Ömer Faruk Yasin

Aziz Mahmûd Hüdayi Vakfı’nın gayretleri, yalnızca maddi bir ferahlık sağlamıyor. Bu yardımlar ve ziyaretler, aynı zamanda Afgan Türklerinin kendilerini unutulmamış hissetmelerini sağlıyor. Yalnızca bu sebeple bile yapılan yardımların azalmadan devam etmesini umarak ayrılıyorum Afganistan’dan. Çocuklar uçurtma avı için evlerin çatılarına konuşlanıyor.

Daha önce Afrika’ya da gitmiştim. Ama şimdi görüyorum ki her kıtanın hatta her ülkenin birer Afrika’sı var. Çünkü günün farklı saatlerinde, toplamda 300 öğrenciye eğitim veren bir dernek binasında, yalnızca bir tuvaletin var olduğuna şahit oluyorum. Türkiye’den gelen yardımların sadece Afrika’da su kuyularına dönüştüğünü zannediyordum. Oysa birazdan, Türkiye’deki hayırseverlerin yardımlarıyla hizmete sunulan su kuyularından abdest alacağım. Ve az sonra Ramazan kumanyalarından, Kurban etlerinden alabilmek için kilometrelerce yolu ya protez bacaklarıyla ya da yalınayak yürüyen halka karışacağım.

Afganistan’dayım…

Güzel bir tevafukla başlamıştı seyahatim. Yanıma oturan Abdurrahman’a uçaktaki son bardak portakal suyunu ikram ettiğimde geri çevirdi. Hemen sonra tatlısını bana verdiğinde teşekkür ederek aldım. Nereye gideceğini sorduğumda Mezar-ı Şerif’ten yaklaşık iki saat uzaklıktaki köyüne gideceğini söyledi. “Andhoy’a mı?” diye sorunca çok şaşırdı. Neyse ki beni karşılamak için havaalanına gelen Azizullah Bey ile tanışıyorlarmış.

Aramızdaki konuşma biraz daha ilerlediğinde Türkiye’de çalıştığı için abisinin cenazesine katılamadığını öğrendim. Annesini ise bir yolunu bulup arkadaşıyla beraber gönderebilmiş. Ama artık en büyükleri 6 yaşında olan üç yeğenini ve yengesini de alıp tamamen Türkiye’ye yerleşmek istediğini söylüyor. Türkiye’yi nasıl buluyorsun diye sordum; “İyi ama karıştırmak istiyorlar” diye cevap veriyor. Müslüman ferasetiyle konuşmasına devam ediyor: “Ben bütün bu olanları anlayabiliyorum, görüyorum. Bu insanlar neden anlamıyorlar merak ediyorum!” diyor. Güneşin doğuşuyla beraber uçağımız da inişe geçiyor.

Ülkenin dördüncü büyük kenti olan Mezar-ı Şerif’ten, daha da kuzeye, Türkmenistan’a sınır olan Andhoy’a geçiyoruz. Uzun uzadıya kurak arazilerin ortasından, niçin 200 km hızla gittiğimizi merak etmiyorum. Yaklaşık bir hafta önce patlayan mayın bu yola döşenmişti çünkü. Asfaltın her iki yanında Rus işgali sırasında döşenen doğalgaz boruları kullanılamaz vaziyette uzanıyor. Yine savaş döneminden kalma zırhlı araçların varlığı göze çarpıyor. Paslı, dökük ve yenikler…

Afganistan’da nüfusun çoğunluğunu Peştular oluşturuyor. Nüfusun yüzde 15’ini oluşturan Türkmen ve Özbekler ise daha çok sınır şehirlerinde yoğunluk gösteriyor. Türk televizyon kanallarının ciddi bir izleyici kitlesi var. Yalnızca televizyon izleyerek Türkçe konuşan bir sürü insana rastlıyoruz.

Ülkedeki siyasi durum ise özetle şöyle: Afganistan savaşında karşı güçleri temsil eden liderler, şimdi en önemli vilayetlerin yönetimini ellerinde bulunduruyor. Öyle ki bir başka vilayete geçmek istediğinizde, oranın valisi kimse, arabanıza onun posterini asıyorsunuz. Ordunun ve Taliban güçlerinin halkın üzerindeki tahakkümü ciddi bir korkuya neden oluyor. Fakat her şeye rağmen bütün siyasi gruplar halk nezdinde destek buluyor.

Afganistan’ın Türkmenistan sınırı olan Andhoy ise, Afrika’nın neresine koysanız sırıtmayacak bir yoksullukla karşılıyor bizi. Kerpiçten evlerin bir araya gelmesiyle meydana gelen mahallelerin arasından, kurban bayramının tatlı telaşıyla geçiyoruz. “Şehirdeki tek yabancı benim herhalde, yoksa neden bu otelde tek başıma kalayım?” diye düşünüyorum.

Bayramın ikinci günü, dernek merkezimizin kapısında müthiş bir kalabalık bizi karşılıyor. Her ne kadar güvenli olmadığını söyleseler de onların yanına çıkıyorum. Kadınların burkaları, işgal yıllarını hatırlatan protez bacaklarını asla gizleyemiyor. Dağıtılan etlerden biraz daha fazla istiyorlar. Geri çevirmiyoruz.

