Yunus Emre Tozal

Allah devletimize zeval vermesin. Milletimize ve İslam için çalışan çabalayan tüm kardeşlerimize birlik, beraberlik, feraset ve basiret versin. Bizleri İslam kardeşliğini yaşatan bir toplum kılsın.

Halil Cibran, hayatı; ruh aracılığıyla deneyip gördüğümüzü ama çevremizdeki bilebildiğimiz dünyayı, anlayışımızın ve aklımızın aracılığıyla tanıdığımızı söyler ve ekler “Bize büyük bir keder ve elem getiren işte bu bilgidir.” Bilgiyle yoğrulan insanın zamanla taşıdığı yükü ağırlaşır, omzu çöker. İnsanı çökerten, fiziksel yorulmasından öte şahit olduğu acılar, hüzünler ve üzüntülerdir. Ülkece büyük bir hüznün eşiğindeyiz; bir yanda 15 Temmuz gecesi kazandığımız zaferin sevincini yaşarken, diğer yanda darbecilerin ardında bıraktığı enkazı nasıl temizleyeceğimizi kara kara düşündüğümüz zamanların içindeyiz.

15 Temmuz gecesi ülkece çok büyük bir felaketin eşiğinden döndük. Tam anlamıyla döndük denilemese de -tehlike devam ediyor- büyük bir badireyi atlattık diyebiliriz. Şüphesiz 15 Temmuz, uzun bir süredir yaşadığımız ötekileştirmeye, hiçe sayılmaya, yok hükmünde görülmeye atılan bir tokat oldu. “Hizmet” ve “Cemaat” gibi iki muhteşem kavram altında yıllardır insanları ötekileştirenler, toplumu ayıranlar, “İslam ancak bizimle yükselecek” iddiasında bulunanlar, İslam’ı sadece hoşgörü dini olarak görenler, sadece bizlere zarar vermediler; “Ilımlı İslam” politikalarıyla tüm dünyadaki İslam anlayışına, İslam adına gayret eden vakıf ve derneklerin de faaliyetlerine leke sürdüler.

İslam’ı bizzat yaşayarak yüceltmek ve hayırda yarışmak için bir araya gelen her topluluk, 15 Temmuz’dan etkilendi. İslam’ı yanlış öğretmeleri ve anlatmaları sebebiyle Yahudilerin ve Hristiyanların verebileceği zarardan çok daha fazlasını veren FETÖ mensupları, Müslümanların arasına nifak tohumları ekerek Hristiyan ve Yahudilerle kardeş oldular. Böylece Kuran’ı sadece “dinler arası diyalog” gibi algılatıp, tüm dünyaya hoşgörüyle hitap etmeleri, örgütün kısa zamanda taraftar toplamasına da zemin hazırladı. Yıllardır kendi menfaatleri için yapamayacakları şeyin olmadığına şahit olduk. Gazetelerinde kuponla verdikleri önemli İslam âlimlerinden Elmalılı Hamdi Yazır’a ait Kuran tefsirini değiştirmelerinden tutun, kamu ve belediyelerde nüfuzlarını arttırmak için ÖSS ve KPSS sorularını çalmaya hemen her yolu denediler. Onlar, kendi menfaatleri için Kur’an’ı bile değiştirdiler, İslam dini başta olmak üzere birçok dinde -Kızılderililer’de bile- en büyük suçlardan biri sayılan “hırsızlık yapma” emrini çiğnediler. Askeri okullardan devlet kurumlarına tüm soğukkanlılıklarını koruyarak hırsızlıkla sızdılar. Tüm bunları yaparken de gayet normal bir şey yapıyorlarmış gibi davrandılar. Bu durum, zaten dine, İslam’a ve dünyaya bakış açılarını yeterince gösteriyor.

