Şiir Beni Ben de Şiiri Bırakmayacağım
Gökhan Ergür’ü hiç tanımasanız, şiirlerini okuyarak hemen tanışabilirsiniz. Öyle melankolik yaşayan; gençlik günlerine iç geçiren birini beklemeyin ama… Kendisi çok genç bir şair ve ilk şiir kitabı “Üzüntüden” okuyucularıyla buluştu. Özellikle yoğun gözlem içeren, “vay be” dedirten betimlemeleriyle “Görmüş geçirmiş adam” diyebilirsiniz rahatlıkla. Biz de Ergür’ü daha yakından tanımak istedik ve kendisiyle hayatını, ilk şiir kitabı Üzüntüden’i konuştuk…
Öncelikle okuyucularımız için biraz kendinizden bahsedebilir misiniz? Klinik psikolog, yazarlık, şairlik derken, daha da tanımak isteriz sizi…
1989 yılında Beyoğlu’nda doğdum. Doğduğum günden beri aynı sokakta, aynı evdeyim. İnancımı, arkadaşlarımı, bastığım vatan toprağını hatta alışveriş yaptığım esnafı bile muhafaza ederek, değiştirmeyerek bu yaşıma erdim. Psikoloji bölümünden mezun olduktan sonra klinik psikoloji alanında yüksek lisans yaptım, şimdi ise bu alanda çalışmalarımı sürdürüp insanlara hizmet etmeye gayret gösteriyorum. Tüm bunlar olurken bir yandan da edebiyatla ilgilendim, ortaokul defterimin arkasına matematik derslerinde beceriksizce şiirler yazdım, matematikten hep zayıf not aldım ama şiirde ısrarcı oldum.
Sahih şiirle tanışmamın hikâyesi ise şöyledir: Orta sondayım, cebrim ve çocukluğum fena halde kırık. Feriköy’deki toprak sahada havalı kramponlarıyla maç yapan çocukları iç geçirerek izliyorum, mevsim yaz. Şiire kaptırmışım yakayı, Sisler Bulvarı’nı bitirip yanımdaki uçuruma koymuşum. Üniversiteli kuru bir oğlan çocuğu gelip oturdu banka, bir kitap uzattı ‘’al hediyem olsun’’ diyerek. Kapağına baktım ‘İbrahim Tenekeci - Üç Köpük.’ Açtım kitabı, daha ilk dize: ‘’İçimden dedim, beraber yürüyelim olur mu.’’ O an, o dizeyle vurulup şaşkınlık ve sevinçle yuvarlandım yanımdaki uçuruma. Aradan yıllar ve yaralanmalar geçti, o dizeyle beni şiir uçurumuna yuvarlayan şair; büyüğüm, ağabeyim ve kitabımın editörü oldu. Şimdilerde de İtibar adında bir edebiyat ve fikriyat dergisi çıkartıyoruz kendisiyle. Allah sürprizdir, rabbül alemin.
“Üzüntüden” hayırlı olsun. İlk şiir kitabınızın son olmamasını diliyoruz… Zaten muhtevasından ve gelen yorumlardan da “devamı gelecek” izlenimini edindik. Peki sizce nasıl bir kitap oldu Üzüntüden, neler hissettiriyor size?
Şiir beni bırakmadan ben de şiiri bırakmayacağım. Bir gün gelir kuvveti zayıf şiirler yazarsam o gün Allah’ın izniyle şiirle vedalaşırım. Üzüntüden, bugüne kadar gördüğüm, duyduğum, okuduğum ve hissettiklerimden şiirime sirayet eden insani duyguların karşılığıdır. Dünyada gördüklerimin ve bana yaşatılanların toplamı.
Yazdıklarınızı bir bütün olarak masanızda görmek elbette ki farklı duygular hissettiriyor. Yıllardır uğruna çok şeyler harcadığınız şiirleri toplu olarak okur beğenisine sunmak, gelen övgüleri ve eleştirileri duymak, okumak edebiyatla uğraşan herkes için önemlidir. Üzüntüden’de yer alan şiirlerin hepsi dergimizin Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Tenekeci’nin onayından geçerek İtibar’da yayımlanan şiirlerdir. Bu şiirleri elimden geldiğince temiz, makyajsız ve gerçekçi yazmaya gayret gösterdim. Devrin modasından ziyade şiirin kadim kurallarını ve köklerini takip etmeye çalıştım. Umarım ki başarılı da olmuşumdur.
Şiirleriniz yoğun gözlem ve yorumlamalar içeriyor… Nereden besleniyorsunuz bu süreçte? Ve şiire, edebiyata “bir psikolog olarak” sizi iten şey nedir?
