Rabia Brodbeck

Darbe gecesi sanki 1400 sene öncesini seyredebildik. Hz. Hamza ve Hz. Ali gibi cesur kahramanları, kendini tankların önüne atan vatandaşları müşahede ettik. Sayısız Habib-un Neccarlara, yüz canı olsa da hepsini feda edebilecek insanlara şahit olduk. Hz. Sümeyye gibi hainlere meydan okuyan hanımefendilere şahit olduk.

15 Temmuz gecesine şahit olmam, kaderimde Türkiye için doğmak olduğunun göstergelerinden bir tanesidir. Yazar olarak ilhamlar alıyorum. 15 Temmuz gecesi ilham aldım. Tarikat-ı Muhammediye’den edindiğim tecrübe deryasından paylaşma arzum doğdu ve özlem duyduğum şey o gece vasıtasıyla gerçekleşti. Din hayatımızda gerçeklik kazandı. O gece hayatın ve dinin birlikte var olduğunu gördüm, hayatın ve aşkın bir arada var olduğunu gördüm. O gece yağan kurşunlara ve durmadan okunan rahmet salâlarına, diriliş ezanlarına şahit oldum. Kutlamaların ilahi güzellikleri bütün havaya dolarak İstanbul’u ve bütün Türkiye’yi sardı. Bu müthiş müjdeye şahit oldum; darbenin, silahların, uçakların sesini, salâ ve tekbir sesleri bastırdı.

Bütün İslam dünyasında Arap Baharı yaşandı. Sonuç; ne yaz ne de kış, mevsimler yok oldu! Ancak Allah Teâlâ Türkiye’de baharı yaşamayı nasip etti. GENÇ Dergisi, “Kıyam ettik, artık oturmayacağız” dedi. Niyetimiz; ebedi baharı yaşamaktır, sonsuz güveni, huzuru, özgürlüğü, sükuneti ve saadeti oluşturmaktır. Ebedi baharın sonu; nurdur! Hz. İbrahim (a.s.) fâni olana âşık olmadı. Gün ışığında kaybolan yıldızları, ayı görünce, “Batanları sevmem!” diye haykırdı. Ezelî, Ebedî, Baki olana aşık oldu. Hazreti Mevlana der ki, “Daha ne kadar cansız bir sevgiliye sarılacaksın? Baharda açan güzün solar, ama aşkın gül bahçesi hep yeşil kalır.” Hz. İbrahim’in aradığı da işte bu ebedî bahardı.

Hepsi bir gecede yaşandı. O kanlı gece bir kandil gecesi oldu. O gece manaya gebeydi ve yine o gecenin sabahı manevi bayram oldu. Ümmeti Muhammed için bayram oldu. O gece Nemrut’un ateşi yandı ve sabah da gül bahçesi açıldı. O gece, Kadir Gecesi’nin tohumunu taşıyordu. Kadir Gecesi her şeyin değiştiği gecedir. Bu şerli gecenin sabahında büyük bir hayır tecelli etti. Bin aydan hayırlı olan Kadir Gecesi’nin hayrından bir pay nasip oldu. O gece şehadet gecesiydi, müşahede gecesiydi. Her şey bir anda oldu! O kutlu çağrıyı duyan ve icabet edenler her şeyden geçerek, kendilerini ön saflara atarak şehit oldular. Her şey bir anda oldu çünkü gönülde zaman ve mekân yoktur. O anlar manayı taşıyordu, şehitlerin ruhunu taşıyordu ve bir an sürdü. Atmosfer şehitlerin nuruna gebe oldu. O an sonsuzluğa, ebedi âleme, cennete doğru yükseldi. O gecenin kahramanları Caferi Tayyar gibi doğru cennete uçtular ve cennet bizi ziyaret etmeye başladı, şehitlerin nuru bizi aydınlatmaya başladı. İstanbul evliyalar şehridir. O geceden sonra İstanbul’un bir mahlası daha oldu: Şehitler Şehri!

O gece Peygamber Efendimize (s.a.v.) bağlı! Çünkü o gece kutlu bir çağrı tecelli etti ve millet icabet etti. O gece Peygamber Efendimizin ümmetine olan çağrısının tohumunu taşıyordu. O gece O’na bağlı çünkü o gece Allah tarafından seçilmiş kahramanlar, Asr-ı Saadet’te Efendimizin dostlarının hep bir ağızdan aşkla ve şevkle, “Malım, mülküm, makamım, ailem, çocuklarım, canım sana feda olsun Ya Rasulallah!” diyerek dile getirdikleri fedakârlık ahlakının tohumunu taşıdılar.

