Merve Karabulut

Günümüz aydınlık olursa yazık bize, dünyada bu kadar çok ağlayan minik yürek varken.

Ellerimiz onlar için bir kez bile kalkmıyorsa Rabbe, vah ki ne vah şu halimize.

Dertlenmiyorsak onların derdiyle, yazık bize “insan” diyoruz kendimize.

Ağlıyor bir çocuk. Yüzüne gülümsemelerin en güzeli yakışan o masum yürek, ağlıyor. Neden bu acıları çektiğini bilmeden yaşıyor. “Biz onlara ne yaptık ki?” diyecek kadar da temiz yüreği.

Bilmiyorlar, yıldızları taşıyan mavinin altında bir sürü kararmış yürek olabileceğini. Onları yakanların vicdanlarını dünyalıklar susturmuş, onlar duymuyorlar. Allah’tan korkmayan bir kalbin ne derdi olabilir ki…

Rengârenk hayallerine düşüyor bıçak gibi bombalar. Suriyeli bir çocuk yanıyor, Gazze’de bir çocuk ağlıyor, Mısır’daki bir çocuk suskun. Minik elleri titriyor korkudan, bilmiyorlar neden yağmur yerine bomba yağıyor. Bombaların gürültüsünün aksine dünya sessiz, dünya suskun. Çünkü bu çocukların, onların gözündeki suçu Müslüman olmaları. Çünkü bu çocuklar batılı ailelerin çocukları değil. Sanki değersizler, sanki kimliksizler, sanki insan değiller!

Evlerimizde, sıcacık yuvalarımızda bin türlü yiyecekle büyütüyoruz çocuklarımızı. Aman çok koşmasınlar, terlemesinler hasta olurlar değil mi? Aman çocuklarımıza en kaliteli yiyecekleri alalım. Odalarını oyuncaklarla süsleyelim yavrularımızın. Kardeşlerimizin çocukları da sokaklarda başlarını yastık diye kaldırımlara koyuyor. Bir öğün sıcak bir yemek bulurlarsa ne âlâ. Onların oyuncakları kendi yaptıkları bir araba, annelerinin diktikleri bir bebek belki. Onlar sokaklarda dilediğince koşamıyor, çünkü bir kurşunla karşılaşabilir. Merhametsizce bir kurşunun hedefi olabilirler.

Suriyeli bir çocuk ülkesinde kalsa başına yağıyor bombalar. Hepimiz o masum, sessiz, kırgın bakışları gördük. Başındaki kanı görüp de tepki vermeyen çocuk hiç gördünüz mü? Suriyeli bir çocuk tepki vermiyor, veremiyor. Yaşadığına şükrediyor çünkü.

Suriyeli bir çocuk acının yağdığı ülkesinden kanamamak için, daha fazla ağlamamak için gidiyor. Yaşamak için giderken kendini kıyıya vurmuş halde buluyor. Hem acımıyor artık bedeni ve yüreği. Yumuyor gözlerini, kararmış yüreklerin olduğu dünyaya. O cennete uçtu, o artık bir melek. Biz yanalım şimdi kendi halimize.

Suriyeliler ülkemize gelmesin derken ki bencilliğimizi düşünelim. Rahatımızdan ödün vermeyen biz yanalım halimize. Hele bir zihniyet var ki sende insan mısın be kardeşim, dedirtiyor. Bayanların başörtüsüyle, erkeklerin sakalıyla uğraşan “modern” zihniyetler var evet. Modern zihniyet sahibi olanlara soruyorum: “Nerede yaşıyorsa yaşasın, kimin çocuğu olursa olsun bir çocuğun, bir bebeğin gözünden yaşlar düşürmeye hakkımız var mı?” Haydi, “kamuda başörtüsü istemiyoruz” diye tag açan sevgili özgürlükçüler(!) ve Batı’ya hayran gönüller cevap verin. Cevap verin ki bilelim bizde bir masumun yüreğinden daha değerli ne varmış bu dünyada!

15 Temmuz gecesi, hainlerin korku salmaya çalıştığı o gece bir nebze de olsa hissettik. F-16’lar alçak uçuş yaparken, TBMM binamız bombalanırken biraz da olsa anladık, o CNN spikerini bile ağlatan yorgun yürekli çocuğun neler yaşadığını.

İlk defa Suriye’de bir çocuk silahlı askeri ve tankları görünce el salladı. Çünkü bu diğerlerinden farklıydı. Gelenler ona geleceği için bir umut olmak, karanlık gecelerine bir ışık olmak, yüreğindeki yanan ateşe su olmak için geliyordu. Gelenler ay yıldızın asaletiyle geliyordu. Dünyası, ailesi olan o yavrunun ailesini elinden alıp dünyasını yıkmaya çalışanlara karşı koymak için geliyordu o ay yıldızlı askerler. Kötülük nedir bilmeyen yavrular biliyorlardı ki bir Türk askeri silahını asla doğrultmazdı onların minik bedenine.

Sen gül çocuk, bütün ağlamalar bize kalsın. Sen oyna çocuk, bu dünyanın ağır yükü bize kalsın. Sen dilediğince koş çocuk, bütün susmalar bize kalsın. “Ah!” diyordu şair.

“Ah! Mümkün olsa

Acıdan sevinç

Sevinçten umut yapardım

Bölüp acılara yüreğimi

Dünyadaki bütün çocuklara

Sevgi satardım…”


GENÇ'ın Yazısı.