Yaşayan Din: İslam

İslam, yaşanılan, canlı bir dindir. Peygamber Efendimiz, Kur’an nazil olmaya başlayınca çevresindekilere Kur’an’ı çoğaltarak gönderip “Kitap’a uyun” demedi. Kitap’a uyan bir toplum oluşturmaya gayret ederek, çevresindeki toplumları İslam’a davet etti ve örnek olarak da İslam toplumunu gösterdi. Peygamberimizin oluşturduğu İslam toplumu; nasıl evlenilir, nasıl ticaret yapılır, alış-veriş yapılırken nelere dikkat edilir, nasıl ibadet edilir, ne yenir ne içilir gibi toplum hayatını oluşturan tüm soruların cevaplarını görebildiğiniz örnek bir toplumdu. Dolayısıyla “İslam nedir?” sorusunun cevabı, kitabî bir cevaptan öte, yaşayan bir topluluktu. Hicret’ten sonra kabile kabile Medine’ye gelen toplumlar, İslam diniyle ilgili zaten soracakları her cevabı alıyorlar, İslam’ın bizzat yaşanan bir din olduğunu görüyorlar ve gittikleri yerlerde yaşantılarını, alışkanlıklarını kısacası hayata dair tüm algılarını değiştirmeye başlıyorlardı. Çünkü İslam bunu emrediyordu. Kur’an, inanan insanın en üstün olduğunu beyan ederken de İslam’ın bu yönünü vurguluyordu. İslam’ın “yaşayan bir din” olma gücünü kullanmak isteyen FETÖ mensupları, İslam’ı yaşayan topluluk olarak sadece kendilerini görmekle diğer tüm topluluk ve cemaatleri dışlıyor, ötekileştiriyor ve yok sayıyorlardı. FETÖ örgütünün 15 Temmuz darbe girişimi başarılı olsaydı, Türkiye’de yıllardır İslam adına güzel faaliyetler yapan tüm kurum ve kuruluşlara darbe yapılacak, toplum iç savaşa sürüklenecekti.

Ümran ambulans koltuğuna götürülürken de, orada otururken de hiç ağlamadı. Şoktaydı. O saniyelerde çekilen bu görüntüler, Suriye krizinin sembol karelerinden biri oldu. “Bu küçücük çocuk artık tüm dünyaya küs” notuyla görüntüleri sosyal medyada milyonlarca kez izlendi ve paylaşıldı.

15 Temmuz’u bu yönüyle “gerçekleştirilmiş” bir darbe olarak görmek ve Medine’deki İslam toplumunu bugüne taşımamız; İslam adına örneklik teşkil edecek kardeşliği, birlik ve beraberliği, muhabbet ve zarafeti yaşamamız ve yaşatmamız gerekli. İslam’ı tüm dünyaya yayma amacıyla yola çıktıklarını söyleyen ama farklı amaç ve gayeleriyle İslam’a en büyük zararı veren FETÖ taraftarlarına karşı ülkece bir an önce toparlanmalı, İslam adına çalışan; hayır ve hasenatta bulunan tüm vakıf ve derneklerle ortak çalışmalar yapmanın zeminini aramalıyız. Diyanet, bunun öncülüğünü yapabilir. İslam dininin Müslümanlara bahşettiği kardeşlik sevgisini eskisinden çok daha güçlü bir şekilde, bir çatı altında yaşatmalı; aramıza fitne ve fesat sokacak kişi ve kurumlara karşı da tedbirli olmalıyız. Suriyelilerle olan ilişkimiz, İslam toplumunda kardeşliği canlandırmamız için önemli bir fırsat. Taşıyla toprağıyla, kültür ve medeniyetiyle koskoca bir ülke yanı başımızda savaş alanına döndü. Uzun bir süredir Suriyelilerin Akdeniz ve Ege Denizi’nde yaşam mücadelesi vermesini TV’lerimizde izledik. Özellikle Ege adeta Suriyeli göçmen mezarlığı haline geldi. Sahil Güvenlik Komutanlığı sadece 2015 yılı boyunca Ege sahillerinden Yunanistan’a geçmeye çalışan 90 bin 198 kaçak göçmeni kurtardı. UNICEF’in raporuna göre Suriye’de 5 yıldır devam eden savaşta en fazla bedel ödeyenler çocuklar. Sadece vatanlarını, evlerini kaybetmediler, aynı zamanda yetim kaldılar, öksüz kaldılar. UNICEF’in raporuna göre öldürülen, silahaltına alınan ve insan hakları ihlallerine maruz kalan en az beş bin çocuk belgeleniyor.

