Ebu Zer Hazretleri’ne soranlar oldu; “Hiç tanımadığın bir adama kefil olarak hayatını riske attın. Nasıl oldu da böyle bir şey yapabildin?” dediler. O da şu güzel cevâbı verdi. “Beni kefâletine lâyık gören bir mü’mine, elbette kefil olacaktım; Âlemde fazîlet ve erdem sâhibi kimse kalmamış! dedirtmek benim ne haddime?”

Hz. Ömer’e, iki delikanlı, kollarından sıkıca tuttukları bir adam getirdi.

Dediler ki, “Ey mü’minlerin emîri! Bu adam, bizim babamızı öldürdü. Allah’ın adâletinden bir hüküm istiyoruz!”

Hz. Ömer, adama, anlatılanları sordu, adam doğruladı; bazı şeyler söylemek için de müsâade alarak şunları ifâde etti:

“Ey halîfe! Köyümden, Rasûlullah Aleyhisselâm Efendimiz’i ziyâret için buraya, Medîne’ye gelmiştim. Abdest için bir yerde durduğumda, atımın, yakındaki hurma ağaçlarının dallarına uzanıp onlara zarar verdiğini gördüm. Müdahâle etmek için oraya yöneldim ama tam bu sırada yaşlı bir adam, eline aldığı bir taşla atıma vurdu. Çok sevdiğim ve tek bineğim olan atım, ölüverdi. Gözüm döndü ve o aynı taşı alarak ben de onu ihtiyara fırlattım. İlâhî takdir, o da hemen oracıkta can verdi. Çok üzüldüm. Bir anlık öfke ile bir kişinin ölmesine sebep olmuştum. Derhâl araştırıp o yaşlı adamın ailesini buldum, evlâtlarına durumu haber verdim. İsteseydim kaçabilirdim ama Allah’a ve âhiret gününe inandığım için kaçmadım ve vereceğiniz hükme râzıyım.”

Babaları öldürülenlerin, diyete râzı olmamaları üzerine, kısasa karar verildi.

Adam, hükme derhâl râzı oldu ama halîdefen bir istekte bulundu:

“Memleketimde, ilgilendiğim bir yetim var. Onun geleceği için bende bulunan bir miktar altını bahçemde, kimsenin yerini bilmediği bir yere gömmüştüm. İhtiyaçlarını görmek ve o emânetin yerini kendisine bildirmek için 3 gün izin istiyorum.”

Hz. Ömer, adama, suçlu olduğunu, cezâsının infaz edileceğini, böyle bir durumda kaçma ihtimâlinin olacağını söyleyince, adamcağız, kaçmak isteseydi, önceden kaçabileceğini beyanla istirhâmında ısrarcı oldu.

Bunun üzerine Hz. Ömer, adama, bir kefîlinin olup olmayacağını sordu. Adam, oradakilerin arasında bulunan, sahâbeden, Ebû Zer Hazretleri’ni göstererek, “İşte bu zât, bana kefil olur!” dedi. Ebû Zer (r.a.), kendisine sorulan, ‘kefil olur musun?’ sorusuna, olumlu cevap vererek, “Evet, ben bu adama kefilim” dedi.

Adam gitti. Aradan geçen zamanda, 3 günlük vaktin dolmasına çok az kalmıştı ki, Medîne’de ortam gerildi. Şüphesiz Allah’ın emri yerine getirilecek, adam çıkıp gelmezse, daha önceden kendisini hiç tanımadığı bir kişiye kefil olan büyük sahâbi Ebû Zerr’il Ğıfârî, îdam edilecekti. Vakit ilerledikçe, dehşet, telâş, hüzün, öfke birbirine karıştı.

Sıkıntılı bekleyişin doruğundaki halk, vaktin dolmasına ramak kala, uzaklardan koşup gelen adamı müşâhade etti. Adamcağız kan ter içinde çıkıp geldi; artık bineği olmadığı için geciktiğini söyleyip başta kefilinden, sonra halktan özür diledi.

Soranlar oldu, “Kaçabilirdin, gelmeyebilirdin, nasıl oldu da geldin?” Adam, şu güzel cevabı verdi, “Elbette gelecektim; Âlemde, ahde vefâ gösteren kalmamış!’ dedirtmek benim ne haddime?”

Ebu Zer Hazretleri’ne soranlar oldu; “Hiç tanımadığın bir adama kefil olarak hayatını riske attın. Nasıl oldu da böyle bir şey yapabildin?” dediler. O da şu güzel cevâbı verdi. “Beni kefâletine lâyık gören bir mü’mine, elbette kefil olacaktım; Âlemde fazîlet ve erdem sâhibi kimse kalmamış! dedirtmek benim ne haddime?”

Bütün bunlara şaşkınlık ve hayranlıkla şâhit olan, o iki delikanlı da, babalarının ölümüne sebep olan bu adamı affettiklerini, karşılığında, diyet bile kabul etmeyeceklerini beyan ettiler. “Size ne oluyor?” diyenlere de, “Âlemde merhamet ve insanlık kalmamış! dedirtmek de bizim haddimiz değil!” dediler.

Şimdi; kalleşçe, hâin ve cânice kast edilen vatan toprağına, kendi emelleri için ele geçirmek istedikleri meşrû devlet yönetimine, savunmasız, silâhsız sivil halka, gâfil avlamaya niyet ettikleri silah ve mesâi arkadaşlarına saldırıp onları katledenlere karşı, kendisini tankların altına atan, bombardıman karşısında bile kaçmayan, doğrultulmuş namlulara göğsünü geren aziz milletimizin, yaşlı, genç, erkek, kadın her bir ferdi de, “O vakit, âlemde kahraman kalmamış dedirtmek de bizim haddimiz değil!” demiş olmadılar mı?


Halit Yasir Özoğul'ın Yazısı.