Namusumuza dil uzatanlar yetkili merciler tarafından gerekli muameleyi görüyor, görmeye devam edecek de… Peki ya namusumuz dediğimiz kelimelerimiz ne olacak? İçi boşaltılmış, kirli ağızlarda dolaşmış, şer için dönen dillerde pelesenk olmuş, çirkin emellere isim olarak konmuş güzel kelimelerimizden vazgeçip bir kenara mı atacağız?

Şimdi size “hizmet” edeyim… Medresedeki Iraklı Türkmen hocama, kitaptan okuduğumuz bir yeri veya konuyu kavrayamadığımızı söylediğimizde anlatmaya başlamadan önce böyle der, sonra anlatırdı… Başlarda bir türlü kendime açıklayamamıştım bunu. Ancak sonraları aynı cümleyi her yineleyişinde aramızdaki “diyaloğun” bağlamına bakıp bu kelimenin onun zihin dünyasında nasıl bir karşılığı olduğunu anlamıştım. Onun edebiyatında hizmet, karşılık beklemeden ihtiyaç gidermekti… Bir de bu kelimenin benim zihin dünyamdaki karşılığına bakalım. Bu kelimeyi ilk duyduğumda aklıma gelen şeyler cemaat, para, okul, zeki çocuklar, zengin çocuklar ve aşırı lüks sohbet odaları… Bir de bu kelime uğruna varını yoğunu feda eden; küffara karşı güleç, kendi cemaati dışındaki Müslümanlara karşı galiz olan “abiler”… Bahsi geçmişken; cemaat, ne kendini seçilmiş zannedenlerin bir araya gelmesi ile oluşan bir grup ne de bir kişinin bu gruba mensup olmakla “seçilmiş” sayıldığı bir yapı değildir. “Abi” de böyle bir yapıya aidiyetin ardından gelen bir rütbe, sınıf değildir. Abi, yol gösteren rehberlik edendir. Boyun eğdiren, itaat ettiren, sorgulatmayan hiç değildir. Cemaat de cem eden, bir araya getiren, Bir’i hatırlatandır.

Benim medresedeki az Türkçe bilen hocam hizmeti hem doğru tanımlıyor hem de tanımın hakkını ifa edecek şekilde kelimenin gereğini yapıyordu. “Hizmeti” güçlüyü, saygınlığı olanı, parası olanı ve zeki çocukları tavlamak, itibar, güç, mevki kazanmak için yapanların inadına “beklemeden” yapıyordu. Şöyle ki; güç beklemiyordu, para beklemiyordu, makam mevki beklemiyordu, itibar, saygınlık beklemiyordu… Çünkü onun için hizmet, bir ihtiyacı karşılıksız gidermek, karşılığı olsa bile yaparken bunun beklentisi içinde olmamaktı, beklememekti… Önceki cümleden yola çıkarak şunları söylesek hiç fena olmaz: Hizmetin illeti beklentidir… Beklenti içinde hizmet eden kişi de kelimeyi asıl anlamı dışında kullanarak bir yandan kelime hırsızlığı yapıyor diğer yandan hizmet olgusuna saygısızlık, edepsizlik hatta hainlik ediyordur.

Şu sıralar büyük doğu mimarı Üstad Necip Fazıl’ın “Dil vatandır” cümlesi kulaklarımda ritim tutmuş. Cemil Meriç’in “Kamus namustur” sözü hiç aklımdan çıkmıyor. Biraz da kutsalına küfür edilmiş insan öfkesi, hırsı var üzerimde... Namusumuza dil uzatanlar yetkili merciler tarafından gerekli muameleyi görüyor, görmeye devam edecek de… Peki ya namusumuz dediğimiz kelimelerimiz ne olacak? İçi boşaltılmış, kirli ağızlarda dolaşmış, şer için dönen dillerde pelesenk olmuş, çirkin emellere isim olarak konmuş güzel kelimelerimizden vazgeçip onları bir kenara mı atacağız? Peki ya kelimelerimiz hak ettikleri itibarı nasıl kazanacak? Kelimelerin içini kim nasıl dolduracak? El cevap: Tabii ki bizler, konuşarak yapacağız, bizden başka kim yapabilir bunu. Kelimeler bizim kelimelerimiz; konuşacağız, kullanacağız asla ve kat’a ağzımıza almaktan korkmayacağız. Hizmet diyeceğiz, himmet diyeceğiz, abi, cemaat, diyalog diyeceğiz. Diyeceğiz ama doğru anlayarak doğru anlatarak, hakkını vererek… Tıpkı 15 Temmuz gecesi meydanlarda tekbirlerle dimdik ayakta durarak direndiğimiz gibi direneceğiz ve bu kelimelerin gerçekte hangi anlama geldiğini, ne için kullanılıp neye hizmet ettiğini insanlığa öğreteceğiz. Haydi, “Bismillah” diyelim güzel kelimeleri güzel dillerle, temiz kalplerle yaşamaya ve yaşatmaya…


Ahmet Ünal'ın Yazısı.