Korkunun korkaklığa dönüşmesi, bir şahsiyet virüsüdür. İkiyüzlülüğün ve belki yüzsüzlüğün sebebi çoğu zaman bu korkaklık hastalığıdır. Korkaklık, kişiyi sığınmacı, ürkek, iradesiz, değer merkezli hareket etmekten uzak, günübirlikçi, menfaatperest, her çeşit güce tapan, huzursuz ve güvenilmez bir kimse haline dönüştürür.

Kıyamete kadar gelecek tüm insanlığa öncü ve önder olarak Rabbimiz tarafından takdim edilen Allah Resûlü Efendimiz –sallallahu aleyhi ve sellem-: “Allahım! Korkaklıktan sana sığınırım” diye niyazda bulunur1. Korkaklıkta hem iman zaafı, hem kişilik zaafı ve hem de âcizlik itirafı vardır. Korku ve sevgi gibi duygular, doğru yönlendirilmez ise zamanla insanı insanlıktan çıkaran bir illete dönüşürler. Korku, sıhhatli yönlendirildiğinde inşa ve ihya edici bir tesir icra ederken, aksi durumda korkaklığa dönüşür ki bu da kişiliğimiz adına yıkıcı bir rol üstlenir.

Korku, çoğu zaman gelecekle ilgili bir duygudur. İstenmeyen bir şeyin meydana geleceğini düşünmekten dolayı kalbin elem duymasıdır. İnsan, çoğu zaman arzu ettiği bir şeyi elde edememekten korkar.2 Kendi varlığımızı, menfaatlerimizi, arzu ve isteklerimizi koruma hassasiyeti ile olsun, gelecek beklentilerimizin gerçekleşememe kaygıları ile olsun ya da insanî zaaflarımız yönüyle olsun, korkularımız, içimizde bir dip akıntısı şeklinde daima bizi meşgul edegelmiştir. Bu duygumuz, doğru bir çerçeveye oturtulabildiğinde, akıl ve idrâkimizi çalıştırma, sebeplere tevessül etme, tedbirli harekete vesile olma ve daima uyanık olma gibi bizi aktif tutan temel dinamiklerimizi harekete geçirir. Fakat doğru yönlendirilemez ise de şahsiyetimiz adına yıkıcı tesirler gösterebilir.

Bütün âlemlerin Rabbi olan Yüce Mevlâmız, insânî kaliteyi inşâ ve terbiye için korku duygusuna husûsî bir yer ayırır. Kur’ân-ı Kerim’de bu duyguya işâret eden farklı kelimeler kullanır: “Havf”, “haşyet”, “rahbet”, “heybet”, “ru’b” ve “vecel” gibi.

Türkçe’ye çoğu kez “korkmak” diye tercüme edilegelen havf, haşyet, rahbet kelimeleri ve özellikle ilk nazil olan âyetlerde takvâ kelimesi -eş anlamlı olmasalar da- zaman zaman Allah korkusunu ifade için kullanılmışlardır. Hatta “haşyet” kavramı, yalnız Allah korkusu söz konusu olan yerlerde geçer. Bu kavramların müteradif (eş anlamlı) olmadığını ve aralarında bazı farklar bulunduğunu ifade eden İbn Kayyim el-Cevziyye (v. 751/1350) konuyla ilgili şu bilgileri verir:

“Havf, yapılan şey karşısında cezâya çarptırılma korkusu, korkulan şeyin hatırlanmasıyla kalbin titremesi ve hoşa gitmeyen şeyin başına geleceği endişesiyle kalbin ürpermesi anlamındadır. Haşyet, havftan daha özel bir anlama sahiptir. Çünkü haşyet âlimlerin vasfıdır. Binâenaleyh, haşyet için, bilgiye dayalı korkudur tanımı yapılabilir. Havfta hareket söz konusu iken, haşyette sükûnet hakimdir. Birinde telaş, diğerinde itmi’nân vardır. Rahbet de istenmeyen şeyin başa gelme korkusundan var gücüyle kaçmaktır. Vecel ise celâdet, azap ve şiddetinden korkulan birisinin hatırlanması ya da görülmesi üzerine kalbin titremesi ve yüreğin hoplamasıdır. Bir de heybet vardır ki o da tazim ve hürmet duygusuyla birlikte bulunan bir korkudur. Bilgi ve sevginin ayrılmaz bir parçasıdır. Havf umum müminlerin vasfı iken, haşyet âlimlerin, heybet aşıkların, vecel ise mukarrebînin bir sıfatıdır.”3

Rabbânî terbiye sisteminde korkunun bir tek adresi olmalıdır; o da âlemlerin Rabbi olan Allah’tır yani O’nun azabı ve gazabıdır. Düşman korkusu, şeytan-cin korkusu, ölüm korkusu, fakirlik korkusu, yalnızlık korkusu gibi daha nice korkular, esasen tedavi edilmesi gereken ve zamanla ortadan kaldırılabilecek zaaflarımızdır. Bu süreç, elbette kolay bir süreç değildir. Bu yolda çözümün en etkili ve sıhhatli yolu, kavî îman, yalnız Allah’a güvenip dayanma (tevekkül) ve sağlam bir kader inancıdır, diyebiliriz. Konuyla ilgili Rabbimizin inşa ve tedavi edici şu mesajlarına bir bakalım:

