Ev Alma Komşu Ol
Komşu demek biz demektir, biz demek komşu... Toplumun temel taşı aileyse, aileleri bir arada tutan harç da komşulardır.
Kim oo!
- Iı... Ben alt komşunuz Hüdaverdi. Sokak kapısının anahtarını evde unutmuşum, otomata basmanız mümkün mü acaba?
- Kusura bakmayın açamam, sizi tanımıyorum.
- !?...
Önceleri her şey gaz ve toz bulutu hâlindeydi. Bundan yaklaşık 13.7 milyar yıl önce Big-Bang adında büyük bir patlama meydana geldi. Bu olay hem maddenin, hem de zamanın başlangıcıydı…
İşte insanlar o günden beri yalnız yaşayamıyor. Birimiz “Issız bir adaya düştüğünüzde yanınıza alacağınız üç şey ne olur?” sorusuna “ 3 insan” diye cevap verse kimse yadırgamaz. Hal böyleyken insanların yerleşik hayatta da yalnız yapmayacağını anlamak hiç de zor değil. Issızlığı yıkacak tek güç ise: Komşu!
Komşu; literatürde evleri birbirine yakın olan kimselerin birbirlerine verdikleri isim olarak geçiyor. Atasözleri, deyimler ve tekerlemelerle de destekleniyor. Önemli bir şey yani. Ama artık komşuluk yavaş yavaş ölüyor. Caretta-Caretta kaplumbağalarından çok komşuluğu koruma altına almak gerekiyor… Durum o kadar vahim yani. Çünkü komşular artık birbirini tanımıyor. Düşünelim... Kaçımız sokak kapısının anahtarını unuttuğu için evine ulaşamadı? Bahçede otururken “Bu adam kim ya!?” bakışlarına maruz kalmadı? Asansörde yol alırken kaçımızın sadece nefesleri konuştu? Böyle birbirini tanımayan “ne çok komşu var”.
Komşuluğu annelerin çalışması yok etti. Mesela eskiden annelerimiz el işiyle, yemekle, temizlikle günü dolduramaz ve kendilerine yeni uğraşlar ararlardı. İşte tam bu sırada aynı sıkıntıyı yaşayan ve özgüveni daha güçlü olan yan komşusu elinde bir tabak sarmayla kapıyı çalar ve muhabbet başlardı. Gelen tabaklar boş gönderilmezdi; racon böyleydi. Sonra birlikte pazarlara, parklara giderlerdi. Şimdi o annelerin çoğu “ekonomik özgür”.
Online oyunları da es geçmemek lazım. Komşulukta önemli faktörlerden biri de çocuklar çünkü. Sokakta uzun eşek oynarken tek vücut olan şampiyon miniklerden biri, “Hey Rıfkı, bu yaptığımızı babalarımız da yapmalı!” diyerek ailelerin kaynaşmasına vesile oluyorlardı. Uzun eşek tarih oldu. Artık komşuluklar “multiplayer”.
Kentsel yapılanma da komşuluğu büyük ölçüde etkiledi. Artık onlarca katlı binalar, her binada yüzlerce daire var. Onlarda da komşu değil, sadece sakinler var. Safranbolu evleri yapılırken uygulanan “komşunun güneşini kapatmama düşüncesi” ise şimdilerde müteahhitlerin umrunda değil. “Kim takar güneşi, ben parama bakarım.” mantığı var. Komşuluk olmadıktan sonra sekizinci katta bahçe olması ne işe yarar? Yüzlerce daire demek yüzlerce komşu demek. Çoğumuz da içimizden “Hangi biriyle tanışayım” diye düşünüyoruz. Öyle özümsemişiz ki yüzlerce insanın arasında sıfırlarca komşu ediniyoruz.
Sosyal hayat da internete taşındı artık. Yüzyüze iletişim de yavaş yavaş yalan oluyor. Bundan yüzyıllar önce insanlar birbirlerine pul koleksiyonlarını gösteriyorlardı. Birbirlerinin evlerine gidip kitaplar okuyor, şarkılar söylüyorlardı. Taş plaklardan besteler dinleyip kültürel olarak zenginleşiyorlardı. Bu ve benzeri sosyal faaliyetler artık yerini sosyal paylaşım sitelerine bıraktı. Fikirler bloglarda, twitter’da, şarkılar youtube’da facebook’ta paylaşılıyor. 3G teknolojisi sayesinde toplantılar internet üzerinden yapılmaya başlandı. Ayrıca Google+ sayesinde çoklu video sohbet bile mümkün. Anlaşılan artık seminerler, sempozyumlar da internet üzerinden yapılacak.
Ne yapacağız peki? Komşuluk ölmesin diye odun gibi mi yaşayacağız? Hanımlar bütün gün evde mi takılacak? Konuyu çarpıtmayalım lütfen. İnsan olarak öyle bir işlemciye sahibiz ki, bütün bunları aynı anda yapabiliriz. Bizi bize yabancılaştıran ilerlemelerin, kültürümüzü geriletmesine izin vermeyebiliriz. Yapabiliriz bunu. “Aslansın, kılsın, yünsün, tüysün” gibi insanı gaza getiren kişisel gelişimcilerin sözlerinden değil bu. Kantarın topuzunu kaçırmadan, azıcık ondan azıcık bundan aldık mı, olay bitmiştir. Komşu demek biz demektir, biz demek komşu... Toplumun temel taşı aileyse, aileleri bir arada tutan harç da komşulardır.
Mahmud Sami Erdem 'ın Yazısı.