Gardırop Sakinleri
Ayhan Gençoğlu
Giyinmekten bahsi açtım bugün. Mağazalardan, tezgâhlardan, reyonlardan topla bakışlarını ve keten tohumundan, ipek kozasından, pamuk koçanından çöz düşüncelerini… Öyle vücuda bir kılıf geçirme bahsi değil bu, zevkler ve renkler kısmından yak nefsinin köşelerini… Çıkart üzerinden eğreti düşünceleri ve yırt giyinmek dediğinde sana markalardan putlar sunan şeytanın perdelerini…
Giyinmekten bahsi açtım bugün. Çıplak ruhların doluştuğu pazarda şehirler tartıyorum, tezgâha döktüm tüm şehirleri.
—gel vatandaş gel! Batık dünyanın malları bunlar!
—gel abi gel çıkar üstünden o eğreti metropolleri. Sırma işlemeli bir tarihten biçilmiş eski bir İstanbul giy. Bir Bağdat al omuzlarına, yerlerde sürünmesin diye kültür ve medeniyet. Bir siyah Beyrut bağla saçlarının ağarmış tellerine. Medine’ye bürün baştan ayağa…
Beni dinleyin kazağı pantolonuna uymadı diye tüm gününü bedbaht geçiren, fiyatı kabarık bir entariye aşk ile bağlanan, ya da bilmem ne marka ayakkabıyı alıncaya kadar gözüne uyku girmeyen gardırop sakinleri!!!
Hiç düşündünüz mü tarih büyük işler yapan adamların kıyafetlerinden bahsetmez. Bir ressam çizmemiş olsaydı nereden bilecektik Napolyon’un kırmızı ceketini, Shakespeare’in fırfırlı gömleğini, Kanuni’nin cübbesini. Ve yine tarih; bir ressam kâğıda aktarmadıkça ya da bir deklanşör patlamadıkça imajlardan da bahsetmez; Karl Marx’ın fırça gibi sakalına inat, Hitler’in badem bıyığından, Lenin in göbeğinden ya da Mao’nun hiç yıkanmamış olmasından…
Beni dinleyin ey yürüyen kumaş topları;
İnsanlar “suç ve ceza”yı okurken “Dostoyevski bu kitabı yazarken acaba üstünde ne vardı” diye düşünürler mi sizce? ya da Balzac’ın vadideki zambağı yazarken kıyafetlerini nasıl kombine ettiğini? Fatih’in atı Akşemseddin’in cübbesine çamur sıçrattığı zaman Fatih’in mahcubiyetini bırakıp da kimse cübbenin rengiyle, keten mi ipek mi olduğuyla ilgilenmez. Ya da Hz. İbrahim ismailinin boğazına bıçağı dayadığında kimse Hz. İbrahim’in teslimiyetini bırakıp da gökten inen koyunun yününden mi yoksa derisinden mi yararlanıldığını sorgulamaz.
Hiroşima da ölen insanlar hangi modayı takip ediyordu sizce, kimono boyları o yıl kısamıydı uzun muydu? Titanikte batanlar az sonra öleceklerini bilseler ne giyerlerdi sizce? İsrail tanklarına taş atan çocuklar; ağızlarına bağladıkları poşuya uygun bir aksesuar olsun diye mi aldılar o taşları ellerine? Srebzeniska da çukurlara doldurulan cesetlerin üstünde ne vardı biliyor musunuz sadece soykırım urbası! Beyrutun semalarında yanıp sönen ışık şehir sakinlerinin kıyafetlerini aydınlatan bir spot lambası değil di…
Beni dinleyin ey gardırop sakinleri! Aslında sizin ne giydiğiniz kaç çeşit giydiğiniz sadece sizi ve tekstil sanayini ilgilendiriyor. Entegre bir israf dokuyor tüm tezgâhlar. İhtiyacından fazlasını alan, her gördüğü kıyafete hırs ile bağlanan bir nesil, kıyafet kalitesinden ziyade karakter kalitesine dalmış olsaydı sokaklar böyle podyuma dönmezdi.
Temizlik yeni aldığını bir kere giyip kırıştırıp bir köşeye atmak ve bir başkasını almak demek değildir. Düzenli olmak yirmi tane kazağı üst üste düzgün bir şekilde sıralamak değildir. Çık içinden gardırobun ve efendimizin tabiri ile kendin için değerli olandan infak et.
Sadece mutedil olmaktır bu yazının özeti, sadece itidal!!!
GENÇ'ın Yazısı.