Merve Uysal

Gönlüm, ‘gül’ün yalnızca gülşenler de olmadığını idrak edeliden beri, ‘dost’luğunsa yalnızca insanlar arasında olmayacağını idrak edeliden beri bir hasretlik yakar içimi.

Hayli vakit anlam veremedi aklım, gönlümde ki sebepsiz hasretliğe de gözümde ki sebepsiz yaşlara da... Hıçkırıklarım gözyaşlarıma karışır dururdu, saatlerce hatta günlerce... İçimde hasretten bir yangın vardı. Vardı da bir türlü adını koyamazdım bu yangının. Ne zaman bir gün batımını seyretsem, başımı gökyüzüne çevirsem, bir çiçeği koklasam ya da ayı, yıldızları seyretsem hasret sanki bir yağmur olurdu da içime içime yağardı. Fakat bir türlü anlam veremezdim bu hale... Derinlerden gelen bunca gözyaşının, böylesi bir gönül yanışının sebebi ne olabilirdi? Bilemezdim. Neden sonra, gözümün önüne birkaç ‘gül’den kare, yadıma birkaç ‘gül’den hatıra düşünce idrak edebildim bu hasretliğin, bu gönül yanışımın sırrını. Meğer; gül tabiatlı dostların hasreti imiş, gönlümü yakan bu hasret. Babamın, 70 belki 80 yaşlarında ki ‘genç’ dostlarınaymış meğer bu hasret, bu yanış. Benim isimlerini bile bilmediğim ‘gül’ tabiatlı, ‘gül’ kokulu dedelerime olan hasretimden imiş gözyaşlarım...

Nemli gözlerimi kapatıp sık sık yad ediyorum şimdi o güzel günleri.

Evvelce vakit, babam beyaz güvercinim dediği Şahin’ine doldurur gezmeye götürürdü aile efradını. Evvelce vakitten kasıt, neredeyse 20 yıl öncesi; 90’lı yıllar... Ben henüz 4-5 yaşlarımdayken yani. Aklımın ermediği, kalbiminse kar beyaz bir bulut kadar temiz olduğu vakitler... Annem özenerek, muhabbetle hazırlardı beni ve kardeşlerimi. Zarif bir çiçek gibi ederdi, her birimizi. Büyük bir heyecan ve muhabbetle binerdik babamın beyaz güvercinine. Herhangi bir gezme herhangi bir ziyaret değildi çünkü bu gidiş. Daha yola çıkmadan annemle babamın tembihlerinden sert ikazlarından anlardım nereye gideceğimizi. Sıkı sıkı tembihlerlerdi yaramazlık yapmamamız için,hatta çok konuşmamamız için; beni ve kız kardeşimi. Ziyaretler, babam ile annemin; ‘Hacı baba’ diye hitap ettikleri kardeşim ile benim ise ‘Hacı dede’ diye hitap ettiğimiz ‘mübarek’ ile başlardı. İsimlerini bilmezdik biz. Kimi ‘şeker veren dede’ idi bizim için kimi ‘bahçesinde gülleri olan dede’ kimi ‘evinde salıncağı olan’... Çok sonraları öğrendim her birinin isminin de ‘Ahmet’ olduğunu. Meğer bizim küçücük ilçemiz o vakitler bir gülşenmişte, böylesi ‘gül’ler bize rayihalarını saçmışlar hayli zaman... Meğer babam bizi ‘gül’ tabiatlı dostlara götürürmüş. Bazen, bayram bahanesi olumuş, rayihalarıyla demlenmemiz için bazen babamın ifa etmesi gereken bir hizmet...

Bilmem hiçbir vakit gül tabiatlı dedelerimin, bana ve kardeşlerime kaşlarını çattıklarını ya da “Seni gidi seni yaramaz” diyerek ikaz ettiklerini... Hep başımız okşandı bizim. Şekerler verildi. Dualarla büyüdük, dualarını doladık dilimize. Allah’a olan dostlukları dokundu ruhumuza. Rayihaları değdi gönlümüze. Huzurla dolduk, dört bir köşesine maneviyatın sinmiş olduğu otağlarında. Sözleriyle demlendik. Nazarlarıyla şifa bulduk...

Tıpkı o güzel günlerde “Allah’ım bu hane halkını bu daireden ayırma” diye dua ederlerken gönlümde hissettiğim gibi; yirmi yıl sonra, hala aynı dirilikle hissediyorum dualarının varlığını kalbimde... Ne zaman ayağım kayacak olsa tutuverirler kalbimden. Sanki yirmi yıl öncesinden görünmez bir el uzanır ve yakalar kalbimi... Öyle bir ‘kıymetli’, öyle bir ‘dost’, öyle bir ‘gül’ tabiatlılar ki öyle başka ‘aşık’larmış ki hala yokluyorlar gönlümü. Yadıma düşüyor, yirmi yıl öncesi bugün gibi. Hala hissediyorum sıcacık ellerini başımın üzerinde. Nurlu çehreleri, gönlümü titretiyor hala, gözümün önüne düştükçe. Parlayan gözlerini yere doğru çevirip bir müddet sükut etmeleri düşüyor yadıma. Nazar edişleri, babama kısık seslerle derin derin nasihat edişleri... Babamı da annemi de kendi evlatları gibi görüp ‘oğlum’, ‘kızım’ demeleri düşüyor yadıma... Bu kirli dünyaya hikmetle nazar etmeleri... O kıymetli günlerde hangi incileri dökerlerdi dillerinden o mübarekler, hiç bilmesem de ilmek muhabbet işlemişler kalbime gül sohbetlerinde...Öyle bir işlemişler ki meftun olmuşum, dostlara.

Yad ediyorum, yad ettikçe hissediyor, hissettikçe özlüyorum babamın gül tabiatlı genç dostlarını. Özledikçe kalbimde hissediyorum manevi ellerini. Gözlerim göremese de varlıklarını, kalbim, itimad etmiyor yokluklarına. Babamın gül tabiatlı dostları, hiç ölmediler. Hala benimle, bende, gönlümdeler... Hasretlerinin harıyla yana yana, bir vakit onlar gibi bir ‘dost’ olabilirsem varacağım ancak yanlarına; O’nlar, gülden sevgilinin dizinin dibinde Cemalullah’ı seyrederlerken... İnanıyorum.


GENÇ'ın Yazısı.