Ey İslam ümmetinin evladı! İşte bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen; Müslümanlığın adalet, merhamet ve feraset sıfatlarını muhafaza etmektir. Muhtaç olduğun kudret göğsündeki imanda mevcuttur.

Malumunuz bir darbe girişimi atlattık. Sadece kitaplarda okuduğumuz, filmlerde izlediğimiz pek çok şeye bu sefer bizzat şahit olduk. Tarihe tanıklık ettik resmen. Hepimizin bildiği detayları burada tekrar etmek istemiyorum. Ancak bazı hususların zikri zaruri.

Türkiye tarihinde ilk kez kendi ordusu içinde çöreklenen hainler eliyle de olsa bir darbe sırasında doğrudan halka ateş açıldı. Hem de ne ateş; uçaklarla bombardıman edildik, tanklarla üzerimizden geçildi, ateş açan tanklar oldu, helikopterler kalabalıklara yaylım ateşi açtı, halkın üzerine cuntacılar tarafından kandırılan erleri ikna çabaları sırasında darbeci komutanlar zoruyla kurşunlar yağdırıldı... Hele bazı görüntüler var ki baygınlığın sınırına gelmeden izlenemiyor bile... Başta Boğaziçi Köprüsü olmak üzere muhtelif yerlerde silahsız sivillerin üzerine tanklar sürülmesi sonrasında parçalanan bedenler, Acıbadem muhtarının kahpece arkadan vuruluş anı... Ve daha pek çokları...

Hatırladıkça hâlâ tüylerim diken diken oluyor, bazen öfkeden çıldıracak gibi oluyorum; insan evlatları nasıl bu kadar insafsız olabiliyor diye... Hepimiz kızgınız, kırgınız, şaşkınız... Toplum olarak müthiş bir duygu yoğunluğu içindeyiz...

Lakin... Her ahval ve şeraitte Müslüman olmak ve Müslümanca davranmak zorundayız. Bütün bu duygu ve tepkilerin belki hepsinin haklı veya anlaşılabilir psikolojik ve sosyolojik nedenleri olabilmesine karşın; hiçbiri “Hududullah”ı aşmamak zorunda! Allah’ın koyduğu sınırları yani... Kendimizi en çok toplumsal heyecan dönemlerinde kontrol etmek ve dizginlemeye çalışmak zorundayız. Çünkü tek başımızayken bizi Hududullah’ı aşmaya zorlayan başat güçler bellidir; nefs ve şeytan. Oysa kitle galeyanındaki gizli iblis hepsinden tehlikelidir.

Sosyolojik bir kural olarak; kişiler, normal şartlarda kendi inanç ve düşüncelerine aykırı bile olsa, içinde bulundukları topluluk tarafından meşru kabul edilen hemen her şeyi, herhangi bir vicdani sıkıntı hissetmeden yapma eğilimindedirler. Örneğin linç. Daha önce hiç linç sahnesi gördünüz mü bilmem ama bu histeriye kapılan o acımasız insanlar, sıklıkla daha önce karınca bile incitmemiş kişiler olabiliyorlar. Yanında sinek ezseniz bayılacak olan insanlar, topluluk tesiriyle en vahşi fiilleri bile kolaylıkla işleyebiliyorlar. Esası itibariyle topluluk galeyanı, geçici cinnet halidir.

Keza çok dikkatli olmamız gereken zamanlardayız. Milletçe yaralandık, incindik ama bu bize başkalarını da incitme hakkını vermez. Yüksek tasavvuf yolunun şiarından olan bir kelam-ı kibarda denir ki “İncinmeden ve incitmeden yaşa.” Biliyorum zor ama Allah’ın sınırları belli. Gayet de bariz.

Bu bağlamda Diyanet’in darbeye adı karışanların cenazelerinin kılınmaması, selalarının okunmaması, tekbirlerinin getirilmemesi vb. kararları hususunda kalbimin çok da mutmain olduğunu söyleyemeyeceğim. Bu noktada; bazı kararları, duygu yoğunluyla aceleye getiriyor olma ihtimalimiz var. Her şeyden önce adil bir yargılama yapılmadan; kimin, neyin içine, neden düştüğünü bilemeyiz. Kalplerin içinde olanı ise hiç bilemeyiz. Son kertede bu insanlar öldüler. Hesapları artık Allah’la. Bunun dışında; bir darbeye kalkışmak ya da ona karşı çıkmak esasen siyasi meselelerdir. Daha da önemlisi söz konusu kararın artık ölüler olan bu kişilere hiçbir etkisi olmayacakken belki de bir kısım tamamen masum olan aile ve yakınlarını psikolojik olarak cezalandırmaktan öteye geçemeyecektir. Bu noktada mü’mine yakışır bir hassasiyet ve incelik göstermek hepimizin ödevidir.

Ey İslam ümmetinin evladı! İşte bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen; Müslümanlığın adalet, merhamet ve feraset sıfatlarını muhafaza etmektir. Muhtaç olduğun kudret göğsündeki imanda mevcuttur.


Sinan Özgenç'ın Yazısı.