Şiirle hemhâl olmuş biriyken bu mesleği seçtim ve bir gün dâhi olsa pişman olmadım. İnsanların üzüntülerine, mutluluklarına, çaresizliklerine ve ümitlerine şahit oldum, elimden geldiğince onlara, yürünecek güzel yollar için rehberlik etmeye çalıştım. Bu muhakkak ki şiirimi etkiledi ama esas olarak şiirimi besleyen sokaktır. Sokak insan demektir, insanın çeşitli halleri, iyi ve kötünün, doğru ve yanlışın kısacası şiire can veren tüm duyguların can bulduğu, beslendiği kaynak demektir. Siz o kaynağa ne kadar yakın durursanız, nasibiniz ölçüsünde o kadar beslenirsiniz.
İyi şiir yazmak istiyorsanız sahip olmanız gereken özelliklerden bir tanesi de gözlem yeteneğidir. Eğer gözlem yeteneğiniz yoksa bir süre sonra duygularınız ve okuduklarınız size yetmez, tekrara düşüp sıkıcı şeyler yazmaya başlarsınız. Şairin halkın içinde olup günlük yaşamı gözlemesi gerekir. Acil servislerde, mahalle kahvelerinde, sünnet düğünlerinde gezmeyen şairin yazdığı şiir halk nezdinde bir yere kadar karşılık bulur, sonrası okuyucuyu uzaklaştırır. Okuyucu şiirde kendisini arar; mutluluklarını, üzüntülerini, ayrılıklarını, vatanını, toprağını, inançlarını bunları okura sunmayan şair elbette bir karşılık bulmaz ve şiire verilen değerin azlığından şikayet eder. ‘Okuyucuya ne sundun ki karşılık bekliyorsun?’ sorusu bu noktada önemlidir. Türkiye’de nitelikli şiirler yazan ve bu yazdıklarının okur tarafından karşılığını bulan birçok şair mevcut, şiirin öldüğünü söyleyenlerin büyük çoğunluğu başarısız şairler ya da şiir yazmayı beceremeyip farklı mecralarda hayatını sürdüren kişilerdir.
2000’li yıllarda şair olmak nasıl bir sorumluluk, bunu sormak istiyorum size… Popüler kültür, televizyon, sosyal medya ile iç içe olup; genç bir şair olarak neler yapıyorsunuz?
Numara çekmekten, abartıdan, şov yapmaktan ya da bir şeyleri parlatıp göz önüne koymaktan hoşlanmıyorum, bunları yazarken bile sıkılıyorum, utanıyorum, nefsime ağır geliyor. Fakat biz bir şeyler için sustukça tepemize çıktılar, haksız ve dişsiz zannettiler. Bu sebepten dolayı bir şeylerin söylenmesi, yazılması gerekir.
Genç bir şair olarak şu aralar üzerimize bomba yağdıran, kurşun saçan, tankla kardeşlerimizi ezen hatta tankla üzerimize ateş açan hain darbecilere elimden geldiğince karşı koymaya çalışıyorum. Darbe bildirisini televizyondan görüp abdestimi aldım ve Taksim Meydanı’na çıktım. Son 3 gecedir orada sabahlıyorum, gündüz de cami cami dolaşıp kardeşlerimin cenaze namazlarına yetişmeye çalışıyorum. Allah onlardan razı olsun, bizleri de o mertebeye kavuştursun.
Cemil Meriç, Mağaradakiler kitabında şunları söyler: ‘’Devlet-i Aliyye, düşman bir dünya ortasında yapayalnız. Öyle bir hengâmede, şâir rebabını kırmak ve kavgaya karışmak zorundadır.’’ Namus bilincine sahip her vatandaş, her şair yaşadığı ve üzerinde hakkı olan Türkiye için, vatanın ve kendi namusu için zalimlere karşı kavgaya karışmak zorundadır. Savaş biter, yaralar sarılır işte o zaman da şair savaş meydanında gördüklerini yazmak, anlatmak zorundadır. Yazıp anlatmalı ki bu haysiyetsizlik hiç unutulmasın ve mücadelemiz bizden sonra gelenlere miras kalsın.
“İnsanı değiştirir” diyeceğiniz 3 kitap?
Dostoyevski – Karamazov Kardeşler,
Cahit Zarifoğlu – Yaşamak,
Ergin Günçe – Türkiye Kadar Bir Çiçek
İyi ki yapmışım dediğiniz 3 şey?
Geriye dönüp baktığım zaman iyi ki yapmışım dediğim tek ve en önemli şey 15 Temmuz askeri darbe girişiminin yapıldığı gece kendimin yani ülkemin namusu için Taksim Meydanı’na çıkmak ve kendi imkânlarımla zalimlere karşı durmak olmuştur. İleride bunu evlatlarıma gururla anlatacağım.
Elinizde bir mikrofon olsa ve tüm dünyayı değiştirebilecek bir cümle hakkınız olsa... Ne söylerdiniz?
Haddim olmadan Âl-i İmrân Suresi’nin 103. ayetini okumaya başlardım "Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın."
Salih Yüzgenç'ın Yazısı.