M. Huzeyfe Erdemir

İnsan inanmak üzere kurulu bir hayatın mümessilidir. Ulvi yahut sufli ne şekilde olursa olsun nereden tezahürlerini bulursa bulsun hayatının merkezine inanmak hasletini koyar. Mesela kimi tuttuğu takımın inananıdır. Onun için ne gerekiyorsa yapar. Hayatını ne minvalde feda etmesi gerekiyorsa elinden geldiğince feda eder bu inancına. Hakeza kimisi hayatının merkezine sevdiği kadını koyar. Hayatını ona göre şekillendirir. Bu şekillendirme yaşadığı hayatından tutunda kendi iç hassalarını yani öfkesini, sevincini, hüznünü, kederini dahi şekillendirir. Çünkü gerçekten inanmıştır. Mesela inanma duygusunu alsanız insanın hayatından yahut almasanız öteleseniz hayatının merkezi muhitinden, dönüp baktığınızda ortalıkta ne insan kalmıştır ne de yaşama ideali. Bu minvalde Abdulhakim Arvasi Hazretleri "İnan da odun parçasına inan" demiştir. Çünkü insan odun parçasına dahi inansa odun parçasına dairliğin çilesini çeker ve bu inancından her türlü verimi tüttürür. İşte insanın, hayatının en merkezi konumuna aldığı inanma hasleti, tarihi serüveni içinde de hep manipülasyon heveslilerinin, kitleleri kendine çekmek ve oradan ulvi yahut sufli hareketler neşet ettirmek idealli ilgisini çekmiştir.

Tarihi, ânımızın gerisinde kalanlar olarak tanımlarsak eğer, uzak yakın farkını gözetmeden, tarihi bir gerçekliği geçtiğimiz haftalarda en şiddetlisi ve çarpıcısıyla yaşadık. Bir rivayete göre her yüzyılda gelen müçtehitlere paralel belki her 10-15 yılda bir gelen inancı istismar şebekeleri; başta inanmak hassasına olan güveni sarsarken, ihaneti, zulmü kendi istismarlarına aldırmayan kitlelerin üstünde rahatlıkla uygulayabilmektedirler. Bu zulme maruz kalan kitleler tarihin o ânında, zulmü ilk defa kendilerinin başından geçen bir hadise olarak telakki etseler de biraz tarihsel araştırma, hadisenin dediğimiz gibi neredeyse her 10-15 yılda bir bu minvalde tecelli ettiğini kiminin istediği verimleri elde ettiği kiminin de mağlup olarak yalnızca inanma hafızamızda derin yaralar açarak tarihin çöplüğüne gittiğini göstermektedir. Fakat hakikat her devirde tektir. Ulvi inanma hasletini bu hakikatin limanına demirleyen insan, rüzgar hangi yönden esse ve şiddeti hangi güçte tecelli etse de sarsılmaz ve hadiseyi tüm alakalarından soyutlayarak demirlediği limanın sahihliğini bir kez daha tescil eder.

Tüm bunların yanında insanın öyle bir özelliği var ki hakikate sabitlenince çok ulvi fakat istinatını kaybettiği zaman ise korkunç derece de suflidir. Birçok insanın gözlerinin bağlanmasına, hayatlarının kendi elleriyle mahvolmasına sebep olabilmektedir. Nedir bu özellik diye soracak olursak `Hoşgörüdür` adı. İnancımızın en temeline yerleşmiş cüzlerden biridir hoşgörü. Bunun paralelinde insan olmaklığımızın temel taşlarından biridir. Mesela hoşgörüsü olmayan bir anne hayal edilebilir mi. Anne ve hoşgörü birbirini hatırlatan iki hususiyettir. Fakat tedavi olması gereken çocuğunu ameliyat masasına hoşgörüsünden yatırmayan annenin hoşgörüsü de tartışılır hale gelir aynı minvalde. İşte inancın temel taşı hoşgörüyü, mesnedinden uzaklaştırınca ortaya ne derece de vahim bir tablo çıktığını da gördük birkaç hafta öncesinde.

İnancı merkezine almış insan bu inancın fiiliyatına dair de zihninde yöntemler belirler. Çünkü birçok inanç fiiliyatı olmadığı müddetçe güdük kalır. Mesela tuttuğu takıma inanmış bir insan bu inancını bilet alıp stadyumda maç izlemek fiiliyatına geçirmediği yahut takımının formasını almadığı sürece bu inancında samimiyetsizlik ibareleri, güdüklük belirtileri ortaya çıkar. İşte bu minvalde ulvi bir inancın müntesipleri inançılarının fiiliyatlarının yöntemlerini bu inanç çerçevesinde düşünürler. Çünkü aşağılık bir yöntemle ulvi başarılar elde edilemez. Bu sebepten ötürü başarıya giden yolda her yöntem mubahtır anlayışı temelinde başarının hedefi olan inancın, aslına sadık olunmadığının ve buralardan başka verimler elde etmenin asıl amaç olduğunun alametidir. Maalesef ki bundan birkaç hafta önce sözde ulvi inançları uğrunda her yolu mübah gören, bu uğurda adam kayırmaktan, ayak kaydırmaya, masum sivilleri gözlerini kırpmadan öldürmekten, iftiraya kadar her yolu deneyenleri gördük milletçe, ümmetçe.

Önemli bir hususiyetse inancın liderliğidir. Lider inancın müntesiplerinin yetiştirdiği kendi içlerinden çıkıp onlara önderlik eden kimsedir. Liderde olması gereken özellikler her inancın, anlayışın kendi iç dinamiklerine göre şekillendirilip dallanıp budaklandırılabilir. Tarihsel olarak da hadiseleri kitleler değil liderler en fazla olsa olsa konseyler yönetmiş ve ortaya çıkarmışlardır. Kitleler inançlarının doğrultusunda benimsedikleri liderlerinin yolunda ve onların direktifleri doğrultusunda hadiselerin içinde bulunurlar. İşte bu hususiyeti bilen inanç manipüle ediciler, geçmişten beri yetiştirdikleri liderleri o inancın müntesipleri içinden çıkmış gibi göstererek kitlelerin başına getirmiş ve kendi arzuları doğrultusunda yönlendirmişlerdir. Kitleleri oluşturan insanların ise fert fert hakikate demirli inançları olmadığı müddetçe kolayca bu sahte liderlerin peşinden gidebilmekte onların direktifleri doğrultusunda her işi icra edebilmektedirler. Tüm bunları nereden mi çıkardık birkaç hafta önce güya bu toprakların çocuğu bu inancın müntesipleri arasından çıkmış sahtekar bir liderin ve kitlesinin neler yapabileceğini gördükte oradan.


GENÇ'ın Yazısı.