Derin milletin kıyamı o veya şunun mücadelesi ya da kalkışması değil dinin ve mukaddesatın kıyamıdır. Ve bunun sembolü de kim ne kadar örtmeye ya da görmezden gelmeye çalışırsa çalışsın tekbir ve saladır. Alınlarında Hak kınası, dillerinde tekbir o gece tankların üstüne yürüyen yiğitler verilen salaların kendi salaları olduğunu bilerek mi yürümüşlerdi acaba?

15 Temmuz bir milattır. Artık hiçbir şey o gece öncesi gibi olmayacak. Dünya artık eski dünya değil, Türkiye artık eski Türkiye değildir. O gece karanlığın ortasından açılan bir perde ile her şey ayan beyan ortaya çıkmıştır. Dost kim, düşman kim o gün bilinmiş, dost niye dost, düşman niye dost o gün anlaşılmıştır. Kim ifsad edici, kim ıslah edici, insanlar bunu birbirlerinde ve kendi nefislerinde fark etmişlerdir. Bir an, sadece bir an, nasibi olan gözler ışımış ve o anda bir bilinç sıçraması hadiselerin iç yüzünü göstermiştir. Bunun şok edici bir mahiyette olduğunu kim inkâr edebilir? Tabiri caizse millet o gece akıl ve idrak ötesi bir silkiniş yaşamıştır. Bunu makul ve muhtemel ile kim telif edebilir? Kimse bunu yapamaz, çünkü millete yapılan saldırı da akıl ötesiydi. O meşum darbe milleti vurup devirmeyi amaçlamıştı. Ama tam tersi oldu. Millet uyanıp ayağa kalktı, bu da 15 Temmuz tarihini bir milada dönüştürdü. Darbecilik ve millete rağmen milleti idare etme zorbalığı bitti, millet iradesini ortaya koydu ve artık vesayet istemediğini herkese ilan etti.

15 Temmuz inanılmaz bir gecedir. Halkının üzerine ateş açan, tank süren, meclisini bombalayan asker nasıl inanılmaz ise ateşin üzerine yürüyen, tankın altına yatan ve bombalara meydan okuyan millet de inanılmazdır. Tek farkında olduğumuz, yaşanan hainliğin ve kahramanlığın devasa boyutlarıdır.

15 Temmuz’u iyi okumak zorundayız. Ama sadece hainleri ile değil… Esas o gece “sokağa çıkın” çağrısını almadan sokağa çıkanları, “şu şekilde bağırın” denmeden dillerinde tekbirle tankların üstüne yürüyenleri, ilk safta öne atılıp, göz göre göre şehitliğe koşanları iyi tanımalıyız. Herkes hainleri konuşuyor. Hainlerin hainliklerini havsalamız almıyor tamam, ama esas kahramanları konuşmalıyız. Hainlerin hainliklerinden çıkaracağımız derslere eyvallah, ama esas, kahramanların verdiği derslere muhtacız. Tarihimizin en büyük destanlarından birisini yazan o meçhul kahramanlar derin milletin ta kendisidir. Bu kahramanların hiç düşünmeden, hesap etmeden, insiyaki olarak ortaya koydukları o tavır bugün bizi en çıplak gerçeği ile Suriyeleşmekten kurtarmıştır. Millet olarak birlik ve beraberliğimizi yeniden Çanakkale ruhu ile perçinleyen o kahramanlara ne yapsak borcumuzu ödeyemeyeceğiz. 15 Temmuz toplumun alt kesimi diye birilerinin hor gördüğü kalbi kırıkların ve marabaların destanıdır. Onlar milletin en zeki evlatlarını devşirerek oyununu seçkinlik üzerine kuranların kumpasını paramparça etmişlerdir. O gece ortaya çıkmak zorunda kalmış derin milletin bu asil evlatları kendilerini hiçbir zaman adam yerine koymamışları silleleri ile darmadağın etmiştir. Onlar bunu, yüreklerinde iman, dillerinde tekbir, temiz Müslümanlıkları ile yapmışlardır. Bu açıdan derin milletin kıyamı o veya şunun mücadelesi ya da kalkışması değil dinin ve mukaddesatın kıyamıdır. Ve bunun sembolü de kim ne kadar örtmeye ya da görmezden gelmeye çalışırsa çalışsın tekbir ve saladır. Alınlarında Hak kınası, dillerinde tekbir o gece tankların üstüne yürüyen yiğitler verilen salaların kendi salaları olduğunu bilerek mi yürümüşlerdi acaba? Bu böyleydi muhtemelen; diğer türlü şehit oğlunun tabutuna gözyaşları içinde sarılan babanın ağzından feryat yerine yükselen salayı nasıl anlayacak, nereye koyacaktık?