Yorgunluğu üzerimizden attıktan sonra Aziz Mahmûd Hüdâyi Vakfı tarafından inşa edilen camiyi ziyaret etmek için yola koyuluyoruz. Fakat bu kısacık yolda dahi birkaç sefer mola vermek zorunda kalıyoruz. Zira geçtiğimiz her mahallede açılan su kuyularını da gözlemliyoruz. Bakım gerektiren kuyuları not ederek devam ediyoruz. Gittiğimiz her yerde sofraya ve çaya davet ediliyoruz. Oğlunun Türkiye’de eğitim görmesini isteyen bir baba, elinde karnelerle yanımıza geliyor. Herkes çocuklarını Türkiye’ye gönderme arzusunu dile getiriyor. Bütün bu isteklerin sebebi, Aziz Mahmûd Hüdayi Vakfı’nın gayretleriyle, her sene belirli sayıda öğrencinin Türkiye’ye getirilmesi. Yoğun bir başvuru sürecinin ardından sınava tabi tutulan öğrenciler arasından en başarılıları, özellikle dinî eğitim almaları için Türkiye’ye davet ediliyor.

Bayrama bir gün kala Türkiye’den yapılan kurban bağışlarını kesim bölgesine getiren dostumuz silahlı bir grubun baskınına maruz kaldı. Kurbanlıklara el koymaya kalkışmışlar. Neyse ki kayıp vermeden atlatıyoruz. Evet, Afganistan’da havanın kararması, silahları kendinize daha yakın yerlerde bulundurmanızı icap ettiriyor.

Bayram namazını kılmak için şehir merkezine uzak olan tarihi bir camiyi tercih ediyoruz. Zira üst düzey yöneticilerin bulunduğu camilerde, patlama olma ihtimalini göz önünde bulunduruyoruz. Namazın ardından halkla bayramlaştık. Çeşitli çikolata ve şekerlerin yeşil çayla beraber ikram edildiği bayram sofralarına davet edildik. Misafir olduğumuz her yerde, yardımların daha da artmasını istiyorlar.

Kesim alanına vardığımızda büyük bir şenlik karşılıyor bizi. Renkli Afgan giysileriyle ve başlarındaki takkeleriyle çocukların meraklı bakışları çabucak ısınıyor. Gelirken yanımızda getirdiğimiz şekerleri, lokumları, balonları paylaşıyoruz hep beraber. Konuşacak bir sürü şeyi bakışlarımızla erteliyoruz.

Daha sonra kurban faaliyetlerini yürüttüğümüz dernek merkezimize geçiyoruz. Yarınki kurban etlerinin dağıtımı için son hazırlıkları yapıyoruz. Kurban etlerinin yetmeyeceğini sanıyoruz.

Bayramın ikinci günü, dernek merkezimizin kapısında müthiş bir kalabalık bizi karşılıyor. Her ne kadar güvenli olmadığını söyleseler de onların yanına çıkıyorum. Kadınların burkaları, işgal yıllarını hatırlatan protez bacaklarını asla gizleyemiyor. Dağıtılan etlerden biraz daha fazla istiyorlar. Geri çevirmiyoruz.

Az sonra dehşetle sarsıldığım bir görüntüye şahit oluyorum. Birbirlerinin omuzlarına tutunarak, tek sıra halinde, yavaş adımlarla yürüyen on kişilik bir yaşlı grup bize doğru geliyor. Ellerinde asalar, koltuk altlarında boş torbalar, yalın ayaklar… Daha da yaklaştıklarında gözlerinin görmediğini anlıyorum. Halk arasında kendilerine “kāriler” denilen bu zevat, anlayacağımız tabirle âmâ hafızlardan oluşuyor. Hemen dernek binasına buyur ediyoruz. Biz sandalye getirene kadar oldukları yere sessizce çömeliyorlar. Talepsiz, takdire rıza hallerini hayranlıkla seyrediyorum. Bütün dikkatimi onlara veriyorum. Sandalyeye oturduktan sonra aralarından bazıları sırayla Kur’ân-ı Kerim’den ayetler okuyorlar. Kurban etlerini kendilerine buyur ettikten sonra, ellerini açıp duaya duruyorlar. Daha sonra ziyaretlerini sonlandırıp yine aynı intizamla, birbirlerinin omuzlarına ellerini koyarak, tek sıra hâlinde ve yavaş adımlarla gözden kayboluyorlar.

Yorgunluğumuzu unutarak artan şevkimizle günü bitiriyoruz. Yaklaşık bin beş yüz aileye kurban eti ulaştırdığımızı öğreniyoruz.

Aziz Mahmûd Hüdayi Vakfı’nın gayretleri, yalnızca maddi bir ferahlık sağlamıyor. Bu yardımlar ve ziyaretler, aynı zamanda Afgan Türklerinin kendilerini unutulmamış hissetmelerini sağlıyor. Yalnızca bu sebeple bile yapılan yardımların azalmadan devam etmesini umarak ayrılıyorum Afganistan’dan. Çocuklar uçurtma avı için evlerin çatılarına konuşlanıyor.


GENÇ'ın Yazısı.