Türkiye`de Darbe, Afrika`da Gözyaşı
Afrika’da, Türkiye’nin derdine üzülmek başka bir duyguymuş. Sanki kendilerinden bir parça gibi görüyorlar. Birisi bana, “Erdoğan, sadece sizin Cumhurbaşkanınız değil!” diye çıkışmıştı.
Çocukluğumda bir bilmece vardı: “İstanbul’da süt pişti, kokusu buraya düştü.” İstanbul’da tank sesi duyuldu, Afrika’daki kardeşlerin uykusu kaçtı. Dünya gerçekten küçükmüş.
“Keşke, iletişim araçları bu kadar güçlü olmasaydı” diyesiniz geliyor. Ulaşamadığınız bir yerde gönlünüz kalmıştır. Ekranlara mahkûm olmak da işin cabası.
“Kara haber tez duyulur…” Hemen telefona sarılıp, buradaki dostlara; “Ne olur dua edin!” dediğimde, çoktan başlamışlar meğer. Sabahlara kadar hatimler okundu, tesbihat çekildi.
Bizim Yusuf, Türkiye’yi görmüş bir delikanlı. Ailesi ve yakınlarının arasında sanki o bir Türkiye temsilcisi… İlk ona sorarlar haberi. Gece abisi arıyor ve durmadan ağlıyor. Yusuf, abisinin niçin ağladığını anlayamıyor. Bir zaman sonra nihayet derdini anlatabilmiş; “Türkiye’de darbe olmuş, haberin var mı? Ve Türkiye’nin Cumhurbaşkanı kayıpmış, korkarım darbecilerin elinde kaldı…”
Yusuf, abisini teskin etmeye çalışıyor. “Korkma ben onun çıkacağını zannediyorum.” On dakika kadar sonra, El- Cezire televizyonunda Cumhurbaşkanının konuşmasını izliyorlar canlı yayında. Görür görmez abisi, konuşmanın sonunu beklemeden kalkıp iki rekât şükür namazı kılıyor. Namazdan sonra gelip konuşmanın kalanını dinliyorlar. Sonra da sabaha kadar Kur’an okuyor, dua ediyor.
Kasım, darbenin sabahında Türkiye’ye gidebilmeyi düşünüyor. Bu fikrini arkadaşlarıyla paylaşıyor. Hatta, bunun nasıl olabileceğini tartışıyorlar, imkân arıyorlar. Ben duyduğumda bunun bir espri olduğunu zannettim. “Gidecek miydin gerçekten Türkiye’ye?” diye sorduğumda, Kasım’ın yüz hatları gerilip ciddileşti ve “Tabii ki gidecektim. İmkân bulsaydım durmaz ve giderdim oraya” diye cevap verdi.
Tabii ben Kasım’a “Türkiye’ye gitseydin ne yapacaktın?” diye soramadım. Şayet sorsaydım, suratıma tokat gibi alacağım cevabı anlamıştım. “Gece caddede oturulacaksa oturacak, eğer bir tankın altına yatılacaksa, orada yatacaktı.”
Ne bekliyordu ki bu insanlar? Orada bugüne kadar, kendilerini renginden dolayı aşağılamamış, onlara ikinci sınıf muamelesi yapmamış bir ülke ve insanları vardı. Bayram günlerinde ellerindeki bir miktar emaneti getirip dağıtan Türkler için bir yaşlı amca şunu sormuş: “Bu gelenler gerçekten insan mıydı? Yani sonra tekrar gelip benden bunu almayacaklar mı? Bunun karşılığında bir şey istemeyecekler mi? Ben bu parayı şimdi rahatça kullanacağım öyle mi?” Onların gözündeki Türkiye algısı… Sanki bir evladın babasına duyduğu minnet gibi… Ona duası gibi…
Çok farklı kişilerle ilişkisi olan, ekonomiyi bürokrasiyi tanıyan bir başka dostuma sordum. “Ne diyorlar darbe için?” Acı acı gülümsedi. “Darbeyi biz Afrika’dan bile kovmak istiyoruz Türkiye’nin darbeyle ne işi olur ki? Ama bütün arkadaşlarım (bunun içinde Hristiyan olanlar da var) aynı şeyi söylüyor; Bu, Türkiye’deki bir grubun darbesi değildir. Bu, Amerika’nın, İngiltere’nin, Fransa’nın, hatta Rusya’nın ortak bir darbesidir. Çünkü onlar, ne zaman bir ülke ayağa kalkmaya çalışsa, mutlaka engelleyeceklerdir. Onlarla dostluk dediğimiz şey, sadece menfaatleri bitinceye kadardır. Biz üzülüyoruz.”
Afrika’da, Türkiye’nin derdine üzülmek başka bir duyguymuş. Sanki kendilerinden bir parça gibi görüyorlar. Birisi bana, “Erdoğan, sadece sizin Cumhurbaşkanınız değil!” diye çıkışmıştı. Cami çıkışı bir diğeri durdurdu ve telefonundan bir şey arıyor, ben de bekledim. Bana “Lâ ğâlibe illallah” videosunu gözü buğulanarak gösterdi. Bir müjde inancı olarak…
Cumhurbaşkanımız, yayınladığı bir mesajında bunun engellenmesine vesile olan birçok kesime teşekkür etti. Bir grup unutuldu. Türkiye’ye hiç gitmemiş, önüne harita serseniz yerini bulamayacak ama orayla dertlenen, gözyaşı döken, seccadesinde dua eden insanlardı. Meğer ne çok sevenin varmış be Türkiye’m!
Tesadüfen engellendiği sanılan bir dizi planda, -kendilerince kusursuz hazırlanmış- hesap edilmeyen önemli bir şey de mazlumlarının duasıydı.
Allah ümmete böylesi acıları tekrar yaşatmasın…
Haşim Akın'ın Yazısı.