15 Temmuz tekbir ve salanın kıymetini anladığımız bir gecedir. Milletin bu mukaddes kelimelerle nasıl derin bir irtibatı vardır, o gece yakinen gördük. Bu basitçe geçiştirilecek, üstü örtülecek bir şey değildir. Bunu her fırsatta ve zeminde anlamaya ve anlatmaya mecburuz. O gecenin esas anlamı tekbir ve saladadır. O gece göklere yükselen o sesleri hazmedemeyenler neyi hazmedemediklerini gayet iyi biliyorlar. Biz hem bu hazımsızları iyi tanıyalım hem de o seslerin bizim ruh kökümüzde ne ulvi bir yere sahip olduğunu hiç unutmayalım. Yedisinden yetmişine bütün milletin diline pelesenk olmuş o ifadeleri birlik ve beraberliğimizin önünde tehdit olarak görenleri de atlamayalım bu arada. Bunlar tekbir ve salanın sesini demokrasi gibi ne idüğü belirsiz bir kavramın altına itmeye çalışarak ne büyük bir aymazlık içerisine düştüklerini görebiliyorlar mı? Bizim ortak paydamız batıdan ithal kavram ve algılar değildir, olamaz da… Bu toprakları bizim kılan ezan, tekbir ve sala gibi mukaddeslerdir. 15 Temmuz hainliği zaten tam da biz bu hakikatle buluşuyoruz, mazlumların tekbir ve sala bağlamında umudu oluyoruz diye yapılmamış mıdır? Biz tekbir ve salanın manası ile dirilmeye başladık diye üzerimize geldiler. Bunu nasıl bir tefrika unsuru olarak görür de bir türlü sığmayı beceremediğimiz demokrasi paydasına mahkûm ediliriz? Tekbir ve sala bizim bastırmamız gereken değil, biz kısık sesleri mazimiz, duruşumuz ve temsil ettiğimiz hakikat itibarıyla tüm âleme haykıran üst kimliğimizdir. Bunu görmezden gelen ya da anlamayanlar bizi, tarihimizi ve ne için yaşadığımızı anlamayanlardır. Tekbir ve sala bizim en saf ve somut gerçeğimiz, ortak paydamız, umudumuz ve en büyük iddiamızdır.

15 Temmuz salaları, milletin Allah ve Rasulü’nün çağrısına, hayata çağıran sadasına nasıl koştuklarının şahididir. Şehit oğlunun tabutuna sarılan babanın yüreğinden kopan da ne çığlık, ne bir şikâyettir, yine o saladır, yine o saladır.

Tekbir ve sala vatan dediğimiz ve uğruna şehitler verdiğimiz, altı cennet bahçesi olan bu toprakların değişmez ve değiştirilemez gerçeğidir. Bunu, ontolojik bir gerçekliğe dayandığı, yani Allah’ın dini böyle gerektirdiği, hakikat tam da bu olduğu için ifade ediyor değiliz sadece. Tekbir ve sala hakikatin bir cüzü olmanın yanında bütün dünyaya musallat olmuş Kabil’in çocuklarının korkulu rüyasıdır. Ezan ve tekbir ezilmişlerin parolasıdır, umut ışığıdır, can simididir. Tekbir ile tankların üzerine yürüyenler, dillerindeki bu silahla sadece önlerindeki yangını söndürmekle kalmadılar, dünyayı kurak bir çöle döndüren zulmün de en büyük hasmı olduklarını gösterdiler. Tekbir ve sala işte bu yüzden hiçbir sesle kıyaslanamaz. O başka hiçbir kavramın altına itilemez, hiçbir sözde değer onun üstüne geçemez.