“Şeytan sizi ancak kendi dostlarından korkutuyor. Onlardan korkmayın, eğer mü’min iseniz, benden korkun.” (Âl-i İmrân Sûresi, 175)

“Siz insanlardan korkmayın, benden korkun.” (Mâide Sûresi, 44)

“O müminler öyle kimselerdir ki, halk kendilerine, «İnsanlar size karşı ordu toplamışlar, onlardan korkun» dediklerinde, bu söz onların imanını artırdı ve «Allah bize yeter, O ne güzel vekildir!» dediler.” (Âl-i İmrân Sûresi, 173)

“De ki: Allah’ın bizim için yazdığından başkası asla bize erişmez. O, bizim Mevlâmızdır. Onun için mü’minler yalınız Allaha güvenip dayansınlar.” (Tevbe Sûresi, 51)

Rabbânî terbiye sisteminde korkunun bir tek adresi olmalıdır; o da âlemlerin Rabbi olan Allah’tır yani O’nun azabı ve gazabıdır. Düşman korkusu, şeytan-cin korkusu, ölüm korkusu, fakirlik korkusu, yalnızlık korkusu gibi daha nice korkular, esasen tedavi edilmesi gereken ve zamanla ortadan kaldırılabilecek zaaflarımızdır.

Kur’ân-ı Kerim, iman ile korku arasında sıkı bir ilişkinin varlığını her fırsatta hatırlatır. Korku âdeta imanın ayrılmaz bir parçası gibidir4. Hatta “mümin” için ilk sûrelerde verilen en kısa tanım: “Allah korkusu ile titreyen kimse” şeklindedir5. Fakat bu korku, sıradan bir korku değildir. Allah korkusudur. Kur’an’a göre müminler, yalnız Allah’tan korkmalıdırlar. O’ndan başka korkulacak hiçbir varlığın olmadığını bilmelidirler.

Korkunun korkaklığa dönüşmesi, bir şahsiyet virüsüdür. İkiyüzlülüğün ve belki yüzsüzlüğün sebebi çoğu zaman bu korkaklık hastalığıdır. Korkaklık, kişiyi sığınmacı, ürkek, iradesiz, değer merkezli hareket etmekten uzak, günü birlikçi, menfaatperest, her çeşit güce tapan, huzursuz ve güvenilmez bir kimse haline dönüştürür. Kur’ân-ı Kerim’de münafıkların ve zayıf imanlıların en karekteristik özelliklerinden biri olarak korkaklık illeti gösterilir. Şu âyet-i kerime bunun en açık misallerinden biridir:

“Ey inananlar! Yahudi ve Hristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Sizden kim onları dost edinirse, kuşkusuz o da onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğunu doğruya iletmez. İşte kalplerinde bir hastalık (nifak) bulunanların, «Başımıza bir felaketin gelmesinden korkuyoruz» (ne olur ne olmaz) diyerek onların arasında koşup durduklarını görürsün.” (Mâide Sûresi, 51-52)

Korkaklık illetine müptelâ olanlardan lider ve öncü olamayacağı gibi şahsiyetli bir âlim, dirayetli bir yönetici, başarılı bir iş adamı ve nihâyet adam gibi bir adam çıkmaz. Tarih şunu göstermiştir ki korkaklık daima zillet ve esaret getirmiştir. Korkaklar topluluğuna hiçbir zaman onurlu bir devlet ve hür bir vatan nimeti bahşedilmemiştir. Allah Resûlü –sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ümmetini bu hususta şöyle uyarır:

“Yemek yiyenlerin sofralarına birbirlerini çağırdıkları gibi, çeşitli ümmetlerin sizin aleyhinize birleşmeleri yaklaşmaktadır. Ashaptan biri:

Ey Allah’ın Resûlü! O gün (sayıca) az olacağımızdan mı (aleyhimizde birleşecekler)? diye sordu. Resûlullah (s.a.v):

«Hayır, bilakis o gün (sayıca) çok olacaksınız. Fakat selin üzerindeki köpük ve çerçöp gibi olacaksınız. Allah, düşmanınızın kalbinden size karşı duyduğu “mehâbeti” (korkuyu) çekip alacak ve kalbinize “vehn” (zafiyet) atacak (bu sebeple düşmanınız sizden çekinmeyecek ve korkmayacak) tır» buyurdu. Ashaptan biri:

«Ey Allah’ın Resûlü! “vehn” nedir?» diye sordu. Bunun üzerine Hz. Peygamber:

«Dünya sevgisi ve ölüm korkusudur» diye cevap verdi.” ( Ebû Dâvûd, Sünen, Melâhim, 5.)

Dipnot:

1- Buhârî, Cihâd 25.

2- bk. Râğıb, Müfredât, s. 161).

3- bk. Medâric, I, 549-550.

4- Âl-i İmrân, 3/175.

5- Izutsu, Kur’an’da Dînî ve Ahlâkî Kavramlar (Çev. Selahattin Ayaz), s. 259.


Adem Ergül 'ın Yazısı.