İmparatorluk Başkenti
Harun Reşit’in ayak izleri, çınarın gölgesi, bir imparatorluk başkentinin gururu var bu şehirde. II. Murad’ın isteği üzere türbesinin üstü açık, yağmur suyu değiyor toprağa. Hüzün, acı ve kan gizli Muradiye Külliyesi’ne gömülen sandukalarda. Bahtsız şehzadeler kayıp. Toprak günahları örtmüş. Ölüler ihaneti fısıldarken meleklerin gözünde bir damla yaş.
Her biri için bir kubbe oturtuldu çatısına. Güneş sisteminin işlendiği minberine çivi değmedi. Caminin imamı Süleyman Çelebi okudu yazdığı mevlidi. Hızır’ın eli değdi taşlara ve çocuklar yüzyıllardır Ulu Camii’nin ortasındaki havuzun etrafında koşuşturup durdu. Üftade Hazretleri’nin duası duvara nakşedildi. “Ey Ulu Cami, ey büyüklerin toplandığı mekan gece ve gündüz seni ziyaret edenlere müjdeler olsun.”
Düğün alışverişine çıkan terütazeler, namaz molası veren esnaf, evinde sıkılan kocakarı omuz omuza saf tutarken kimi Somuncu Baba’ya değdi kimi Hızır’a. Hattat Şefik’in kamışından dökülen divani harfler Hz. İbrahim’in Cebrail ve Mikail’le buluşmasını resmetti. Harfler kanatlandı gökyüzüne. Kim bu camide secdeye varırsa varsın I. Beyazıt’ın kabrine bir nur düştü. İstanbul’un fethinden sonra daha da kıymetlenip manevi başkent oldu Bursa. Emir Sultan’dan günümüze kadar birçok pir geçti bu şehirden hepsi huzur bıraktı.
Ulu Camii’de bir teravih; kadir gizlenmiş gecelere. Dualar avuçlarımdan gökyüzüne yükselen yağmur damlaları; gözyaşı, özlem ve sevgi karışmış taneciklere. Çocukluğumdan beri huzur bulurum Üftade Hazretleri’nin yanında, Yeşil Türbe’de, Osman ve Orhan Gazi’nin hikayelerinde, dalgalanan çınar ağaçlarında ve Çekirge’deki balkonun minderlerine uzanıp rüya alemine daldığımda. Uykumu Uludağ’ın taze havası, şehrin ruhaniyeti hafifletirken rüyalarımda nehirler çağlar. Kapalı Çarşı’da antikacıları gezer çocukken her fırsatta içtiğim gazozdan tadarım. Markasının üstünde yazan “Efsane” lakabı çok yakışır tadına.
Tarihi ipek yolunun son durağı Koza Han Osmanlı çağını yaşamaya devam ediyor. Hacı Resul’ün sahibi “Müşteriler misafirimizdir” diyerek kendisi için ısmarladığı cantık pidesini ikram ederken muhabbet ediyoruz. Dışarısı ne kadar sıcak olursa olsun kesme taş binanın içi serin. Milyonlarca ipek böceğinin emeği sallanıyor vitrinlerden. Gözüm hep sarıda. Hanın avlusundaki mescit Emevi Camii haznedarlığını anımsatıyor. İki rekat namaz kıldıktan sonra Yaşar abinin kahvesini yudumluyorum. Bir kuş havuzdan su içerken diğerinin kanadında damlalar.
Harun Reşit’in ayak izleri, çınarın gölgesi, bir imparatorluk başkentinin gururu var bu şehirde. II. Murad’ın isteği üzere türbesinin üstü açık, yağmur suyu değiyor toprağa. Hüzün, acı ve kan gizli Muradiye Külliyesi’ne gömülen sandukalarda. Bahtsız şehzadeler kayıp. Toprak günahları örtmüş. Ölüler ihaneti fısıldarken meleklerin gözünde bir damla yaş.
Küçükken Zehra Teyze’ye misafirliğe gitmiştim. Evin ortasında kocaman bir bahçe, dağdan gelen karın serinliğini ve baharın kokusunu içinde saklamış durmadan akan su, yeşili bulunca mutlu mutlu şakıyan kuşlar. Kapının dışındaki musluktan isteyen bidonunu doldururken sokak hayvanları da unutulmayıp taştan bir oluk yapılmıştı. Ne güzel ağırlamıştı bizi. Yonca ve sardunyaların açtığı bahçede bir lokma daha ağzıma koyamayacak hale gelip kristal çanaklarda ışıldayan rengarenk çikolatalara, sarı sarı parlayan kestane şekerlerine bile bakmamıştım. Ellerim soğuktan kızarıp annemden azar yiyene kadar çeşmenin başından ayrılmamıştım. Tuvaletin bahçede olması beni şaşırtmış, gece vakti iki kat inip karanlıkta bahçeyi geçme fikri ise korkutmuştu.
Bu şehrin yeşil ve bonkör topraklarında yaşayanlar yıllarca kendilerini bahçıvan olarak tanıttı. Yer üstü suları kadar lavların sıcağını taşıyan şifalı kaynaklar çıktı topraktan. Göbek taşı ısındı çifte kubbenin altında. Ağrılara şifa, gelinlere bereket oldu ılık sular.
Mudanya, Trilye, Burgaz hepsine birer gün ayırmak gerekir, özellikle de Cumalıkızık Köyü’ne. Ara sokaklarda yürürken reçel kaynatan nenelere, çeyiz işleyen kız kurularına ve erişte kesen maharetli ellere rastlarsınız. El açması börekler tezgahlarda. Tavlada dönen zarın sesine nargile fokurtuları karışır. “Dede mars oldun” diye bağırır küçük çocuk. Yaşlı adam gülümser. Kaybetmek ne güzel...
Hande Berra'ın Yazısı.