O gece bize şifa verdi, bizi iyileştirdi, bize ilham verdi, bizi nurlandırdı, bizi ağlattı, bize teslimiyet sevgisini verdi, bizi birleştirdi, bizi aydınlattı, bizi mütevazılaştırdı. O gece bizi yeniden dirilişi olmayan ölüm, zenginliği olmayan fakirlik, varoluşu olmayan hiçlik olmadığının müjdesi verdi. O gece İslamofobinin üzerine darbe oldu. O gece hidayet nuru tecelli etti ve hak batıldan ayrıldı. O gece kurtuluş gecesidir.

O gece bize şifa verdi, bizi iyileştirdi, bize ilham verdi, bizi nurlandırdı, bizi ağlattı, bize teslimiyet sevgisini verdi, bizi birleştirdi, bizi aydınlattı, bizi mütevazılaştırdı. O gece bizi yeniden dirilişi olmayan ölüm, zenginliği olmayan fakirlik, varoluşu olmayan hiçlik olmadığının müjdesi verdi. O gece islamofobinin üzerine darbe oldu. O gece hidayet nuru tecelli etti ve hak batıldan ayrıldı. O gece kurtuluş gecesidir.

Türk milleti asırlardan beri birçok savaş ve darbe görmüştür. O gece darbeyi yendi. O gecenin zaferi 10 Muharrem’de peygamberlerin yaşadığı uzun, çileli imtihanlardan sonra kurtuluşa erişmesi gibidir. O gece millet şeytanın şer güçlerini yendi. Ancak müminin nuru şeytanın üstesinden gelebilir. Cehennem dua ediyor, “Mümin benden uzak dur! Senin nurun benim ateşimi söndürüyor!”

Allah ilk Ramazan ayında Bedir mucizesini lütfetti. Bedir zaferinin altında yatan sır, o ilk orucun faziletidir. Orucun sırrı ile bir avuç mana ereni bütün müşrikleri yenilgiye uğratarak ilk büyük meydan zaferini kazanmış oldular. 15 Temmuz gecesi Ramazan ayının hemen ardından gerçekleşti. O gece kahramanlar gönülleri oruçla yıkanmış bir halde meydana çıktılar.

Dindeki gayret kalpte olanlardır. Kalp işinin özü yine kalptir. Hz. Hüseyin yüreğindeki kudretiyle dünya tarihini değiştirebileceğini göstermiştir, zira 10 Muharrem’de Hüseyin (r.a.) kendi başını koyup gönlünü vermiştir. Gönlüyle en büyük direnci göstermiştir. Kalbindeki o direnç gücü şehadetiyle beraber kalbine nur ve mana doğmuştur. Bütün evren, bütün zamanlar ve insanlar aydınlanarak insanların hayatı anlam, değer ve sevgi kazandı. O yüce tavrıyla bize gösterdiği gibi dünyaya hayır demeden ilim, nur, mana ve güzellikler zuhur etmez ve kalp gözleri açılmaz. Dünya gözlerini kapatmadan ahiret gözleri açılmaz. Dünya sevgisi Rasulullah’ın (s.a.v.) sünnetinin yokluğudur. Onun güzelliğinin, aşkının ve nurunun eksikliğidir. Kalpteki putları kırmadıkça güzellikleri seyretmek mümkün olmaz.

Şehitler kimdir? Bizim görmemiz için, uyanmamız için, anlamamız ve Kur’an hikmetinden hidayet nuru bulmamız için canlarını verenlerdir. Şehitler en yüce örnektirler çünkü diğer insanların dünya hayatını güzelleştirebilmek ve huzur bulmalarını sağlayabilmek için kendi hayatlarını yaşamaktan vazgeçiyorlar. Bir mum gibiler, diğer insanları etrafında aydınlatarak kendilerini yakıyorlar. İlahi adalet; gariplerin, şehitlerin, mültecilerin, yetimlerin, yoksulların varlığını gerekli görür. Eğer şehitler olmasaydı, dünya adalet dengesini yitirirdi.

