Kara kıtaya gitmiyor, kalbimizin karasına gidiyoruz. Seferimiz nefsimizedir. Bu gidiş, ona doğru savrulmuş bir kılıç darbesidir; biliyoruz, ölmeyecek. Ama haddini bilecek, razı olmayı belleyecek, itminana ermeyi öğrenecek.

Geçtiğimiz ay Afrika`ya GENÇ gönüllüsü kardeşlerimizi uğurladık. “Sizler, dedik, kurban hizmeti için giden kardeşlerimizden sonraki ikinci dalgasınız.”

Vedalaştık; dualarımızla beraber birkaç da söz söyledik kendilerine:

“Seferimiz mübarek olsun. Seferimiz diyorum, çünkü biz de sizinle gidiyoruz. Yalnız değilsiniz. Dağarcığınızda, gönlünüzde, şahsiyetinizde bir medeniyet götürüyorsunuz. O, erlerin, pirlerin, alperenlerin, abdalların, bacıların, ahilerin, dervişlerin medeniyetidir. Gülüşümüz bu medeniyetten bir akistir. Sözümüz o medeniyetin sözüdür. Bakışımızda o medeniyetin diriltici nazarı var. Biz, yüzyıllardır o medeniyetin hasretini çekenlere gidiyoruz. Bizi hasretle bekleyenlere gidiyoruz. Onlar adımızı, sanımızı biliyor, bizi tek tek tanıyor değiller. Ama onlar bize hasret duyuyorlar, çünkü biliyorlar ki bu gelişlerimiz ne ellerindeki mallarını almak, ne zihinlerini iğfal etmek, ne de kalplerini çalmak içindir. Bu gelişimiz gönüllerini, kendi gönüllerimizle beraber ihya etmek içindir. Aslında biz onlara da gitmiyoruz. Bizim gidişimiz kendi içimizedir.

Bilin ki yolculuğumuz içimizedir. İçimize doğru gitmeyen her yolculuk, fiziksel bir yer değiştirmeden öteye gitmez. Hâlbuki biz kalbimizle gidiyoruz. Kalbimizle gittiğimiz her yer, kalbimize dostlar aradığımız yerdir. Kalbimize dost bulduğumuz yer kalbimizindir. Kalbimizin yeri, Allah`ın adının yüceltildiği her yerdir.

Bilin ki yolculuğumuz içimizedir. Biz kalbimizle gidiyoruz. Ve biz kalbimize gidiyoruz. Seferimiz kara kıtaya değil, kalbimizin karasınadır; karanlık yanımızadır. Seferimiz, kinimize, düşmanlığımıza, gururumuza, öfkemize, hoyratlığımıza, vurdumduymazlığımızadır; seferimiz nefsimizedir. Onun bize doğru gelişlerinden artık usandık. Biz ona doğru hamle yapıyoruz. Bu gidiş, ona doğru savrulmuş bir kılıç darbesidir; biliyoruz, ölmeyecek. Ama haddini bilecek, razı olmayı belleyecek, itminana ermeyi öğrenecek.

Bu kalkışımız, bu gidişimiz nefsimizedir. Ona doğru hamle yapıyoruz. Mute meydanında Revaha`nın oğlu gibiyiz. Gitme kararını aldığımızdan beri içimizde çetin bir mücadele var. Karanlığın içimize ağdığı zamanlar tereddüt ettik, geri durduk. İçimiz ağardığında imanımız da berkidi. Andımızı tazeledik. Evet, biz durmayacak, duraksamayacak, gideceğiz.

Bizi kim durdurabilir ki? Elinde kılıç, düşman saflarına hamle yapan Abdullah`ı kim durdurabildi ki? Ama Abdullah bir an duraksadı, bunu da kim inkâr edebilir ki? Bizi de durduracak olmaz. Kara kıtanın, fakirliği, yalnızlığı, garipliği bizi durduramaz, yine de gideriz. Ama bir an da olsa duraksayabiliriz. İçimizdeki karanlık taraf bizi çelebilir, tereddüde sevk edebilir. Bizi duraksatacak olan kalbimizin karasıdır.

Bizi kimse durduramaz, ama içimizin karanlığı durdurabilir. Mesafeler büyümez gözümüzde. Sevdiklerimizi unutabilir, zorluklara göğüs gerebiliriz. Ama kalbimizin karasına söz geçirebilir miyiz? Tutup boynundan onu da bu heyecanımıza ortak kılabilir miyiz? Bizi ancak o durdurur. Ondan daha büyük engelimiz yoktur. O yüzden seferimiz onadır. Ona doğru yaptığımız seferden daha büyük bir sefer yoktur. Biz tüm seferlere, o büyük sefere eklenecek menziller olsun diye çıktık. Biz tüm mesafeleri, o büyük seferi kısaltacak vesileler olsun diye kat ettik. Bugün de aynıdır.

Kara kıtaya gitmiyor, kalbimizin karasına gidiyoruz. Seferimiz nefsimizedir. Bu gidiş, ona doğru savrulmuş bir kılıç darbesidir; biliyoruz, ölmeyecek. Ama haddini bilecek, razı olmayı belleyecek, itminana ermeyi öğrenecek.


Mehmet Lütfi Arslan'ın Yazısı.