörümüze bir yazı gönderdiklerinde lütfen kendilerine ait bir yazı göndersinler. Kendim için istediğimi editörüm için de istiyorum!

Bu arada söz konusu öykünün Fatma K. Barbarosoğlu’na ait olduğunu Fatma Hanımın bir telefonu ile öğrendim. Meğer Gün Akşamsızdır kitabındaki bir öykü imiş. Kitabı çıktığında hemen almış, 29 Nisan 2000 tarihinde de Birlik Vakfındaki bir imza gününde kendisine imzalatmışım. İlk sayfasına “İyi ki ölmediniz!” yazarak imzalamış kitabı. Bu ölme meselesini de başka bir zaman fırsat bulursak anlatırız.

Aşırma öyküyü ayrıca fark eden değerli ve dikkatli okurumuz Mehmet Etik’i de dikkatlerinden ötürü tebrik ediyorum.

Müstear Güngör ismiyle yazan müstear isimli okurumuz şiirlerinden göndermiş. Son dönem enerjik genç edebiyat dergilerinden Otuzuncu Harf dergisinin de yayın kurulunda bulunan okurumuz, Merdiven şiir dergisini takip ediyor, Tarık Tufan, Hakan Albayrak, İbrahim Tenekeci ve Sezai Karakoç’u severek okuyorum diyor. Eyvallah, başımızın üzerinde yeri vardır. Hem bu yazarlarımızın hem de onları okuyan okurlarımızın. Aşağıdaki şiir Müstear okurumuzun. Fakat Müstear isminden vazgeçmesini öneririz kendisine(!)

HER GİDİŞİNDE BİR KENTİ GÖTÜREN KADININ TÜRKÜSÜ

Bugün İstanbul’u mu giyeceksin ey sevgili?

Saçlarını denizle tarayıp

Sonra

Ağlar mı öreceksin gözlerime

Ya sonra nasıl gideceksin

İstanbul’umu giyeceksin

ey sevgili!


Asım Gültekin'ın Yazısı.