İslam dininde şiddetli bir fedakârlık sırrı doğdu. Nefsi fedanın zirvesi de Ehl-i Beyt-i Mustafa ve Ashâb-ı ba-safâda tezahür etmiştir. Onlar hep bir ağızdan, can-u dilden, “Anam, babam, çocuğum, malım, mülküm, makamım ve canım sana feda ya Rasulallah!” demişlerdir. Bütün insanlar arasında en değerli ve en seçilmiş zatları; Hz. Hatice, Hz. Hamza, Hz. Hüseyin, Hz. Ali, Hz. Ebu Bekir (r.a) ve daha nicesi… Çünkü şehitliğe talip oldular. Hz. Hamza’nın Uhud’da kalbinin yarılmasına, o Hint adlı müşrike kadının sebep olduğunu sanıyorsunuz. Ama Hz. Hamza, Fahr-i Kâinat Efendimiz için o kalbin çıkarılıp parçalanmasını istemişti. O kadar seviyordu ki, “Bu kalp senin uğrunda parçalansın, bu kalp parçalanmadıkça sana karşı olan aşkımın sükûnet bulması mümkün değildir,” diyordu.

Darbe gecesi sanki 1400 sene öncesini seyredebildik. Hz. Hamza ve Hz. Ali gibi cesur kahramanları, kendini tankların önüne atan vatandaşları müşahede ettik. Sayısız Habib-un Neccarlara, yüz canı olsa da hepsini feda edebilecek insanlara şahit olduk. Hz. Sümeyye gibi hainlere meydan okuyan hanımefendilere şahit olduk. Boynuna isabet eden kurşun sebebiyle doktorların mutlak ölü olarak baktığı, sonrasında ise mucizevi bir şekilde iyileşip “Ben tekrar meydanlara çıkıp, şehit olmak istiyorum” diyen, hastanede bacağını kaybedip ağır yaralanan, “İyileşirsem tekrar karşılarında duracağım!” demekten vazgeçmeyen, Hazreti Bilal gibi kaç vatandaşa şahit olduk?

Bir Müslüman’ın harekete geçmesi için cesarete ihtiyacı var. İnsan ne pahasına olursa olsun ideallerini hayata geçirmelidir. Müslüman olmak olağanüstü hal yaşamaktır. Fütüvvet ahlakı taşımaktır. Yaşadığın şeye ayna ol ve herkese ayna ol! Allah’a ve onun habibine aşık olanlardan dinle ve onlardan öğren. Tükenme, üret! Hz. Fâtıma annemizin Hz. Ali Efendimiz hakkındaki fevkalade tarifi: “Sen toprak ahlâklısın, sana ne atılırsa atılsın sen ondan bir gül yaparsın, sen benliğini yok ettin. Hiç kimseden bir şey beklemez, yalnız ilâhî tecellinin yansıması gibi tüm varlıklara bir şeyler verirsin!” Müslüman ölümün, diğer tarafın peşindedir, dünya hayatının peşinde değil. Aşkın en büyük hali ölüme olan aşktır. Hayatınız boyunca O’nunlaysanız, O da ölümünüzde sizinledir. Hayatınız boyunca O’nu severseniz, O da sizi ölüm anınızda sever. Bir aşık demiş ki, “Allah’ın adını anmak hayattaki ölümdür ve ölümdeki hayat da olacaktır.” Fahreddin Efendi Hazretleri, “Ölmeyi bilmeyenin yaşamaya hakkı yoktur.” buyuruyor.

Kalbini, dünyaya hayır ahirete evet demek için eğit! Bu dünyaya ahiret için geldik. Bu dünyaya kul olmak için, şehit olmak için geldik. Gönlümüzü gönüllerin sahibine vermek için, sonunda Allah olmayan her sevgiyi kurban etmek için dünyaya geldik. Namaza sarılmak için dünyaya geldik. Kaybımızın aslında kazancımız olduğunu öğrenmek için bu dünyaya geldik. Dünyanın asıl vatanımız olmadığını öğrenmek için, tevhide muhtaç olduğumuzu idrak etmek için, şehadet makamına erenlerden nasihat almak için, gafletten ilahi bilincin nuruna uyanmak için, bu dünyada cenneti bulmak için dünyaya geldik. Cân-u dilden, “Anam, babam, çocuğum, malım, mülküm, makamım ve canım feda Ya Rasulallah!” demek için bu dünyaya geldik. Peygamber Efendimizin nurunu müşahede etmek için dünyaya geldik. Muhammedi varlığı tatmak için bu dünyaya geldik. Şer güçlerine ve şeytanın vesvesesine kurban olma! Dudaklarınızdan hakikat sözleri dökülsün. Hz. Mevlana der ki, “İnsanda güzel olan yüzdür. Yüzde güzel olan gözdür. Ama insanı insan yapan ağızdan çıkan sözdür…”


GENÇ'ın Yazısı.