Aylan’lar Ölmesin, Ümran’lar Bombalanmasın…

Birkaç gündür ayakları, oturduğu ambulans koltuğunda yere bile değmeyecek kadar küçük, başından akan kanı elleriyle temizlemeye çalışırken şaşkın ve şok içinde Halepli Ümran’ı izliyoruz. Tam adı Ümran Dakneş. Halep’teki bombardımanda evi vurulan çocuklardan sadece biri… Muğla’nın Bodrum İlçesi’nden Yunanistan’ın İstanköy Adası’na geçerken batan ikinci botta yaşamını yitiren 3 yaşındaki Aylan Kurdi gibi Ümran da artık Suriye krizinin sembollerinden bir tanesi. Ümran, bugün hedefi olduğu 6 yıllık Suriye krizi başladığında daha doğmamıştı bile. Henüz 5 yaşında. Hayata gözlerini bombaların içinde açtı. Yani iç savaştan başka bir şey görmedi Suriye’de. Okul çağına yaklaştığı bugünlerde de, savaşın en acımasız yüzünü yakınında hissetti. Ailesiyle birlikte yaşadığı evi bombalandı.

Ümran ambulans koltuğuna götürülürken de, orada otururken de hiç ağlamadı. Şoktaydı. Önce etrafına baktı, sonra da başına dokundu, kana bulanan küçük ellerini ambulansın koltuğuna sildi. O saniyelerde çekilen bu görüntüler, Suriye krizinin sembol karelerinden biri oldu. “Bu küçücük çocuk artık tüm dünyaya küs” notuyla görüntüleri sosyal medyada milyonlarca kez izlendi ve paylaşıldı. Bazı kareler zihinde kendisine öyle bir yer edinir ki, insanı en derinden yakalar ve bir daha gözünün önünden gitmez. İşte Aylan da Ümran da kalbimizin en derin yerindeler.

Hangi coğrafyada ve her ne biçimde olursa olsun şiddete maruz bırakılmış bir çocuk “en büyük özürü” hak eden çocuktur. Suriyelilere iki defa özür borçluyuz, hem savaşın ilk başladığı andan itibaren yanlarında olmadığımız için, hem de savaş süresince evlerimizin kapısını açmadığımız için. Üç günlük dünya hayatının esiri olmuşuz, ensar-muhacir imtihanını başarıyla verememişiz. Ülkece yaşadığımız sarsıntıyla kendimize gelmemiz, özgürlük ve demokrasi nöbetleriyle aslımıza dönüşümüz, yanı başımızda devam eden Suriyeli kardeşlerimiz için de çok kıymetli. Onlar da bizim gibi vatanımızı savundular, bizlerle aynı meydanlara çıkıp üzerinde yaşadığımız coğrafya için nöbetlere geldiler. Vatan için, İslam için bizim bu zor zamanlarımızda yanımızdaydılar. Bu yüzden şimdi, daha önce hayalini kurduğumuz ama gerçekleştirmediğimiz ensar-muhacir kardeşliğini gerçekleştirme zamanı... Allah devletimize zeval vermesin. Milletimize ve İslam için çalışan çabalayan tüm kardeşlerimize birlik, beraberlik, feraset ve basiret versin. Bizleri İslam kardeşliğini yaşatan bir toplum kılsın.


GENÇ'ın Yazısı.