Yerleri ve gökleri bir nebi halesi ile sarmalarcasına verilen salalar ölümü öldürecek bir diriliğin muştusunu saldığı için hiçbir sesin onu bastırmaya zaten gücü yetmez. Bu böyleyken onu bir tür tefrika simgesi gibi yaftalamak, bunu yapanın kendini açık etmesinden başka bir netice vermez. Tekbir ve salanın ulvi manasını demokrat(!) efendilerin sahtekârlıklarına tercih etmek kimsenin haddi değildir. Hiçbir demokrasi mücadelesi böyle muhteşem bir kıyamla kıyas edilemez. Anadolu’nun 15 Temmuz’da tüm âleme gösterdiği kıyam, bütün dünyanın beklediği baharın bir habercisi olmuştur. Bu kıyamın cesamet ve heybeti, yıllardır sokulmaya çalıştığımız demokrasi kılıfına fazla gelir. 15 Temmuz’da tekbir ve sala ile manasını bulan manzara hiçbir beşeri dava, sistem ve yapı tarafından anlaşılamaz. O ancak gökler ötesinden gelmiş ve gökler ötesine varacak bir mana ile anlaşılabilir ki millet bunu zaten dilinden düşürmediği tekbirler ve göklere yükselen salaları ile bütün dünyaya ilan etmiştir.

15 Temmuz’da yükselen tekbir ve salalarla düşmanın üzerine yürüyen gençler, salalarının şehit olmadan verildiğinin farkındaydılar. Onlar o gece o kadar büyüdüler ki hiçbir sesin, sözün ve beşeri kurgunun kapsayamayacağı bir irtifaa yükseldiler. Onlar o gece o kadar yüceldiler ki mensubu oldukları milletin şan ve şerefine şahit oldular, o şerefle gözleri ışıdı, gönülleri o irtifaın heyecanı ile sermest oldu ve ufukta gördükleri ile yerlerinde duramaz oldular. O gecenin gazileri için artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Onlar artık hayatı bir tekbir ile kolayca arkaya itebilirler. Onlar dillerindeki tekbirin, bir Peygamber haberinde geldiği gibi, nasıl yangını söndürdüğünü gördüler çünkü. Onlar dillerindekinin kıymetini, çeliği, demiri ve ateşi boğuşu ile idrak ettiler. Onlar artık bilirler ki ne zaman kopacağını bilmeyeceğimiz, Medine rayihası ile içimizi ferahlatan şu salalar her an kendi salaları olabilir. Artık onlar her salayı farklı işitecekler, her saladan burunlarının direğini sızlatan bir ebedi gençlik rayihası alacaklar. 15 Temmuz salaları, milletin Allah ve Rasulü’nün çağrısına, hayata çağıran sadasına nasıl koştuklarının şahididir. Şehit oğlunun tabutuna sarılan babanın yüreğinden kopan da ne çığlık, ne bir şikâyettir, yine o saladır, yine o saladır.

15 Temmuz bir tekbir ve sala mektebidir. O mektepten o gece mezun olanlar Allah’ı birlemenin ve Rasulü’ne salat ü selam getirmenin ne muhteşem bir gücü olduğunu bizzat yaşamışlardır. Onların şahitliğini, kimisinin şehit olarak taçlandırdığı bu idraki kimse hafife almaya kalkmasın. Tekbir ve salanın sesini kimse bastıramaz. 15 Temmuz tam da bu gerçeği herkesin alnının çatına mıhlamıştır. Tankları yüz geri eden tekbir ve darbeyi önleyen sala bizim üst kimliğimizdir. Biz bu üst kimlikle tutunduk bu topraklara. Dün de öyleydi, 15 Temmuz’da da öyle oldu, bundan sonra da öyle olacak. Tekbirimiz ve salamız gür çıktıkça kimse bizi insafsızların elinde parya yapamayacak, aksine o gür sada bizi tüm paryaların umudu yapacak. Ve biz bu gerçeği yine tekbir ve yine sala ile ilan edeceğiz âleme…


Mehmet Lütfi Arslan'ın Yazısı.